Bu son günler; yaprak dökümü gibi, giden gidene, bir nesil sanatçıyı aramızdan ayırdı. Bu ayrılış aynı zamanda bizim geçmişimizi hem geri getirmekte hem de bizi gittikçe acımasız bir şekilde geçmişin artık geride kaldığını, bir zamanların özgür, rahat, serbest, umut dolu ve ironik olduğu kadar bir o kadar da ciddiyet taşıyan dünyanın arkamızda kalıp bizi terk etmeye başladığını bir kez daha hatırlattı: Anouk Aimée, Françoise Hardy, Donald Sutherland arka arkaya bu dünyadan gittiler. Anouk Aimée ile "Dolçe Vita" ve paparazziler dünyasının başladığı yıldızlar dönemini, Françoise Hardy'nin ölümüyle ise bir neslin erkek ve kızlarının hayatlarının hem hızlı hem de romantik dünyalarının arkada kalmakta olduğunu bir kez daha hatırladık. Bize ve bizim neslimize ait bir nostalji mi yoksa siyasi angajmanlarının artık kalmadığı bir dünyanın verdiği keder mi? "Hızlı yaşa cesedin genç kalsın" neslinin bu kadar etki yaptığı James Dean dünyasının arkasından gelen daha sıkı bir Avrupa sinemasının ve pop dünyasının romantikliğinden bugüne ne kaldı? Rap ile yeniden "mikslenen" 60'ların romantik şarkıların ise bugünün gençliği için artık eski yüzyıl olarak arkada kaldığını söyleyebiliriz.
"La Dolce Vita"da Anouk Aimée (ortada)
"Sana nasıl elveda diyeceğim" diyen ses kendi neslinin dünyasına da seslenmekteydi. Bugün hangi şarkılar bugünkü dünyaya seslenebilmekte? Françoise Hardy bu nesle seslenmişti ve bunu olduğu gibi kendiliğinden yaptığını söylemekteydi. Bir ikon olarak değil yapması gerektiğine inandığı için yaptığını ifade etmekteydi. Halbuki bugün sosyal fenomenler sadece gelir üzerinden çalışmakta değiller mi? Kim, yeni nesiller içinden, bugün "yapması gerektiği için" yaptıklarını gerçekleştirmekte? "Nabza göre şerbet" dünyasına girdik.
Bugün boşuna yazanlar var, hâlâ "gösteri toplumu" içinde olduğumuzu sanarak kalemi ellerine alanlar. Bunlar eski kitapları bugün okuduklarının farkındalar mı acaba? Bambaşka bir yere girmekteyiz. Toplum olarak da siyasi görüşler olarak da davranış ve hayata bakış olarak da! Ne istekler ne de arzular dünyası var sanki artık! Ama sadece işlemeyen bir kapitalizmin asli işi olan "kâr hadlerini yükseltmek" olarak adlandırılanın yerine, bugünkü kapitalizmin içinden toplumsal emek üzerinden değil de, insanların bireysel olarak piyasa şartları içinde, kendilerinin kâr hadlerini arttırmak istemelerinden başka ne var? "Biraz daha görünürlük" değil. Bu da arkamızda kalmış durmakta, saf bir görünürlüğün "kıymet-i harbiyesi" kalmadı artık. Hangi davranışları nasıl kurgulamak gerekir ki "kâr hadleri" artabilsin. Düşünülen bu! Düşünce değil, düşüncenin değeri kaç para etmekte söz konusu. Hesaplanan bu, içinde yaşamakta olduğumuz dünyada.
Françoise Hardy
Belki de Donald Sutherland'ın Fellini'nin olağanüstü filminde, Casanova'da son sahnelerdeki de buydu. Casanova'yı oynarken, yazar, edebiyat adamı, filozof olarak kendisini tanıtmakta ve yeni gençleri selamlarken eksik kalanın büyük bir nezaketle "makaroni" olduğunu söylemekteydi. Yeteri kadar makarna vermiyorlar artık! Yemek değil belki de burada söz konusu olan ama yiyeceklerin de eski tadının kalmadığını vurgulamaktaydı. Ve yine son sahnede mekanik bir robot kadınla birlikte dans figürünü yaparken sadece mekanik bir dünyanın içinde robotlarla yaşamaya başlayacağımızı vurgulamaktaydı. Yemek eski tadında değil; insanlar da artık mekanik bir şekilde davranmaktalar. Mekanizma hayatın önüne geçmeye başlamakta. Bugün en kuvvetli şekilde "Yapay Zekâ" olarak adlandırılan ve her şeyin wifi ile işlediği bürokratik bir dünyada yaşamaktayken, insan sesi duymayan bir nesle doğru mu ilerlemekteyiz? Telefonlar bile eskimeye yüz tuttu. Banka memureleri ve gidip sohbet edilen banka müşterileri de yavaşça yok oluyor!
Donald Sutherland - Casanova filminden
Ne nezaket ne de adab-ı muaşeret kuralları işlemekte. Bir bağırma çağırmadır gidiyor her yerde! "Venedikli Kazanova" nezaketi değil, "kazalar" sardı dünyamızı. Kaza ile yapılan yanlışlar ile bile isteye yapılan hatalar birbiri içine girmiş vaziyette. Kimlik ve aidiyet dünyası sarmış her yeri. İnsanlık değil, edebiyat ve sanat değil; kaç para eder dünyası eskisinden daha bireyleşmiş vaziyette. Hak isteme de hakkı vermeme de bireysel kararlara bağlı olarak işliyor. Kanunların adaletine göre olmaktan çok daha fazla bireysel ve keyfi kararlarla işleyen bir dünyaya nasıl insani veya insan haklarına ait olarak bakabileceğiz?
Kaybettiğimiz ve daha da kaybetmeye devam edeceğimiz sanatçılar, aktörler ve aktrisler bir rüya dünyasının ahlaki kurallarının yok olmaya başladığını 20. yüzyılda göstermeye başlamışlardı. Bugün ise rüya yerini kâbus ve distopyaya bırakmakta.
Gidenlerin arkasından ağlanamaz belki, ama buruk bir kalp onları selamlamaktan ve alkışlamaktan başka ne yapabilir ki?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |