Ali Akay

09 Temmuz 2023

Mehmet Ali Aybar'ı anmak

Bugün; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, yerel seçimlere az kalmış bir zaman birimi içinde "sol bir hegemonyanın" imkânı pek olmadığına göre, sadece var olan gruplarla bir ittifak imkânı gerçekleştirmeye çalışmak bile şu anda hayali durmakta değil mi? Ancak bu noktada, bir zamanlar var olan Mehmet Ali Aybar'ın katkısının bugünkü liberal sola olan yakınlığı sayesinde tekrar bir canlanma yaşamak mümkün olabilecek midir?

Seçimler sürecini hatırladığımızda, Emek İttifakı'nın, her türlü fikir farklarına ve HDP-Yeşil Sol Parti ile yaşanan sorunlara rağmen muhalefet bloku lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na destek gücü olarak gözüktüğünü izledik. "Sol bir ittifak" ilginç bir karışımdan (sağ, aşırı sağ, sol aşırı sol ve Kürt hakları hareketi) ortaya çıktı. Yani sol blok değil ama bir reaksiyon bloku oluşturuldu ve seçimleri kaybeder kaybetmez dağılıverdi.

Ama, sol olarak adlandırılan ittifakı anlamak için belki de solun kendi iç tarihinde Türkiye siyasi yaşamı sırasındaki hallerini hatırlamak ilginç olabilir. Bugüne gelen ve aralarında anlaşmanın zor olduğu bir süreçten, artık iktidarın yapısına ve yapılanma biçimine karşı her türlü siyasi ortaklık ile yan yana gelinebildiği bir sürece evirilmiş vaziyetteydik. Ve bu sona erdi.

Bakarsak; 1920'li yıllarda TKP'yi Trabzon'dan imha hareketinden 1960'lara kadar gelen süreçte siyasi örgütlenme imkanları olmayan ve tek partili bir rejimden Demokrat Parti'nin liberal ve Amerikan yaşam biçimini öngören siyasi bakışından itibaren tekil sol görüşlerin olduğunu ileri sürmek mümkün duruyor. Bu tekil entelektüel ve sanatsal çıkışlarda ise daha çok komünist hareketin etkin olduğu görülebilir herhalde.

9 Temmuz'da referandumla kabul edilen 1961 Anayasasıyla birlikte sola açılan pencerelerle fikir hürriyeti ve sendikal örgütlenme biçimlerindeki imkanların çoğalmasıyla solun toplumsal alanda kuvvetlendiği görüldü. Bu süreçte bir yandan Anayasal bir solu destekleyenlerle Anayasa dışında devrimci mücadeleyi önemseyen teorik çıkışlar arasındaki mücadele solun teorik bir yapılanmasına imkân vermişti.

Bu süreçte ise Türkiye İşçi Partisi ile 1962'den itibaren Mehmet Ali Aybar'ın rolü, teorik bir tartışma yerine pratik siyaseti seçmesiyle öne çıkmaktadır. İşçi sınıfına bilinç verecek işçi aydınlar ve hatta "ordu millet el ele" sloganıyla ordunun desteklendiği bir sol hareketin savunucuları arasında darbe yanlısı olanlar ile buna karşı çıkanlar arasındaki fark, TİP'te Aybar'ın eşitlikçi ve "güler yüzlü" bir sosyalizm anlayışında anlam kazanmaktadır ve Millet Meclisi'nde on beş parlamenter çıkarmanın başarısında yer almaktadır. İşçi aydınların bilinç verme felsefesini savunan bir sol modelin tersine, bilinç verme yerine eşit bir mücadelenin savunulması arasındaki farka yaslanan Aybar başka bir modele doğru dönmekteydi.

Mehmet Ali Aybar (Güllü Aybar arşivi)

Bu anlamda daha sonra 1970'te TİP'in Behice Boran kanadıyla bir çelişkiyi ortaya koymaktaydı (Aybar'ın 1969'da önce Parti Başkanlığından ve 1971'de de İşçi Partisi'nden istifası). Sosyolojiden sosyalizme giden bir yolu kat eden Behice Boran "toplumsal yapı" araştırmasındaydı. Köy-kırsal ve kent arasındaki ilişkilerin sosyolojisini yapmıştı. Sosyolojiyi siyaset ile birleştirme çabası onu Amerikan sosyolojisinden uzaklaştırmaya ve onu eleştirmeye doğru yönlendirmiştir. Marksist teori içinde yapılan tartışmalar çerçevesinde Türkiye Komünist Partisi çizgisinden hem ayrılmış hem de çizgiyi sürdürmeyi tamamen bırakmamış bir sol perspektif sunmaktaydı. 1965'te Urfa'dan milletvekili seçilen Boran daha sonra 1970 yılında parti başkanı seçilerek ilk kadın genel başkanı olmuştur.

M. A. Aybar ise hümanist ve atlet olan bir siyasetçi olarak Behice Boran'ın tavrına karşın daha eleştirel bakmıştır Marksizme. Türkiye'de solun dogmatik ve katı Marksist anlayışına karşı çıkarak, Doğu Bloku ve SSCB eleştirisi yapmanın sola ihanet sayıldığı yıllarda Aybar'ın SSCB ordusunun işgallerine karşı çıkması manidardır. Hümanizmin, solun birleşmesinin ve özgürlüğün "ekonomik eşitliğin" önünde yer alması Aybar'ın Fransız 68 hareketinin içinden geçmiş olduğunu düşündürtür. Çünkü 1968'den itibaren Marksist sendikaların ve Fransız Komünist Partisi'nin eleştirileri ön plana çıkmaya başlayarak, revizyonizm ve ihanet kavramları arasında sıkışmış kalmış bir solun içinden geçerek sola bir özgürlük nefesi verebilen Aybar'ın İşçi Partisi tavrı olarak gözükmektedir. Buradan itibaren daha özgürlükçü ve liberal bir sol (çıkardığı Hür ve Zincirli Hürriyet gazeteleri ve onu ünlendiren "Kâğıt Üstünde Demokrasi" yazısıyla CHP eleştirisi) anlayışını benimseyen 1980 nesli entelektüellerinin de bu çizginin devamını ortaya koymuş olduklarını düşünebiliriz. Bir de 1980 darbesiyle birlikte Kemalizm ile sol liberal bir Marksist düşünce arasında bir mesafe olduğu fark edilmiştir diye düşünüyorum. 

İşçi Partisi'nden istifası sonrasında siyasete küsmek yerine adı önce Sosyalist Parti ve sonra da Sosyalist Devrim Partisi olan hareketi başlatması ile onun "rasyonel milliyetçilik" ile sosyalizm arasında kurmak istediği çizgi kırılma noktasına gelmiştir.

Burada tekrar ediyorum: Bilhassa Mehmet Ali Aybar'ın "Güler Yüzlü bir Sosyalizm" anlayışıyla diğer kanadın daha Sovyet Bloku'na yaslanan bakışı arasındaki fark herhalde 1980 sonrasındaki "ikinci dalga sol" olarak görülebilecek yaklaşıma bir etki sağlamıştır diye düşünülebilir, kanımca. Çünkü Sovyet Bloku'nun Doğu Bloku ile ilişkisinin dışında 1956 ve 1968 Budapeşte ve Prag baharına vermiş olunan destek Sovyet tanklarıyla Sovyet devlet anlayışına karşı çıkılan bir hareketin başlangıcı olarak kabul edilecektir. İşte tam da burada Aybar'ın etkisi öne çıkıyor diye düşünebiliriz. 

1970'lerin sonunda, köylerde ve gecekondu mahallelerinde yapılan örgütlenme biçimlerine dair teorik tartışmalar bir anlamda ikinci plana alınmıştır; yerine örgütlenme biçimleri geçmiştir. Örgütlenme için de, bu yıllarda Avrupa solunda yer alan ve bilhassa Fransa'da Michel Foucault ile birlikte ikinci bir sol hareket olarak görülebilecek Sovyet Bloku'nun baskıcı ve totaliter karakteriyle birlikte Gulag Kampları üzerine yapılan tartışmaları Türkiye solunda görmek pek mümkün durmamakta.

Aybar'ın Sovyet tanklarına hak vermeyen bakışı ise sol içinde o zaman belki de azınlık bir grubun sola bakışı ile sınırlı kalmıştır. Bugün hâlâ bu azınlıkta kalan sol çizginin tam olarak yerleşemediğini izleyebiliriz. 

Ancak, başka bir yere bakıldığında, yeni bir sol hareketin entelektüel gücü 1980 darbesinin yerleştirmiş olduğu Kemalizm'e bakışında yer bulabilecektir. Bu eleştiri direkt olarak Cumhuriyet'in kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'e değil, ama onun adı etrafında şekillenmiş olan bir siyasi oluşuma karşı yeni bir bakış olarak, ordunun müdahalelerine karşı sivil toplumun gücünü daha önemseyen bir sol görüş şekillenmiştir. 

Bilhassa entelektüel kapasitesi 12 Eylül sonrasına doğru giden sol hareketlerdeki özgürlükçü ve çoğulcu anlayışın arkasında belki de Aybar'ın etkisini görmek mümkündür. Yine benzer nedenlerden dolayı 1990'ların sonunda 21. yüzyılın siyasetinin içinde şekillenmeye başlayacak olan ama kadük bırakılan bu sol liberal hareket daha sonra azınlık meselesinde kuvvetli bir yer edinmeye başlamıştır. Bu azınlık olma hali sadece milli veya etnik değil, aynı zamanda dini olarak da azınlık olarak kabul edilen gruplara yapılan destek ile kendisini eski devletçi sol hareketlerden ayırmayı bilmiştir. Burada 2013 sonrası başka bir forma giren AKP iktidarının tavrı belirleyici olmuş gibi durmaktadır. Bu tavır değişikliği ile yapılan siyasi hareketlerin karşısında "ikinci dalga liberal sol" sürdürmekte olduğu tavrını bir kenara bırakmaya başlamış ve totaliterleşmeye, otoriterleşmeye doğru yüz tutan iktidara karşı duran siyasi güçlerle ittifak içine girmeye başlamıştır. 

Bugün; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, yerel seçimlere az kalmış bir zaman birimi içinde "sol bir hegemonyanın" imkânı pek olmadığına göre, sadece var olan gruplarla bir ittifak imkânı gerçekleştirmeye çalışmak bile şu anda hayali durmakta değil mi? Ancak bu noktada, bir zamanlar var olan Mehmet Ali Aybar'ın katkısının bugünkü liberal sola olan yakınlığı sayesinde tekrar bir canlanma yaşamak mümkün olabilecek midir? 10 Temmuz 1995'te, ölümünün yıl dönümünde, Mehmet Ali Aybar'ı tekrar anmak ve hareketine bugüne ait bir anlam aramak solun tartışma alanına girebilir, belki de... Yeniden canlanma için yeni tartışma ve siyasetin de ötesine geçecek teorik bir tartışma zemini, sanki şart gözükmekte, bir gün tekrar canlanma yaşanabilirse!

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.