Bugünlerde kapitalizm-sonrası üzerine yazıların çoğalmakta olduğunu görmekteyiz. Ülkelerin içe kapanması ve sınırlarını kendi içinde saklaması üzerine kurulu bir karantina vaziyetinin yeni açılımlara yol açacağı ileri sürülüyor. Hatta kapitalizmin-sonrasına geçilmeye doğru gittiğimizi yazan yazarlar da ortaya çıkmakta. The Guardian gazetesinde 2015 yılında (17 Temmuz) kaleme aldığı yazısında, Paul Mason direk olarak "post-kapitalist" bir dönemin geldiğini yazmış olduğunu hatırlatanlar çıktı. Zizek de bu pandemi sonrasında yeni bir "Komünizmin" geleceğinin ilanını yaptı. Latour, küresel pandeminin aslında, "iklim krizinin bir ön senaryosu, provası" olduğunu düşündü. Joshua Clover ise pandeminin "yaşatma ve öldürme hakkını kullanan kraliyet dönemine ait egemenin" rolüne benzer bir rolün, bugün ekonomik kriz yüzünden, devlet başkanlarına verebilme rizikolarından söz etti. Başka yazılar da çıkmıştır belki?
Ama; ben şu anda, bu bir kaç yazıyı ele alarak düşünmek istiyorum: Kapitalizmin krizi hep olmadı mı? Bunların bazıları ekonomik krizler, bazıları sosyal krizler bazıları ise sağlık krizleri olduğunu tarihçiler bize yazdılar. Bugün 2008 sonrası kapitalizmin krizinin ne yazık ki küresel bir eve kapanma krizi haline gelmesi ise kapitalizmin, sanırım, ne sonunu ve de başka bir siyasi ve ekonomik rejime geçileceğinin habercisi olacak! Kapitalizmin krizler sayesinde yok olacağını Marx, sistemin kendi krizleriyle, içindeki çelişkiler sayesinde yok olacağını ilan etmişti 19. yüzyıl sonunda. Bu çelişkiler üzerine kurulu diyalektik bir düşünce kapitalizmin çelişkileriyle aşılacağı tezini ileri süren Marx’ın Hegel’in düşüncesine yaslandığını iddia eden bir Althusser belki de ilk akla gelen filozoflardan biri olarak durmakta. 1960’lı yıllarda, Fransa’da Althusser, bu tezlerini Marx’ın "gençlik" ve "olgunluk" dönemlerinde epistemolojik bir kopuşla aştığının altını çizmişti. Diyalektik Materyalizm ve Tarihi Materyalizm ayrımı üzerinden geçen bu bakış, Marx’da diyalektik olan materyalizmi bir kenara bırakıp "Tarih kıtasına" yönelmişti. Bu aynı zamanda ideoloji ve bilim ayrımına dokunmaktaydı.
Ama daha evvelki bir döneme gelip bakmak gerekmekte diye düşünüyorum. Mario Tronti (İşçi ve Sermaye adlı dönemi çok etkileyen kitabın yazarı) anıları niteliğinde bir kitap yazdı ve bu kitap İtalyan solunun 1950’lerden 1970’lerin sonuna kadar gelişen bir sol tarihi ele alıyor. Ve bu anılarda bahsettiği Sicilyalı bir düşünürün dönemine ne kadar etki bıraktığını hatırlatıyor. Bu kişi Galvano Della Volpe. Sicilya’da Mesina’da dersler vermekteyken, orayı bırakıp Torino’ya geldikten sonra etkisi sol gruplar arasında büyüyor. İtalyan Ortodoks Marksizm’ini bir bir ayıklayarak, bir anlamda yapısını bozan biri olarak ortaya çıkıyor. İtalyan entelektüel ve kültür dünyasının eleştirisini bilimsel bir dille iade ediyor. Zor yazdığı söyleniyor, anlaşılması zor bir dili geliştiriyor. Ve İtalyan kültür dünyasının içinde 1920’lerden kalmış ve belki de sola kaymış olan bir milli-popüler-popülist bakışın eleştirisini gerçekleştiriyor. Ve Tronti’nin de kullanacağı "entelektüel asillik" kavramını öne sürüyor. Bu kavram kitle üzerine kurulu bir sınıf anlayışından uzaklaşarak zor olan bir bilgiyi sol açıdan kullanmak anlamına geliyor. Tronti’nin deyişiyle: "Anlamanın birincilliği karşısındakini ikna etmenin önüne geçiyor". Yani, ifade etmek istediğim kadarıyla siyaset yapma biçiminin değişmesi gerektiği üzerine düşünüyor. Teorik bir pratiğin öne çıkmasına ön ayak olan bu bakış, kavram üzerinden düşünmeye doğru yönelmeye başlıyor. Bir bakıma Teorik Bakış öne sürülen bir düşünme tarzı olarak öne çıkıyor. Proletaryayı örgütlemekten çok hangi koşullarda olduğunun üzerine düşünmeye çağırıyor araştırmacı entelektüel bakışı. İfade zorlukları kavram üzerine çalışmayı gerektiriyor. İtalyan solunun ve o dönemlerde kuvvetli duran bir Komünist Partisi’nin popülist anlayışına karşı çıkan bir görüşü savunuyor. Söylemin basitliğini bilimsel tavırla aşmanın ve düşünceden ekonomi yaparak ikna üzerine geliştirilen siyasetin ziyanlarını öne sürüyor. Asetik bir entelektüel çabayı gerektiren bu bakışıyla Volpe, kesinlik, yalnızlık, inzivaya çekilme ve düşünme, analiz etme gerektiren bir düşünceye yaslanmanın önemini vurguluyor. 1950’li yılların ikinci yarısında, sisteme ideolojiyle değil bilimle yaklaşılarak karşı çıkılacağının altını çiziyor. Tronti’ye göre, Volpe İtalya’da "yeni paradigmayı" bilim olarak ortaya koyuyor: Hegel’e karşı Marx’ı, Skolastik düşünceye karşı Galilée’yi, Platonculara karşı da Aristoteles’i önemsemeye ihtimam gösteriyor. Volpe’nin düşüncesinin 1950’li yıllardaki İtalyan solu için çok önemli olmuş olduğunu yazıyor Tronti: "Birçok entelektüel burjuva değerleri üzerine yaslanmaktayken küçük bir entelektüel grup Volpe’yi takip etmişti" diye yazıyor.
Burada kimi görmekteyiz? Volpe’nin düşüncesi üzerinden yola çıktığını düşünebileceğimiz Louis Althusser! Aynı çizgiyi Fransa’da sürdürüyor: Hegel’e ve diyalektiğine karşı tarih tezleriyle materyalist Marx ve ideolojiye karşı bilim. Bu ilginç benzeşme, Fransa solu ile İtalyan solu arasında köprüleri göstermekte. Tronti bu dönemde "İtalya’da işçileri gerçekten örgütleyebileceklerini inanıp inanmadığı üzerine hala şüpheleri olduğunu" yazıyor. Öyle bir ortam ki, o dönemde, Operaist bile olsa, araştırmacı entelektüel ile işçiler arasında kalan ara-bölgeyi aşmak oldukça zor gözüküyor.
Ve İtalyan sol dergileri yeni teoriler ortaya çıkarmaktalar. Sosyolojik araştırmaların kuvvetli bir şekilde yapıldığı Quaderni rossi 1961 ve 1966 (kızıl defterler) yılları arasında yayınlanıyor ve etrafında gelişen entelektüel grup yeni analiz biçimlerini kuramaya başlıyor. Bu süre zarfında, değişmekte olan İtalyan toplumunun değişimi ve teknolojik gelişimin analizini yapılıyor. Bu analiz eski "19. yüzyıl modeli işçi sınıfından eser kalmadığı" üzerine odaklanıyor.
Bilhassa, Antonio Negri’nin analizleri, artık "kitle işçi sınıfı" üzerinden düşünmenin imkansızlıklarını ortaya koyuyordu. Negri, işçi sınıfının diğer çalışanlar ile ittifakı olmaksızın (küçük burjuvazi ve hatta başka bir deyimle söylenebilirse "aristokratik düşünürlerle") organize olamayacağını göstermekteydi. Bir anlamda Operaia grubu "hayalgücünü iktidara getirmeyi değilse bile hayalgücüne biraz kuvvet vermenin" önemini vurgulamaktaydı[1]. Bu aynı zamanda İtalyan Komünist Partisi’nin 1920’lerden beri etkin ismi "Palimiro Togliatti merkezli" bakışının (İtalyan Komünist Partisi Başkanıydı) de aşılmasının gerektiği üzerine geliştiriliyordu. Tronti, Togliatti’nin ölümüyle (1964) yeni sosyal durumun ortaya çıkması arasındaki tuhaf yakınlığa dikkat çekerek, bunun "sembolik bir benzerlik" olduğunu yazıyor.
Kapitalizmin yeni modern formu, bu anlamda, İtalya’da yeni bir entelektüel analiz grubunu ortaya çıkarmaktaydı, 1960’lı yıllarda. "Kitlesel işçi hareketi" bir yana bırakılmaktaydı, ve yerine "sosyal işçi" kavramı öne çıkarılmaktaydı. Popülist bir sol siyaset yerine bilimsel bir analiz gerektiren bir çalışma alanı ortaya konuyordu.
1970’lerin başında ise Fransa’da Deleuze ve Guattari’nin çalışmalarıyla kapitalizmin 1968 sonrası analizi yapıldığında "kapitalizmin kendi krizlerinden yok olması tezine karşı kendi çelişkileriyle ve krizleriyle değişip dönüşüp yeni formlara doğru yol aldığı hatta genişlediği " ileri sürülmeye başlamıştı. Sol başka bir çizgiye oturmaya başladı bu dönemde. Yersizyurdsuzlaşan bir sermaye ve emek üzerinden gelişmekte olan kapitalizm gözler önüne serilmekteydi.
Hızlı geçiyorum, burası daha uzun uzadıya bu süreci anlatma yeri olmadığına göre ve söz konusu olanın kapitalizmin sonrası olmaktan çok uzak olduğunu varsayarak. Ama, bugün, yine bir başka forma doğru evirilmekte olan bir kapitalizmi yaşamaya başladığımızı, belki de, ileri sürmek daha temkinli olmak anlamına gelmez mi? Yoksa tarihine baktığımız zaman şu "kapitalizmin", bugün bulaşıcılık krizinden yeni siyasi rejimler beklemek zor gözükmekte. Şehir devletlerle başlayan bir süreçten kraliyetlere, ulus-devletlere, sınırların aşılmasına, bölgesel ittifaklara ve sonra belki tekrar bölgeselleşmeye başlayacak olan bir sürece doğru mu gidecek kapitalizm? Bir zamanlar Avrupa Birliği’ni "ulus-devletler" üzerine düşünmeyip de "federalist süreçleri" düşünenler bugün nasıl bakarlardı acaba içinde yaşadığımız döneme?
Tronti ile bitirelim yazıyı: "Siyasetin tarihe ihtiyacı var, ama ona katlanmak için değil, tarihle mücadele edebilmek için."