Ali Akay

16 Temmuz 2022

Kaybolan yıllar (2): Hiperrealist gerçek

Sahte bir siyasetin "sahte bilinçlere" ihtiyacı var sanki ve bu nedenden dolayı mıdır ki, yalan olarak işlenen suçlar artık yalan kategorisine girmekten çok "yanılma" olarak adlandırılmakta. "Yanılma ve aldanma" dünyasında artık gerçek dışına çıkılmış olsa bile, yapılanlar mazur görülebilmekte o halde!

Geçen yazımda Balzac'tan yola çıkarak bugünkü medya ve sosyal medyada "yazıyla saldırılar" ve komplo yazıları düzeyenlerle 19. yüzyılda para ve prestij kazanmaya uğraşan eleştirmenleri kıyaslamıştım. Ve "sahte bilinçlere" sahip olan troller ile sahte saldırılar düzenleyen edebiyat ve sanat eleştirmenleri arasındaki zaman farkına rağmen benzerliklerden söz etmiştim.

Fakat "bu benzerlik nerden gelmekte?" sorusunu sormadan geçemiyorum. 19. yüzyıl teknolojik gelişimiyle ilgili olarak Balzac matbaa makinelerindeki yenilikten bahsetmekteydi. Hatta roman bu makineler üzerine başlıyordu. Nasıl ki Victor Hugo bir kiliseden bir roman kahramanı çıkarmıştı (Notre Dame de Paris), Balzac da makinelerdeki teknolojik değişimle ilgili olarak naif bir taşra şairi ile yeni teknolojilerin hızından geçen bir kurnaz yazarı yan yana getirmekteydi. Makine-insan ilişkisi ahlaki bir çöküşün göstergelerinden biri olarak gözükmekteydi.

Daha bugüne yakın olarak Guardian gazetesinin başındaki Katherine Viner 2016 yılında, yeni teknolojinin (internet ve sosyal medya) enformasyon geçeğine nasıl rahatsızlık verdiği üzerine bir makale yazmıştı. Belki de ilk sahte siyasi haber ve "gerçek-sonrası" olay olarak Brexit tartışmaları sırasında "sahte enformasyon" (o sırada Birleşik Krallık Başbakanı olan David Cameron'un Oxford yıllarına ait gerçeği kanıtlanmamış bir haber yayınlanmıştı) etkili olmuştu tabii. Haberi yayımlayan gazeteci, yirmi dört saat sonra enformasyonu doğrulamadığını itiraf etmişti. Bu aynı zamanda "sahte bilinç" olarak da gündeme gelebilir. Brexit açıklandıktan hemen bir saat sonra UKIP'den (İngiltere Bağımsızlığı Birliği, göç-karşıtı ve Avrupa Şüpheci siyasi partiden) Nigel Farage sahte haber olduğunu açıkladı. Ancak; her yerde olduğu gibi birinci tür bilgiye sahip olanlar (kulaktan dolma siyasi yorumlar) ile siyaseti akıl yoluyla stratejik olmaksızın düşünenler (yanılabilirler de) arasında hakiki gerçek ile hayali gerçek arasında kurulan yarık mevcut olmaya devam ediyor. Bu açıklamalara rağmen Brexit oylandı ve kabul gördü. Birçok yerde hayali bir spekülatif dünya ile gerçek maddi dünya arasındaki farklı perspektiften bakışlar heterojen olmayı sürdürmekte. Sahte bilinç kol geziyor.

Umberto Eco'nun 1985 yılında Fransızca olarak yayımlanan ve daha önce 1970'li yıllarda İtalya'da çeşitli dergilerde "göstergebilimsel his" şeklinde yazmış olduğu makalelerden toplanmış kitabında hiperrealizmi sorun etmekteydi. Fransızcası "Sahte Savaşı" olarak yayımlanan bu kitapta 1950'li yıllarda teknolojik olarak ortaya çıkan holografiyi örnek göstermekteydi. Denis Gabbor'un bir lazer tekniği olarak bulduğu bu aygıt 1970'li yılların sonunda post-modernlik tartışmaları içinde gündeme gelmekteydi. Gabbor'un buluşu üç boyutludan daha boyutlu olan renkli fotoğraflardan oluşan "büyülü kutuydu". Kutunun içine küçültülmüş boyutta bir tren ve bir de at yerleştirdikten sonra, perspektifin bize göstermediği kısımları da seyirci görebilmekteydi. Hatta büyülü kutu dairemsiyse, o zaman, seyirci her tarafını görmek imkanını bulabiliyordu. Doğal bir yerde göremediğimiz kısımları (perspektif kuralları o bakımdan doğanın temsiliydi) görebilmek doğanın gerçeğinin ötesine geçebilme imkanını verebiliyordu. Ve hatta fotoğraf birçok yapay perspektiften çekilip yan yana getirildiyse tren ve at kımıldamakta ve yürümekteydi (aslında yerinde durmakta olsa bile). Sanayi teknolojisinde NASA'nın kullandığı bu alet hava kartografyasında iş görmekteydi. Resimde de 1970'lerin hemen başında bir sanat akımı olan Hiperrealizmin (gerçekten daha gerçek) etkilerini düşünmekteydi. San Francisco'da "Büyücülük Müzesi'nin kapısı bu teknolojiyle gerçekleştirilmişti. Ve popüler bir etki yapmaktaydı. Bugün buna benzer bir sahteliği sanatlarda algoritmalarla gerçekleştirenler var. Popüler bir etki yapan bu teknoloji sahtelik dünyamıza bir kat daha gerçek-sonrası katmakta başarılı olmuş gibi duruyor.

Umberto Eco

1938'de ortaya çıkan çizgi roman kahramanlarından biri olan Superman de "Yalnızlık Kalesine" çekildiğinde kendisine benzeyen robotlar sayesinde çoğalmaktaydı ve bu sayede tanrısal bir güç gibi dünyanın her yerinde bulunabiliyordu. Superman doğa kanunları gerçeğinin dışına çıkarak uçabildiği için bir kahramandı ve suç işleyenleri cezalandırmak üzere yakalayabiliyordu. Superman'in bu kalesi aynı zamanda onun hatırlarının saklandığı bir yerdi (bugünkü cep telefonlarımızın ve bilgisayarlarımızın saklama alanı olanak kullandığımız "ICloud" bizim "Superman kalemiz" olarak işlemiyor mu?). Superman'in yaşadığı her şey bu kale alanda kopyalanmaktaydı, tıpkı bugün olan bilgisayarlarımızda olduğu gibi. Bu alanda Superman'in hatıraları minyatürleştirilmiş bir şekilde saklanmaktaydı tıpkı bugün pikselleri düşürülmüş saklama alanları gibi! Daha fazla örneklemeye gerek kalmadan "post-truth" gerçek-sonrası dünyamızın siyasetini belirlemeye başlayan teknolojinin nerden gelmekte olduğunu düşündüğümüzde modernlik olarak adlandırılan ve ilerleme üzerine işleyen bir zihniyetin aynı zamanda bir sahte dünyaya ihtiyacı olduğunu da düşünmeli miyiz? 

Sahte bir siyasetin "sahte bilinçlere" ihtiyacı var sanki ve bu nedenden dolayı mıdır ki, yalan olarak işlenen suçlar artık yalan kategorisine girmekten çok "yanılma" olarak adlandırılmakta. "Yanılma ve aldanma" dünyasında artık gerçek dışına çıkılmış olsa bile, yapılanlar mazur görülebilmekte o halde! Yazarlar ve eleştirmenler de o halde akıllarına gelen gerçeği eserleri tanımlamak üzere yazdıklarında "her şey mubah"! Gerçekten çıkma sadece siyasi olarak değil, o halde gündelik yaşamlarımızda da sabitlikten bizi uzaklaştırmakta ve holografi teknolojisinin yaratmış olduğu dünyada kımıldamakta gibi durmakta aslında.

Belki de ilk olarak siyasi gerçek-sonrasının ötesine tekrar dönerek, doğayı tekrar bulabilmek için önce temsili olarak işleyen sanatlarda yüzümüzü gerçeğe doğru dönmeye başlamalıyız. Sanat, temsili (röpresantasyon) olarak gerçeği yakalayabilirse belki tekrar, o zaman, siyasi alan da kendi gerçeğini açığa çıkarmaya başlayabilir. Başlayabilir mi?

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris’te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi’nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul’da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü’nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye’de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları  yayınlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok  kitabı vardır.