Yakın zamanlarda bilim dünyasında bir bakış değişikliği yaşanmakta. Bunu en çok bilim filozofları öne sürmeye başladılar. İlerleme üzerine veya hatta evrimle ilerleyen bir bakış içinde her canlı organizmanın bağımsız bir şekilde kendi kodları üzerine gelişen bir anlayışın yavaş yavaş terk edilmesinden bahsedenler var. Bunu ileri sürenler arasında, bilim filozoflarından biri, 1980’li yıllarda Paris VIII Üniversitesi’nde Gilles Deleuze’ün derslerinden tanıdığım kişi. Yani; aynı yerde birlikte dersleri takip ettiğim kişilerden biri olan İsabelle Stengers ve onun ileri sürdüğü bakış üzerine düşünmek bilimsel açıdan ilginç olabilir. O yıllarda Paris VIII’deki sınıfta, yaşça benden daha büyük olan Stengers ile aynı atmosferi paylaşmaktaydık. Dersleri sırasında Deleuze’ün farklı yaşlardan insanların yan yana gelmesini arzuladığı ders ortamında, aynı yaşta olmamaya ve aynı sınıfta olmaya çok daha fazla önem verdiği bir "okul sınıfı yapısında" benzer anları paylaşmaktaydık. Bu derslerde, İsabelle Stengers’in özelliği sadece bilim filozofu olması değildi; Deleuze kendisine bazen söz vermekte hatta bazen ona bilimsel sorular bile sormaktaydı. İ. Stengers bilinen bir araştırmacıydı. Fizikçi ve kimyacı, 1977 yılının Kimya dalında Nobel ödülü almış Moskova doğumlu İlya Prigogine ile birlikte yazdıkları kitabın (Yeni İttifaklar-(Bilimin Dönüşümü),1979) son kısmında Kuantum fiziği ve termodinamik üzerine olan bakışlarında "yeni ittifakları" öne sürdüklerinde, düşüncelerinin Gilles Deleuze’e yaslandığını yazmışlardı. Bir filozofun bilim dünyasına yol gösterici olması çok ama çok dikkat çekiciydi 20. yüzyılın sonunda; çünkü bilim yükselen, felsefe ise artık çok önem verilmemeye başlanan bir dal olarak durmaktaydı.
1980’li yılların ortalarından söz etmekteyim. Burada anı gibi gözüken, ama anı olması için söz etmediğim felsefe ve bilim ittifakından bahsetmekteyim. Bugün içinde yaşadığımız koşullarda, bilim ve laboratuvar dünyasının içinde sadece deneylere ve istatistiklere değil, aynı zamanda düşünce ve bakış açılarına da, yeni fikirlere de, belki, ihtiyaç olabilir?
1979 yılında yayımlanan kitapta, iki bilim insanının eleştirisi Jacques Monod üzerine odaklanmaktaydı. "Kökeninde zaten bir rastlantı sonucu meydana gelen insanın sonunda, tek başına kaldığını (metafizik varlıklardan ve başka nesnelerden arınarak, kendini yeniden üretebilen insan varlığı) ve eski ittifakları bozduğunu" "Rastlantı ve Gereklilik-1970" adlı kitabında yazan J. Monod’nun moleküler biyolojik bakışına karşı eleştiriler geliştirilmişti. Ve ikisinin de felsefeye verdiği önem ışık saçıcı bir bakışı yeniden gündeme taşımaktaydı. Yeni ittifak, hem dinamik ile termodinamik arasındaki disiplinler-arası farkı ifade etme hem termodinamik ile dinamiği hem de doğa bilimleriyle felsefeyi birleştirme çabasıdır.
Şimdi, 2020 Dünya Ekonomik Forum’unda Hariri’nin konuşmasında, bundan sonra "bağımsız insanların" kalmayacağını ileri sürdüğü söylenmekte. Kodlarla tanımlanacak bir insanlığın biyo-kimyasal süreçlerle işleyeceği konuşulmakta. Söz konusu verilere (data) sahip olan elitlerin yöneteceği bir dünya öngörülmekte. Fakat, bana kalırsa, sadece yıkım ve felaket öngörüsü olarak duran bir biyo-teknolojinin hakimiyetinden bahsedilmekte. Hatırlanırsa (nasıl hatırlansın ki!) Fransız filozof Jean-François Lyotard’ın post-modern olarak adlandırdığı dönem olarak öngördüğü dünya düşüncesi, zaten veriler (datalar) ve tekno-biyo-bilim dünyasının hakimiyeti üzerine düşünmekteydi: Tele-grafik , yani, uzaktan ilişkili ve temassız bir yüzey olarak dünya. Hatta Lyotard, 1985 yılında Georges Pompidou Kültür Merkezi’nde "Les İmmatériaux" adlı bir sergi de yapmıştı. Halbuki "bağımsız düşünen insan" (eski anlamda insanın kendi özgürlüğü) kalmayacak demek, bugünkü bilimin geldiği noktanın farkında olmamak demek sanki! Aşağıda ele almak istediğim yeni bilimsel biyolojik yaklaşım bireysel veya bağımsızlık üzerinden değil, tersine insanların birbirlerine olan bağlılık ilişkileri üzerinden düşünen bir "kolektif biyoloji" bakışıdır.
Bugün, İsabelle Stengers, bilim felsefesi alanında otorite olarak dinlenen ve okunan biri ve bilhassa bilimsel açıdan İlya Prigogine, ekolojik açıdan ise Bruno Latour ve Donna Haraway ile yakın temasta bulunmakta. Kozmopolitik (1997) olarak adlandırdığı iki ciltlik kitabının hemen başında, Stengers, "bilimler savaşı" olarak adlandırdığı dönemin, yani, bugünkü bilim alanında, Galileo, Newton, Einstein gibi kozmolojik bir bilgi türü üreten bilimin 20. yüzyılın sonunda, S. Hawking ile geldiği noktada, bu sonuncusunun bir sözünü hatırlatmakta: "Yakında Tanrı’nın da tinini öğrenmeye başlayacağız". Bilim açısından bu olumlu bakışın epeyi gerisinde mı durmaktayız hâlâ? Ama ikinci bir sorunun içindeyiz: "Kalıcılık açısından bakıldığında güneşin kaynakları tüketildiğinde, evrenin kendisi bitkin hale girdiğinde, insan bir kaç milyar sene sonra ne hale gelecektir ? Bu tartışma ekolojik ve sosyal boyutunun yanında iktisadi açıdan da tartışma konusu olmaya devam etmekte.
Bugün tıp ve bilim dünyasının ön plana çıktığı ve de düşüncenin bu doğrultuya yöneldiği bir zaman biriminde, Stengers bize 1970’li yıllarda Deleuze ve Guattari’nin kavramlarından birini, tekrar ele alıp, bilim dünyasın açısından hatırlatıyor: İnvolüsyon[1]. Evolüsyonun tersi olarak anlaşılacak olan bu kavram, matematikten (bilhassa cebirden) ve tıptan alınan bir kavram. Geriye doğru bir kıvrılmayı veya fonksiyonun tersi hareketini göstermekte. Bunun açıklamasını tabii matematikçilere bırakmak lazım; ama bir başka açıdan da ileriye giden bir hastalığın geriye yönelmesi anlamına gelen "nekahet dönemine veya devresine" girmek anlamını da taşımakta. Hastalıktan kurtulmuş ama zayıf kalmış bir bedene sahip kişinin durumu demek. Bugüne ait bir bakış belki de ? Nekahet devresine giren bir toplum ve insanların yaşamı. Bu, salgını atlatan bir duruma ait gibi gözükmekte: İştahlı hale gelen, kuvvetlenmeye başlayan bir beden arzusu!
Bilim dünyası içindeki eğilimleri göstermekteyken İsabelle Stengers’in ileri sürdüğü kavram involüsyon. Ve bu kavramın 1970’li yıllarda Deleuze ve Guattari’den ödünç aldığını da sıklıkla vurgulamakta. Böylece de, bilimsel biyolojik bakışın, artık bireysel bir bedene değil, yani "bedenin bağımsızlığına" değil, bedenlerin birbirleriyle olan temasına, karşılıklı-bağımlılığına" odaklanmakta olduğunu söylüyor. Stengers, biyolojide bu şekilde düşünen ve olaylara bu şekilde bakan gruba, geçmişin büyük soyutlamalarından geçip de uzaklaşmış biyo-bilim insanlarına "eko-evrimci" adının verildiğini hatırlatıyor.
Bu yeni biyolojik bakış "organizmanın bireyciliğini" bir kenara bırakıyor. "Karşılıklı bağımlılık dokularına" bakılmaya başlanıyor. Bu bakış bedenler kadar onların yaşadığı çevreyi de (yani yaşanan ortamın ritimleri) göz önünde bulundurmaya çalışıyor; aralarındaki karşılıklı ilişkileri ön plana çıkarıyor. Bağımsızlık sürecinden involüsyon halinde bugün karşılıklı bağımlı ilişkilere girmekteyiz: Kolektifleşmekteyiz.
[1] Bu kavram ile ilgili 1980’lerin sonunda çevirmiş olduğum kitaba gönderme yapabilirim. Gilles Deleuze-Claire Parnet, Diyaloglar, Bağlam Yayınları, Yeni, baskısı 2017