Ali Akay

05 Eylül 2022

Hastalıklı toplum

Her şeyin şirazesi kaymış ve akıllılık artık “geçer akçe olmaktan” çıkarak “düzenbazlık” kabul görmeye başlamış! Toplumun ahlaki çöküntüsünü gördüğümüz zaman “akıl sağlığının” pek de artık yerinde olmadığını söylemekten başka bir şey akla gelmiyor

Uzun zamandan beri “cinnet toplumu” kavramını kullanmaktayım. Kafayı “sıyırmış” insanların içinde, onlarla birlikte yaşıyoruz, hep beraber. Gün yok ki, mahalle kavgaları olmasın, kavgaların kanlı bıçaklı olarak sürdürülmesi konu edilmesin; kavgaların yoldan geçenlere sıçramaya başladığı ve polisin bu tip olaylar karşısında aciz kaldığı veya bazen nerdeyse taraf tutmak zorunda kaldığı ima edilmesin. Bütün bunlar gittikçe hastalanmaya başlayan bir toplumun içinde yaşamakta olduğumuzun göstergeleri olmaya başlamakta. Gün yok ki doktorlara saldıranların vahşeti basına yansımasın. Gün yok ki ekonomik haberlerde skandallar, yolsuzluk haberleri, “çökmeler” ve buna benzer olayları haberlerde izlemeyelim. Gün yok ki şuraya veya buraya saldırganlık yapanların tahliye edildiği haberi çıkıyor. Ve de dünya barış günü “kavga günü” haline dönüyor. Barışmak yerine kavga etmek tercih ediliyor. Kazanan olmayacak bundan; ama yine de tercih edilen “ortak kazanç” ve barış olmaktan çok bir tarafın bertaraf edilmesiyse bu başarılıyor. Halbuki sağlıklı olan da bunun tam tersi değil mi?

Fakirlik diz boyu, hayat pahalılığı artık “şok” olmaktan çıkmış ve “travma” halini almış vaziyette.  Enflasyonun boyutunu hesaplamak için resmi ve gayrı-resmî kurumlar arasında rekabet var! Alış-verişlerdeki rakamlar akıl almaz bir yükselmeyi gösteriyor. Her gün zam haberi. Çöküntü ve umutsuzluk toplumu sarmaya başlamış, fena bir yöne doğru adım adım ilerlemekte. Gençlerin hakkettikleri gibi yaşama, iş ve ev bulma imkanları kısıtlanıyor; ailelerin ve genç üniversite öğrencilerinin kiralarına gelirleri yetmiyor. Kazançlarla yaşam pahalılığı arasında bir uçurum oluşmuş vaziyette!

Nasıl bir ortam içindeyiz? Turizmin nerdeyse belirli bir coğrafyaya kısıtlı kaldığını izliyoruz. Neredeyse Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, “Misak-ı Milli” sınırlarının dışında kalmış olan ve sonrasında sömürge siyaseti içinde yaşamış halkların çocuklarının turizmini gözlemliyoruz. Eski metropole gelmiş göç ve sömürge sonrası turizmi gibi yaşanmakta nerdeyse!  Böyle bir ortamda, bu tip bir turizm toplumsal alanı rahatsız etmekte -hangi ideolojik çevreden gelirse gelsin, hangi siyasi partiye yakın hissederse etsin-. Hayat pahalılığıyla, enflasyonla, para biriminin erimesiyle, Türk Lirası'nın bugün gelmiş olduğu halinin oluşturduğu fakirleşmenin yanında, gelen turistlerin yabancı para değerlerinin yüksekliğiyle rahatça harcama yapmaları arasında sıkışan toplumsallık hastalık kokmakta. Gelen turistlerin davranışlarıysa, sanki sokağa ve caddelere hâkim olarak yan yana kalabalık aile olarak yürüyerek, eski Osmanlı tebaası gibi eski metropoldeki yolların sahibi davranışını gösteriyor. Halktan en çok şikâyet, yollarda yan yana çocuk arabalarıyla yürümekte olan kalabalığı ortaya koyan turistlerden geliyor.

İstanbul’un taksi sorunlarından her yerde bahsedilmekte. Turistler için sanki bir taksi sürüsü var; yerel insanları almamayı tercih etmekteler. Kadıköy yakasında ise bu sorun yok gibi sanki! Turist daha az herhalde. Taksiler ise hayatlarından her şeye rağmen memnun değiller. Bu sistem işlemiyor. Araç sahipleri sanki birer feodal şef gibi rantı toplamakta. Şoförler ise ödeme yapmakta zorluk çektikleri için sıkıntılılar ve hayatlarından hiç mi hiç memnun değiller. Bu sinirli vaziyet tartışmalara da yansımakta. Müşterilerle ve hatta bazen başka araba sahipleriyle kavgaya tutuşmaları an meselesi! Bir keresinde gözümün önünde bagajından balta çıkararak diğer araç sahibine saldırmaya kalkan şoförü zapt etmek tabii oldukça güç. Çok dikkatli konuşmak gerekecek; rencide etmeden kendi hayatına zarar vereceğini duyduğunda sakinleşen bir şoför cinnet geçirmekte.

Gazeteleri açıp da haberlere bakıldığında, artık ana haberler eski ikinci sayfa haberlerine dönmüş vaziyette: “Cemiyet haberleri”. Kimin kime tacizde bulunduğunu, hangi genç delikanlının kendisinden ayrılmak isteyen kız arkadaşına el kaldırdığını da değil, cinayete kadar giden bir ilişki sonlandırmasından söz edilmekte. Akıl sağlığı yerinde olan insanların yapma imkânı olmayan hareketlerin yapıldığını ve sinir yüzünden suçların işlendiğini görmekteyiz. Yine bugünün toplumlarında, akıl sağlığı yerinde olmayanların söyleyebileceği türden cinsel söylemler sarf edilmekte.

Veya bir siyasi parti ileri gelenlerinden birisinin polisin burnunu kırdığını okuyoruz. Yine iki saldırganın bir delikanlıya yumruklar indirerek yere serdiğini, ama sonra polisler tarafından yakalandığı halde, bu sefer serbest bırakıldığını da gördüğümüzde pek bir şey anlamıyoruz diyeceğim, ama tam tersine, düzenin bozulduğunu görmekten başka bir anlam veremiyoruz, sanırım.

Söylemek istediğim herhalde anlaşılır, ama yine de şunun altını çizmek istiyorum: Bu acayip gidişatı normal bulan ve her şeyin yolunda olduğunu ileri sürenler hakkında ne demek gerekecek? Bu kadar tuhaflıklar silsilesine rağmen her şey iyi gitmekte diyenlere durumdan mustarip olanlar (çoğunlukla alt ve zorlanmakta olan orta sınıflar) ne diyebilecek? “Bizi anlamıyorsunuz” mu? Ama kurallar (yani her zaman müşterek bir şekilde kabul görmüş olan yüz yıllık yaşama biçimleri ve kuralları) bir yana bırakılarak yeni icatlar geldiğinde, sosyolojik açıdan rasyonel olan nedir? Müşterek bir dil tutturulamaz ise, o zaman uyum sağlamakta zorluk çekenler bu duruma “aklen doğru” perspektifinden bakmak durumunda kalmayacaklar mı? Bir toplum kurumu (isterse filozof Cornelius Castoriadis’e gönderme olarak alınsın), kurum olarak alışkanlıklarına göre hareket etmez mi? Değişim ise sancılı dönemlerde ortaya çıkmaz mı? Bu ortam gerginlik ortamı olarak adlandırılmakta değil midir?      

Aslında sinirsel hareketler bireysel olmaktan çok toplumsal düzenlemenin içinden geçmekte. Kalabalık bir söylemin içinden gelişen ve imkân bulan bu tip yaralama ve cinayet haberlerinin toplumun ne kadar hastalıklı olduğunu göstermekten başka neyi göstermektedir? Şikayetçi olan insanların akıl sağlığı da yerinde mi? Gittikçe mültecilere ve her şeye rağmen kabul edilmesi imkânsız olan bir ırkçılık söyleminin havalarda gezdiğini de izlemekteyiz.  Yabancıların daire kiralamasından veya satın almasından sıkıntı duyanların kira fiyatlarından şikâyeti ise başka bir sorun. Birdenbire inanılmaz rakamlar havada uçuşuyor! Şaşırtıcı olan bunların normal kabul edilip, kanıksanıp, ayrıca da mülk sahiplerinin de iştahını kabartmış olması değil mi? Bu sağlıklı bir ev sahibi kiracı ilişkisi gibi durmamakta.

Her şeyin şirazesi kaymış ve akıllılık artık “geçer akçe olmaktan” çıkarak “düzenbazlık” kabul görmeye başlamış! Toplumun ahlaki çöküntüsünü gördüğümüz zaman “akıl sağlığının” pek de artık yerinde olmadığını söylemekten başka bir şey akla gelmiyor. Nobranlık, hoyratlık, terbiye eksikliği ve vatandaş gibi yaşama şartlarının ortadan kalmaya başladığı bir toplumsal alan kendi bütünlüğünü kaybetmeye başlamış demektir.

Toplumlarda anomi her yeri sarmaya başladığında, yani birey ile toplumun alakası kopmaya başladığında, istenmeyen şeylere gebe olacak bir ortam ortaya çıkmaya başlar. Ahlakı savunacak kişilerin ahlaksızlıkları duyulmaya başlanırsa, o zaman kime ne söylenebilecektir?

Cinnet, şizofrenik bir ortama doğru taşımakta toplumsalı. 1972 yılında çıkan bir kitabın alt başlığını hatırlatıyorum: “Kapitalizm ve Şizofreni”. Kapitalizmin doğası gereği şizofren yaratmakta olduğunu iddia eden Deleuze ve Guattari’yi anmadan geçemeyeceğim.

Belki de en çok bugün toplumsal bir “şizo-analize” ihtiyaç duyulmaktadır.  

  

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris’te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi’nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul’da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü’nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye’de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayınlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.