Seçimleri arkada bırakalı epeyi bir zaman geçti. Artık yaşanmakta olan hayat eskisi gibi devam etmekte. Değişim ve adalet isteyen taraf kaybetti. Türkiye’nin yarısından biraz daha fazlası değişime sıcak bakmadı. O zaman Türkiye kıyı bölgelerde yaşayanlarla iç Anadolu bölgelerinde yaşayanlar arasında bir tercih yaptı gibi durmakta. Değişimi isteyen ve deniz kenarı olmayan Güney Doğu Anadolu da değişimden yana tavrını gösterdi. Bütün bu nüfus değişim ve adalet çağrısına kulak verdi ve seçime gitti; ama yeteri kadar ikna olamadığını da göstermek isteyerek ikinci turun seçimini birinci turun heyecanına terk etti. En azından kamuoyu yoklamaları değişimi gördüler ve hesapladılar; değişim neredeyse garanti gibi gözüktü. Sonra birdenbire seçimin gerçek sonucunda bu hesaplar suya düştü.
Peki nasıl bir anlam çıkarmak lazım? Nasıl oldu da anketlerde gayrı memnun oranı yüksekken birdenbire oy kayması olmadı? Nasıl oldu da memnun olmayan gençler oylamada sanki değişimi onaylamadı. Neden değişim isteyenler ne ekonomik krizi ne adalet sorununu, ne de Cumhurbaşkanlığı rejiminden Parlamenter sisteme geçişe geçit veremedi? İktidar tarafında ise değişim değil, devam mesajı vardı. Ve devam edildi dümdüz bir şekilde. Yaşanan yaşam sürdü. Yabancılarla Beyoğlu turistik bir yer oldu ve devam ediyor. Her lisanın konuşulduğu bir Babil dünyası içinde yaşanıyor. Ucuzlayan bir İstanbul ve tüm Türkiye. Alışverişe koşan paralı Araplar Nişantaşı’nın dükkanlarını ve alışveriş merkezlerini doldurmakta ve taşırmakta. Türkiye’de Türk lirası olarak para kazananların tüketime yetmeyen paralarının yerine bu müşteriler tüketim yapmakta ve dükkanlar memnun kalmaya devam etmekteler.
Neden turistler tüketmekten memnunlar da tüketemeyenler değişime kulak vermediler? Ne tuttu da asla bir değişim projesi en gündeme geldiği anda bile gözden düştü. Soğan üzerinden kurulu mutfak siyaseti heyecan vermedi. Demode miydi? Çoğunluk fakirlikten değil de zengin olma imkanlarıyla mı yanıp tutuşmaktadır? Krizden söz edenler sadece muhalif medyanın içinden gelen haberlere bakanlarla mı sınırlı kaldı? RTÜK ceza üzerine ceza yazdı. İktidar olduğu koltuğu istediği gibi kullanma hakkını gerçekleştirdi. Oyunun kurallarının bu olduğunu herkes biliyordu; ama değişim isteğinin o kadar kuvvetli olacağı sanılmıştı ki bunu da aşarız diye baktı muhalefet.
Peki mutlu olmayanlar mutlu olabildiler mi? Neticenin geldiği yerde değişim değil ama devamı seçen "milli irade" mutluluğun nereden geldiğini sanmakta? Bu zor bir soru içinde yaşadığımız dönemin koşullarında; çünkü felsefe eksikliği mutluluğun nerden olduğunu tartışacak kadar mevcut değil. Mutluluğun yeri belli mi? Değil; ama felsefenin özelliği mutluluğun nerede olduğu sorusunu sorabilmekten geçmekte, toplumsal alanda kabul edilmiş olan normlarda değil.
Platon’dan beri felsefe öğrencileri bilir ki, Devlet olarak Türkçeye çevrilen Cumhuriyet kitabında Platon bir bölümde "Adalet ve Mutluluktan" bahseder ve der ki, tiranlıktan zevk alındığında mutluluktan beklenen elde edilemez. Ama ortaklaşa bir yönetimden beklenen şeyin kendisi zaten, mutluluğun vatandaşlar arasındaki paylaşımında saklıdır. Mutluluk, Platon için, "değişimdedir". Değişimin deneyinde mutluluğa varmak ümidi vardır. Mutluluğun öznelliği paylaşmadan geçmektedir. Az insanın elindeki zenginlik topluma mutluluk vermez. Zarar vermekten başka bir şey yapmaz. Mutluluğun baş göstereceği yerde adalet duygusu vardır: Adalete değil, ama adalete yönelim söz konusudur. Suçlu olmayanların suçsuzluğu söz konusudur. Adalet işleyecek olan bir mekanizma olarak insanlara hakkını verdiğinde insanlar mutlu olmaya başlarlar. Mutluluk ümidin borcudur. Borcu ödendiğinde mutluluk kredi olmaktan çıkar ve borçlar ödenmiş olur. Ödenen borçlar insanı strese sokmaz ve mutluluk stressiz bir yaşamda saklanmaktadır.
Değişimin taşıyacağı mutluluğa güven sağlayacak bir siyasi ekibe ihtiyaç vardır. Bu ekip paylaşmayı öne çıkarır ve vatandaşlarını memnun etmeye çalışır. Bu da aslında içinden geçtiğimiz ve adına siyasi demokrasi adını verdiğimiz rejim olmaktan çok uzaktır; çünkü seçim ancak bir hamledir. Bu hamlenin sonrasında ortaya konacak adaleti gerçek kılacak bir paylaşma ortamı herkesi menün edecek bir ortamı yaratmayı başarabilir. Bu başarı ister iktidar ister muhalefet olsun kimin bu paylaşımı adil bir şekilde gerçekleştireceğine bağlıdır. Toplumun yenilenmesi değişime bağlı olarak çalışır. Azınlığı memnun edecek bir siyaset her zaman gayri-menün yaratacağından dolayı başarılım olabilme şansı düşüktür. Anı mutluluğa çevirebilenler, adaleti en azından bir patika olarak adil yolu sunmaktan geçen bir şekilde sağlayabilenlerdir.
O zaman mutluluk, neyin olduğu değil nasıl olduğu da değil, ama yaşanılanın kendisi haline girer. Mutluluk bir ödünç olmaktan çıkar.
Platon felsefenin temel taşlarından biri olarak nerdeyse değişmez bir değişimi önermiştir bizlere. Değişimin döneminde mutluluğun arayışında olan değişmez gerçeği: Mutluluk ve adaleti.
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |