Ali Alpar

17 Temmuz 2024

15 Temmuz üzerine düşünceler: Dönmeyen dünyanın orta yeri

Bütün bu şimdiki aktörler esasta, dünyayı dünya bilgisine göre değil imana bağlı değerlere göre şekillendirmek konusunda Fethullah Gülen'le aynı noktada duruyorlar. Dönmeyen dünyanın orta yerinde

Çizgi: Tan Oral

15 Temmuz 2016'da ne olup bittiğini tam olarak bilmiyoruz. 15 Temmuz 2024 sabahı T24'te Mehmet Y. Yılmaz'ın bir daha teker teker listelediği en önemli bazı sorular hâlâ resmen sorulmadı. 2016'da TBMM'de kurulan araştırma komisyonunun başkanı milletvekili Selçuk Özdağ'ın 15 Temmuz 2024 sabahı Halk TV'de bir kez daha anlattığı gibi, komisyona davet edilen çok önemli yetkililer ifade vermeyi reddettiler. Yine de bu sorular unutulmuyor, medyada ve siyasette demokrasiyi sahiden gözeten sorumlu insanlar soru sormaya devam ediyorlar. Bu yazılarda hep vurguladığım gibi dünya ve toplumla ilgili kanıtlanabilir bilginin şeffaflıkla konuşulması ve politikalara temel olması lâiklik ve demokrasinin hem gereğidir hem de dayanağıdır. Her toplumda hemen her zaman insanların çoğu bunun farkında olmayabilir ve önemsemeyebilirler. Demokrasinin sigortası doğru bilgiye ve kanıtlara ulaşmakta, soru sormakta ısrar edenler oluyor.

* * *

Araştırmacı ve gazeteciler 15 Temmuz'a gelmeden yıllar öncesinden başlayarak Fethullah Gülen cemaatinin örgütlenmesi ve devlet kurumlarını ele geçirmesi üzerine yazılar, kitaplar yazdılar. Öte yandan da birçok siyasetçi ve kanaat önderi bu hareketi desteklediler, en azından göz yumdular. Kurdukları uluslararası okul ağlarının Türkiye için yararlı olduğundan, ülkenin tanınması ve ticarî ilişkilerde faydalı olduğundan başlayıp bu hareketin İslâm ile moderniteyi, demokrasiyi bağdaştırdığı iddiasına giden söylemlerle harekete alan açıldı. AKP yıllarca Fethullah Gülen Cemaati ile ortaklık içinde idi. Cemaatin destekçileri bilinçli veya bilinçsiz olarak bu cemaatin etkinlik biçimlerine bakmadılar. Birçok araştırmacının yayımladığı, dikkat çektiği gözlemleri, kanıtları, gizlilik ve hiyerarşi içindeki örgütlenmeyi, kanun dışı usulleri, finans gücünü, ismiyle müsemma dergileri gibi "Sızıntı"yı ciddiye almadılar, almamış göründüler. Bunlar demokrasi içinde olabilir-miş gibi yaptılar. Bu yazılarda altını çizdiğim bilgi almak, kanıt aramak için iddialara, yüzeysel kılıflara bakmakla yetinmeyip ne olup bittiğini incelemek gerekiyor. Ne olup bittiği üzerine, demokrasi açısından endişe etmek için yeterli miktarda bilgi ve soru 15 Temmuz 2016 ya götüren on yıllar boyunca ortaya konmuştu.

Bu işaretlerin bir katman altında ise fikir temeli var. Peki bilgi ve eylem üzerine, insan iradesi ve kader üzerine Fethullah Gülen'in fikirleri gizli miydi? Çok çarpıcı bir örneğe bakalım. 19. yüzyılda Mısırlı bir din alimi olan Hüseyin El-Cisrî, Darwin'in evrim teorisini bir hipotez olarak ele alıp kanıtlarına bakarak değerlendirmek gerektiğini söylemiş. 2004 yılında bir müridi El-Cisrî'nin sözlerini sorduğunda Fethullah Gülen kendi web sitesinde şu cevabı vermişti:

"Kendisine çok saygı duyduğum Allâme Hüseyin Cisrî, bir asır önce bu soru ile karşılaştığı zaman, 'Bu mesele, henüz bir nazariyeden ibarettir; ama ileride pozitif bir gerçek olarak ortaya konabilirse, o zaman biz de onu Kur'an'ın ayetleriyle birlikte tevfik ederiz' cevabını vermişti. Bu büyük allâmeye ne ölçüde saygı duymuş olursam olayım, onun ve onun gibi düşünen daha başkalarının bu mevzudaki kanaatlerine iştirak etmem mümkün değildir. Çünkü, Darwin'in evrime ait düşünceleri ve evrim teorisi, hiçbir zaman Kur'ân ayetleriyle tevfik edilmeyecektir. Edilmeyecektir, zira o, hayatı birtakım sebeplerin tesadüfî neticesi olarak yorumlamaktadır. Halbuki ihya ve imâte (hayat verme ve hayatı alma), Allah'a ait iki fiildir. Her ikisi için de başlangıç itibarıyla birtakım maddî sebeplerden söz edilebilse de, netice, bilhassa hayat noktasında tamamen sebepler üstüdür. Hayatı vermede Cenab-ı Allah'ın hiçbir sebebe bağlı olmayan, perdesiz icraatı söz konusudur. Dolayısıyla hayat hiçbir maddî sebeple izah edilemeyeceği için, ne Darwin teorisi teori olmaktan öte bir gerçektir, ne de onun Kur'ân âyetleri ve hadis - i şeriflerle tevfik ve telifi mümkün olabilecektir. İşte, konuyu ele alma sebeplerimden biri de budur."

Burada imana dair yoruma ters düşen gözlemlerin, kanıtların doğru olarak kabul edilemeyeceği peşinen söyleniyor. Bilimin Kuran'la çeliştiği ve çelişmekten kurtulamayacağı gerekçesiyle reddi söz konusu. "Zaten Kuran'la çelişen bir durum dünyada gözlenmiş veya gözlenecek olamaz." Bu tam olarak modern dünyaya ters bir pozisyon. Konu önemli değil, evrim bağlamı yerine kozmoloji bağlamında bilim tarihine bakalım. Dünya'nın yuvarlak olduğu, kendi etrafında ve Güneş etrafında döndüğü, evrenin merkezinin dünya olmadığı ilk ve orta çağlarda bazı âlimler tarafından tahmin edilmişti. Modern bilimsel yöntem bunun gözlemsel kanıtlarını ortaya koydu. Galileo'ya atfedilen meşhur sözle, "Eppur si muove – Ne yapayım, dönüyor!" Dünya bilgisinin sistematik gözlem ve deneylerle kanıtlanabilir hale gelmesi modern çağın, lâikliğin temelidir. El Cisrî'nin dediği gibi bir nazariye (aslında hipotez , varsayım) pozitif bir gerçek olarak ortaya konursa, doğrulanırsa o zaman dinî yorumların buna uydurulması dünya bilgisinin "Kur'an ayetleri ile tevfik edilmesi" gerekir. Modern bilimle çelişmeyen böyle bir din anlayışı epey mücadeleyle 16 ve 17. yüzyılda Rönesans Avrupa'sından başlayarak dünyada lâik toplumlarda yerleşti. El-Cisrî'nin 19. yüzyılda vardığı anlayış ise İslâm dünyasında halâ istisna durumunda. Başka dinlerde de meselâ yaratılışçı evanjelist hıristiyanlar arasında da bilimin kanıtlarının reddi devam ediyor. Fethullah Gülen'in anlayışı Türkiye'de diğer cemaat ve tarikatlerin çoğunda ve iktidar partisinde de aynı. Bu anlayış 17. yüzyılda Galileo'yu yargılayan kilisenin de anlayışıydı. Dünya'nın döndüğünü artık kilise de müslüman tarikatleri de siyasal İslâm partileri de çoğunlukla kabul ediyorlar. Şimdiki akıl karşıtlığı evrim kuramıyla ilgili. İnsanların evrimle ilgili kanıtları anlamaları zor. Çünkü insan ve diğer büyük canlılar için evrim tesadüfî mütasyonlardan bazılarının seçilmesiyle çok çok uzun zamanlarda sürüyor. Bunu günlük zaman ölçeklerimize görmüyoruz, sezgimize ve havsalamıza ters. Ancak virüs ve bakterilerde dakikalar içinde nesiller gelip geçebiliyor. Son pandemi gözümüzün önünde virüs türünün aşıya bağışıklık kazanan özellikler kazanarak evrimleştiğini, bilim insanlarının bu evrim sürecini takip edip anlayarak yeni aşılar ürettiklerini gösterdi. Sonuç olarak dünya bilgisinin ve kanıtların karşısında belli iman yorumlarında ısrar eden bir fikir düzlemiyle ancak yanlış işler yapılır.

Bu fikir ortamının insanların akıl ve iradelerini kullanmaları konusundaki söylemleri de toplumun zararına işleyen, iktidarların sorumsuzluğunu destekleyen, yolsuzlukların ve yanlış politikaların üstünü örten bir işlev taşıyor. T24'te birkaç ay önce çıkan "Lizbon Depremi" yazımdan alıntı yapayım:

"Türkiye'de 1999 depremlerinden sonra, ardından Endonezya'da Açe depreminde çocukların ölmesi karşısında Fethullah Gülen bu olayların ardında kader ve hikmetin olduğunu söylemişti. Maden kazaları gibi afetlerin ardından ve 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da fıtrat ve kaderden söz etti. Menzil tarikati depremzedelere günahları için tövbe etmelerini telkin etti. Bütün bunlar, dünya bilgisine itibar etmeyen, her şeyin önceden belirli olduğuna itikat eden bir örgütlenmenin, kendileri öyle iddia etse de ‘modern' (yani bilimle uyumlu) olmadığının örnekleri. Bu noktada da kanıtlara bakmak lâzım: Dinî-siyasî hareketlerin kendilerine giydirdikleri modernlik iddiaları ile, yaptıklarını, bu dünyayı nasıl gördüklerini, nasıl göstermek istediklerini karşılaştırmak gerekli, ve yeterli. Önceden alınabilecek önlemler alınmamış, önlenebilecek kayıplar önlenmemiş ve sonrasında yapılabilecek etkili kurtarma organizasyonları yapılmamışken ‘kader' demek sorumluluk almamaktır."

* * *

Fethullah Gülen ve benzeri cemaat ve tarikatlerin siyasî İslâm partilerinin dünya bilgisi ve dünya bilgisine göre irade ve eylem konularındaki söylemleri göz ardı edilecek spekülasyonlar, alâkasız lâflar değil. Tam tersine bu aktörlerin ideolojilerini, bilinçli ve bilinçsiz politikalarını şekillendiriyor, hem kötü ve yanlış işler yapılmasına hem de etkili propaganda kılıfları hazırlanmasına araç teşkil ediyor. Çok önemli ve etkili olarak eğitim yıllardır, bir terör örgütü oldukları kabul ve ilân edilmeden çok önceden başlayarak FETÖ tarafından büyük ölçüde ele geçirildi ve yıpratıldı. Fethullah Gülen cemaati/FETÖ devlet okullarını yıpratıp tasfiye ederken kendi özel okulları eliyle kendi eğitim sistemini inşa etti. Ayrıca, tam da eğitimin içinin boşaltılıp ezberci, sınav endeksli hale getiren çoktan seçmeli sınav sistemini ve bu sistemin yarattığı okulların yerine geçen dershaneleri de çok etkin bir iktidar, zenginlik ve kadrolaşma aracı olarak kullandı.

1994 yılında Türkiye Bilimler Akademisi TÜBA'nın düzenlediği "Bilim ve Eğitim" toplantısında yaptığım konuşmadan alıntılıyorum:

" … dine dayalı eğitimin, toplumun entelektüel potansiyelinin tam olarak kullanılmaması açısından tehlikeli bir etkisi oluşmakta. Birkaç noktaya değinmek istiyorum:

Birincisi; toplumun yüzde 50'sini yani kadınları bir şekilde farklı bir konumda eğitmek söz konusu.

İkincisi; toplumun alt gelir gruplarından gelen insanların eğitim seçenekleri, meslek eğitiminden, teknik konulardan, giderek din eğitimine kayıyor. … Bu insanların ellerinde kendi yeteneklerini kullanmak için meslek yolları, bilimle ilgili yollar, teknik yollar açık olmalı. Burada ağırlığın, özellikle toplumun daha şanssız kesimleri için dine kayması, genetik potansiyelin belli bir şekilde sınırlanmasını, kısıtlanmasını getirecek.

Sonra, yetenekli gençlerin aldığı bilimsel ve teknik konulardaki eğitimin, dinî örgütlenme içinde ve otorite temelinde verilmesi, onların teknik konularda kendi insiyatiflerini geliştirmelerini, bağımsız düşünme ve araştırma yeteneklerini bir kalıba koyacak. Kişinin eğitiminin dinle ilgili kısmının kişisel, aileyle ilgili bir şey olması lâzım. Örgütlü olarak, hele ‘sen bilim eğitimi yapacaksın, teknik eğitim yapacaksın; ama bunu bir dinî örgüt besleyecek, onların kurallarıyla yaşayarak bunları yapacaksın' şekline dökülmemesi lâzım. Bu da yine buradaki potansiyeli geliştirmekte bir engel getiriyor.

Meslekler ve meslekî eğitim, dinî örgütlenme için bir araç olarak kullanıldığı ölçüde, orada insanların sonunda öğrendikleri şeyden verdikleri taviz, yapılan işin kalitesinin bu örgütlenme amacından sonra gelmesi olacak. Bütün bunlar çok ciddî bir şekilde, toplumun, eğer bilimi ve bilim yöntemini temel almazsa, kendi entelektüel potansiyelini israf etme yoluna gideceğini gösteren kaygı verici unsurlar. Bu bakımdan bilimin, bilimsel düşüncenin eğitime merkez alınması kanımca çok önemli…"

("Düşünce Tarzı ve Kültür Modeli Olarak Bilim", M. Ali Alpar, Bilim ve Eğitim, TÜBA Bilimsel Toplantı Serileri 2, Ankara 1994)

 Otuz yıl önce bu konuşmayı yaparken kastettiğim, ortada açıkça görünen dinî ideoloji tabanlı eğitim örgütlenmesi Fethullah Gülen cemaatiydi. Konuşmanın yapıldığı ortam 1993'te kurulan TÜBA'nın "Bilim ve Eğitim" konferansıydı. 2011 yılında TÜBA o zaman başbakan olan sayın Erdoğan hükümetinin bir kanun hükmünde kararnamesiyle üyelerin hükümet organlarınca tayini usulüne geçerek Akademi vasfını kaybetti. Bu değişiklik Fethullah Gülen örgütüyle hükümetin sıkı iş birliği ortamında gerçekleşti. Fethullah Gülen'in peşindeki bazı profesörler yeni TÜBA'ya tayin edilen ve orada etkili olanlar arasındaydı. Tayinle TÜBA üyesi olan bu zevatın isimleri 15 Temmuz 2016'da birdenbire TÜBA üye listesinden buharlaşıverdi.

* * *

Görüldüğü gibi yapılanlar kadar fikir temellerine de bakmak, incelemek, ciddiye almak önemli. Söyleyenin, eyleyenin adının ne olduğu değil, hangi iddiaları dillendirerek ne yaptığı, ne yapmaya çalıştığı esas. FETÖ'nün yerine şimdi Menzilciler, diğer cemaatler, tarikatler, yöneticiler, depremde, ekonomide, eğitimde neyi savunuyorlar, neler yapıyorlar? Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinde neler var? Millî Eğitim Bakanı ve yeni müfredatın referans ideologları ne diyorlar, eğitimi neye göre yapmak iddiasındalar? Bütün bu şimdiki aktörler esasta, dünyayı dünya bilgisine göre değil imana bağlı değerlere göre şekillendirmek konusunda, Fethullah Gülen'le aynı noktada duruyorlar. Dönmeyen dünyanın orta yerinde.

Ali Alpar kimdir?

Astrofizikçi. Sabancı Üniversitesi Emeritus öğretim üyesi. Bilim Akademisinin kurucu başkanı.

1968'de Robert Akademi'den, 1972'de ODTÜ Fizik bölümünden mezun oldu. 1977'de Cambridge Üniversitesi'nden fizik doktorasını aldı.

Boğaziçi Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, University of Illinois at Urbana-Champaign, TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, ODTÜ ve Sabancı Üniversitesi'nde çalıştı.

Araştırma alanları nötron yıldızları ve pulsarlardır.

1993-1997 arasında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Konseyi, TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları'nı başlatan yayın kurulu üyesiydi.

ODTÜ (1994) ve Sabancı Üniversitesi'nde (2003) mezuniyet sınıfı öğrencilerinin seçtiği en iyi öğretim üyesi ödüllerini aldı.

TÜBİTAK Teşvik Ödülü 1986, Sedat Simavi Ödülü 1988, TÜBİTAK-TWAS Bilim Ödülü 1992, ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı Bilim Hizmet ve Onur Ödülü 2018 sahibi.

Hükümetin KHK ile Türkiye Bilimler Akademisine (TÜBA) üye tayin etmesi üzerine TÜBA'nın 82 aslî üyesinden istifa eden 52 üye arasındaydı. 25 Kasım 2011'de Bilim Akademisi'nin 17 kurucu üyesi arasında yer aldı.

2011-2021 yılları arasında Bilim Akademisi'nin ilk başkanlığını yaptı.

Türk Astronomi Derneği üyesi ve eski başkanı. Academia Europaea, American Philosophical Society, European Astronomical Society, International Astronomical Union üyesi.