Bu günlerde bir haber dönmekte, sosyal medyada. Kadına karşı şiddetin dikkati için 25 Kasım’ın önemi vurgulanmakta: “Vardın mı?” endişesi. Bazıları artık varamıyorlar; çünkü artık mevcut değiller. Katledilmişler.
1999 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu; kadınların “sokakta, okulda, iş yerinde, özel hayatında” maruz kaldığı şiddete dikkat çekmek ve kadına karşı şiddet üzerine “toplumda farkındalık” yaratmak amacıyla 25 Kasım’ı uluslararası “Kadına karşı Şiddet” ile mücadele gününü ilan etmiştir.
25 Kasım günü; kadınlara karşı işlenen şiddetin, cinayetlerin, dayakların, küfürlerin, küçümsemelerin, adam yerine koyulmamanın, her türlü geleneğe dayalı dinsel dışlayıcılığın, şeytanlaştırırcılığın, cadılaştırıcılığın ve tam anlamıyla geleneksel bir bakışın içine kadınları sokarak bütün o güne kadar edinilmiş haklarını bir kenara bırakan güncel pratiklere karşı çıkılan uluslararası bir gün olarak kabul edilmiş.
Bu anlamda bu gün, eşitliğin, seçme ve seçilme hakkının, aile içi eşitliğin alanına tekabül etmekte. Türkiye kendi tekil tarihi içinde bazı Batı ülkelerinden çok önce edinmiş olduğu haklar sayesinde modernliğe hızlı bir şekilde girmenin avantajlarını yakalamış durumdaydı. Eğitim, okul içi eşitlik, kız ve erkek çocukların aynı sınıflarda okuma ve dolayısıyla arkadaş olabilme imkanlarını tarihinde yaşamış bir ülke olarak bu şansı yakalamış bir ülke. Bugün eleştirilen bazı konulara rağmen modernliği yaşamış ve sömürgeciliğin altında siyasi olarak ezilmemiş bir vatandaşlık süreci yaşamış bir yer. 1926 Medeni Hukuk’unun aile reisinin “evin erkeği” olduğu kanunu 2001 yılında değiştirilmiş ve bu yönde hukuki bir yapıya sahip olmuş bir yer.
2001’de yasadaki eski madde değiştirilmiş, ailenin reisi-kadın ve erkeğin eşitliği” üzerine kurularak reform yaşamıştır. 1992’ye kadar “erkek izin vermezse” kadının evin dışında çalışma izni olmayan 1926 maddesinden uzaklaşmıştır. Her ne kadar kanun maddeleri medyada yer bulmuş olsa bile bunların halkın nezdine inmesinin bir zamanı olacağını varsaydığımız zaman bu zaman birimi süresi içinde medyanın ve iletişim kanallarının, radyo ve televizyonun bu değişiklikleri yayma ve iletme imkanlarının olması gerekmekte değil midir?
Kadın ve erkeğin elma ve armut olduğu sözlerine karşın, kadın ve erkeğin “halklar nezdinde” eşit olduğu daha çok vurgulanmalı değil midir? 2001 yılı reformu bu bakımdan çok önemlidir. Kadınların yasalar önünde eşit haklara sahip olmalarının altı çizilmektedir. Artık bir reis değil eşitlik içinde eşlik söz konusudur.
Aile hukukundaki değişimlerin toplumsal alana yayılması önemlidir. Kadınların iş hayatına atılmalarının ve mal edinmeye dahil olmaya başlamalarının yasalaşması ülkemizde de bir anlam bulmuştur. Ailenin reisinin erkek olmadığının bilincine varmak zaman isteyecektir; ancak bu zamanın terse doğru döndürülmesiyle değil aile reisinin kim olduğu tartışması, kadının kendi bedenine sahip olma haklarının bile göz ardı edildiği bir toplumsal süreci yaşamaya başladık. Gün geçmiyor ki, kadınların ve genç kızların aile içi ve aile dışı flörtlerde veya sokak tacizlerince öldürülme, saldırılma haberlerini okumayalım.
İstanbul Sözleşmesi bu açıdan çok önemli bir atılım olarak durmakta ve uluslararası bir güce sahip olarak işlemekteydi. Bu süreçten çıkışla birlikte kadın cinayetlerinde bir artış mı oldu acaba? Ya serbest bırakılmalar? Bu kadar çok kadın cinayeti haberi duymuyorduk. Bugünlerde hemen hemen her gün bu haberleri okuyup, bu haberlerle yatıp kalkıyoruz.
O zaman, 1990’larda uluslararası çerçevede başlayan ve kamuda tartışma zemini bulan toplumlarda kadına karşı şiddete (ailenin korunması ve ev içi- dışı şiddet) dikkat çekmek için 25 Kasım’ın önemi bir kat daha günceldir. İstanbul Sözleşmesi sadece hükümetin değil sivil kuruluşların, 237 kadın örgütünün içindeki kadınların aktif bir şekilde yasa için çalışmasının da ürünüdür (evli olan ve olmayan kadın ayrımının ortadan kaldırılması). Taslağa ilişkin önerilerini bu örgütlenmeler Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na sunarak konuyu paylaşmıştır. 24 Şubat 2012 tarihinde Meclis’e gönderilen ve Meclis’te yapılan görüşmeler sonucunda sözleşme 8 Mart 2012 tarihinde yasalaşmıştır. Bu tarih, bu anlamda önemli bir zaman birimidir. Bu konu üzerine gidilmiş ve kadına şiddetin cezalandırılması yasalaştırılmıştır. Toplumsal alana yaygınlaştırılma istenci talep edilmiştir. Ancak on yıl sonra 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı sonucunda bu sözleşmenin feshedilmesine karar verilmiştir. Sözleşmenin maddelerinden birinde “taraflardan birisinin sözleşmeyi feshedebileceği” yazılıdır. Ve bu şekilde karar değişikliği yapılmıştır.
Bugün bu tip sözleşmelere ne kadar ihtiyaç olduğu malum gözükmekte değil midir? Çünkü, bu sözleşmede 6184 Sayılı Kanun’un getirmiş olduğu en önemli husus, şiddete maruz kalan kadınların lehine koruyucu tedbir kararının hükmedilmesinin yürürlükte olmasıdır. Bugün bu lehteki değer değersizleştirilmiş gözükmektedir. “Suçluların kovuşturulması ve mağdurların korunması, ikinci mağduriyetin önlenmesi” hakkındaki dikkatte hafifleme görülmekte değil midir?
O halde; toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmektedir. Öyle değil midir? Öyle değil midir?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |