Geçen sene bir yazı yazmıştım. 12 Eylül. Bir darbedir; ama sadece askeri bir darbe olarak Türkiye'yi bugüne taşıyan bir vakayı hazırlamakta olan askeri cunta hareketi değil; aynı zamanda "zihinlerin değişimini gerçekleştirmeyi de beraberinde getiren bir darbedir". Zihniyetlerin değişmesi; siyasi yasaklardan, askeri kararlardan, belli bir süre için özgürlükleri kısıtlayan bir baskı rejimine illa bağlı değildir. Kendiliğinden gelişebilen ve mantar gibi çoğalabilen başka bir zihniyetin yavaşça toplumsal alana yerleşmeye başlamasını bir mihenk noktası olarak hatırlayabileceğimiz bir vakadır.
"Tarihin akışına vurulan bir darbe" olduğunun da altını çizmiştim. O günden sonra kitap düşmanlığı ve entelektüel alerjisi ortaya konuldu. Bir Başbakan okuduğu kitabın "Red Kit" olduğunu söyleyerek, toplumsal alanın entelektüel yapısına nasıl bir darbe vurulduğunu bize bir kere daha hatırlattı.
Çocuklaşmaya başlayan toplumsal alan 12 Eylül 1980'de 18 yaşı dinlemeden ceza verme kararları ("asmayalım da besleyelim mi?" mantığıyla) alabildi. Bugün belli bir nesil, hatıralarında anne ve babalarının ve hatta bir nesil evvelkiler kendilerinin kitaplarını mahzenlerde veya bahçelerinde gömdüklerini anlatmaktalar, bugün hâlâ tekrarlaya tekrarlaya.
Bu darbe bugün daha da sıkıştırılan, zor koşullara sokulan üniversitelerin sadece ilk yaralarını ortaya koymadı belki, ama kalıcı yaralarını yerleştirdi toplumsal alana. Üniversitenin ne olduğunu unutturdu. 1402'likleri bugüne kadar taşıdı, onların anılarını ve nefretlerini. Bazıları hâlâ yaşıyor bazıları ise göçtüler, başka yerlere veya başka dünyalara; bazıları da toprakların altına gömüldüler, arkalarında bu darbenin derecelerinin sıcaklığını bırakarak tam olarak nereye doğru gittiğini göremedikleri boşluğa. Boşluk; enerjisini bugün hep saklamakta ve belki titreşimlerini hâlâ yaşamaktayız; ama boşluk kendisini, bugün nereye taşıyacağını da tam kestirememekte. Dolu bir hayat ile başlayan bu neslin gençliği bu tarihte darbe aldı. Kimisi kaçtı kimisi kaldı ve başka bir hayata daldı gitti.
Düşünen ve tartışan bir toplumun, o 1970'li yıllarının getirdiği enerjisi yerini bir boşluğa bıraktı: Travmatik bu boşluk bugün gittikçe entropi içinden geçerek dağılıyor ve azalıyor. Hınç yerini dolduruyor. Hayat kayganlaşmak yerine pürtüklendi. Kurumlar değişikliğe uğradı ve bir belli ekonomik rejim aldı başını gitti. Başka bir sermaye rejimine geçildi. Türkiye de dünyanın küreselleşme yolunu açan para politikalarının peşine takıldı.
Başka bir darbe yine Eylül ayının 11'inde baş gösterdi. Şili'de Salvador Allende (1908-1973) demokratik yollarla 1970'te hükümet kurmuştu. 4 Eylül 1970-11 Eylül 73 arası sürdü idaresi. Burada yüzde otuz altı oy alarak Latin Amerika'nın yeni bir modeli ortaya konulmuştu. Devrim ile gelmeyen bir hükümet askeri darbe uçaklarının bombalarıyla darbeyi yaşamıştı. O günkü Amerikan Başkanı için kâbus gibi duran bu yeni gerçek bir hayale çevrilecekti. Richard Nixon ağıza alınmayacak lafları sıralayıp, Salvador Allende için "O. çocuğunu düşürmek lazım" diyebiliyordu; çünkü "dünya ekonomik siyasetinin jandarmasının" istemediği bir kuvvet ortaya konulmuştu. Ve, entelektüel dünya ise bu yeni umudu heyecanla izlemekteydi. Bütün Avrupa solu gibi Türkiye'de de sol dikkatle izlemekteydi olan biteni. Orada da enerji entropiye uğratılmıştı. Onlarca fotoğrafçı, yazar, entelektüel, filozof, sosyolog olan biteni takip etmekteydi. Bu öyle bir sene ki petrol krizinin başladığı yıla da tekabül etmekte. Yani transnasyonal sermayenin dünyada hakimiyet kurmaya başladığı yıla yerleşmektedir.
Ancak; asıl darbe bugüne kadar gelen zihniyetlere darbeydi. Türkiye kendisini bir türlü toparlayamamıştı. Belki "konuşan Türkiye" imgesi 1990'ların özel radyo ve televizyonlarında kendisine bir zemin yaratmak istemişti; fakat bu zemin "medya iktidarının" iktidarı sevmekte olduğundan başka bir şeyi gösteremedi. Mesleğini yapmakta zorlanan insanlardan başka bir şey veremedi: Kimisi de bundan yararlanmasını bildi her zaman olduğu gibi tabii.
Bugün zihniyetler o kadar değişti ki bir yandan birçok ülkede seçmenler daha muhafazakâr ve daha sert siyasete gönül vermekteler, diğer yanda ise popülist siyasetin verdiği güvenden kuvvet alanlar daha sert saldırılarda bulunmaktalar. Dayak atmalar, bıçaklamalar, taşlı saldırılar, yumruklaşmalar, kızlara saldırmalar, yaralamalar ve hatta öldürmelerin şehir hayatının bir parçası olmaya başladığını üzülerek izliyoruz. Bu kadar kaba ve saldırgan tavır bir toplumu ancak travmaya sokabilir. Cinnet toplumu olarak adlandırdığım bu dönemin zihniyeti, 12 Eylül'den bugüne Türkiye'nin toplumsal alanının gitgide yaralanan travmatik vaziyetini göstermekte değil mi? Darbe her yerde hâlâ; ama bu artık askeri bir siyasi darbe olmaktan uzaklaşmış durumda. Darbe vurmakta insanlar birbirlerine, topluma zehir gibi acı duyguları salmaktalar.
Acıyan, yaralanan, akli dengesini bir yana bırakan, acı veren ve acı çeken bir duruma giren "travmatik toplumun" iyileşmeye ihtiyacı var; ama nasıl?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |