Ali Akay

04 Aralık 2018

Fransa'da ne oluyor?

Hangi sınıf fraksiyonu bu hareketi başlattı? Fakirler mi?

Son üç haftadır Fransa’da ve bilhassa Paris’te “Sarı Yelekliler” adı altında ortaya çıkan bir sosyal fraksiyon benzine konulan vergilere karşı örgütlemek üzere gösteriler düzenlemeye başladı.  Otobanları tıkayarak başlayan hareket artık bir ayaklanmaya doğru yol alır vaziyette.  Göstericiler bir sınıf fraksiyonu mu yoksa bir siyasi örgütlenme mi? Yoksa ayın sonunu getirmeyenlerin bir “bıkkınlık “ mücadelesi mi? Bu sorular etrafında dönen tartışmaları Türkiye uzaktan, ama nerdeyse günü gününe izlemeye başlamış vaziyette. Uluslararası basının 2 Aralık sabahı manşetlerine bakıldığında Fransa’daki hareket haberlerin başını çekmekte. Fransız televizyonları ise bu hareketi naklen vermekte. Kahvelerde, barlarda oturup bir şeyler içen ve yiyen insanlar televizyon ekranlarının bulunduğu yerlerde olayları naklen izlemekteler.

Şu soruları sormakla başlamak mümkün. Hangi sınıf fraksiyonu bu hareketi başlattı? Fakirler mi? Bunun cevabı hemen verilebilir; çünkü hem sokağı izleyenler hem de televizyonlarda haberleri aktaran röportörler aynı tasviri yapmaktalar. Öncelikle bu insanlar araba alamayacak kadar fakir olanlar değiller. Orta alt sınıf olarak adlandırılabilecek bir sınıf fraksiyonunun burada yer almakta olduğunu gördük. İkinci bir nokta ise ilk iki haftaki hareketlerde yaş ortalamasının kırklar civarında gözükmesi. Üçüncü  bir tespit ise genç kadınların daha çok “orta sınıf zengin” olarak nitelendirilebilecek, arabası olan ve Paris’te oturanlardan oluşmasıdır. Başka bir tespit ise Aşırı Sağ’a mensup olan gençlerin bu hareketin içinde önemli bir yere sahip olduğunun fark edilmesidir.

Ve, bunlara eklenen Fransa’da “Kraliyetçi” sembolleri üzerlerinde taşıyan insanların (Action Française) göstericiler arasında görülmeye başlanmasıdır. Bu son nokta ilginç bir şekilde bizi yüzyıllarca önceye taşıyan bir sembolü ortaya koymakta. 1789 devriminden beri sesleri çıkmamaya başlamış olan kralcıların görünür olmaya  başlamaları ve de Cumhuriyet rejiminin sembollerine karşı saldırmaya başlamaları. Geçtiğimiz Cumartesi Champs Elysées de buluna Zafer Taktının olduğu meydanda bulunan Zafer taktı Müzesinin önünde polisleri sıkıştırıp Zafer Taktının (Arc de Triomphe) altında bulunan müzenin göstericiler tarafından talan edilmesi sırasında, Fransa Cumhuriyeti’nin sembolü olan Marianne heykelinin yüzünün paramparça edilmesi dikkat çekicidir (zaten Macron Cumhuriyet sembollerine saldırıdan söz etti). Böyle önemli bir sembole saldırının Cumhuriyet rejimi karşıtları tarafından gerçekleştirilmesi, Fransız aşırı sağ gruplarının artık sadece hükümet ile değil, ama aynı zamanda var olan siyasi anayasal rejimle kendileri arasındaki görünür mesafeyi görünür kılmaya başlamaları olarak durmaktadır.

Alt orta sınıf hareketi olarak başlayan bir gösterinin sadece yolları bloke etmesi değil, aynı zamanda Cumhuriyet sembollerine saldırmaya başlaması bugün tekrar sorgulanacak olan bir anayasal siyasi rejime karşı hareket olarak gözükmekte olduğundan, kanımca Fransa’da Cumhuriyet rejiminin altında siyaset yapan bütün siyasi partileri ilgilendirmektedir. Bu onların ortak noktası olması gerekmekte  değil midir?

Olayların mağazalara verdiği ziyan  satışların yüzde on beş ile yirmi beş arasında düşüş yaşamış olduğu haberi yayılmakta.  Bir hafta evvel üç yüz dört yüz kişilik talancı saldırganların sayısı artık dört bine doğru yükselmekte olduğu belirtiliyor. Bir başka sosyal  güç olarak olayların başında yer almayan  gençler ve belki de eski banliyö gençliği (“2005 Banliyö Olaylarını” ve yakılan arabaların çokluğunu hatırlamak gerekecek)  sosyal ve politik hareketin içinde gözükmeye başlamakta.

Muhalefet Meclis’in düşmesini ve referandum istemekte. Şikayetlerle başlayan hareket bir muhalefet  hareketine dönüşmeye başlıyor. Diğer yandan olayları devam ettireceğini ilan eden “Sarı Yelekliler” önümüzdeki pazar için daha radikal hareketlerin duyurusunu yapmakta. Macron, Fransa’daki muhalefetteki siyasi partilerin başkanları ile  “Sarı Yeleklilerle” masaya oturmaya hazırlanmasına rağmen yeni eylemler gündemde beklemekte.  Bir şey dikkat çekmekte: Emmanuel Macron popülist bir politika yapmaktan kaçıyor; tersine ekolojik bir zihniyet değişimine hazırlanmanın beklentilerini konuşmalarında tekrar ediyor. Aynı zamanda; Polonya’da fırtınalar, seller, yangınlar ile eko-sistemin alt üst olduğu dünyamızın geleceği için alarm zilleri çaldığı açıklanmakta.

1968 olaylarının ellinci yılında ortaya çıkan bu olaylar ile yapılan benzerlikler ise sanki uzaktan bakan bir bakışın formel benzerliğinden daha öteye gitmemektedir. 68 sol bir hareketti. Fransa’nın ekonomik bir kriz yaşamadığı sırada, tüketim toplumuna ve Vietnam savaşına karşı verilen entelektüel bir gençlik hareket olarak akıllarda kaldı. Sendikaların eylemleriyle işçilerin patronlara karşı, kapitalizme karşı sosyalizmin bir hareketi olarak anıldı: Üniversite işgallerinden fabrika işgallerine kadar. Burada bugün  benzer bir sosyal hareketten çok uzaktayız.

Fransız 68’inin önemli figürlerinden biri olan Daniel Cohn-Bendit’in Le Point dergisine verdiği söyleşide kendisinin “Sarı Yeleklilere” karşı  Fransız Cumhurbaşkanı Macron’dan yana tavır aldığını açıkça ileri sürmekte. Ekolojik bir vergi olan benzin vergisinin Fransa’daki kullanılan araba alışkanlıklarının dönüşümü ile ilgilidir. Havayı kirleten ve ekolojik olmayan bir araba dünyasının yerine elektrikli arabalara ve kamu ulaşım yollarına ağırlık verilmesi politikalarından birisidir. Bu anlamda bugünkü tüketim hayatında 1960’ların tüketim toplumunun ve zenginlik ve prestij sembolü olan yüksek miktarda benzin harcayan arabaların sonuna gelindiğinin bir işaretidir.  Hava kirliliğine karşı insanları bilinçlendirme  hareketinin bir ucu olmalıdır; ancak  olaylardan evvel istifa eden Ekoloji Bakanı Nicolas Hulot’nun da, geçenlerde vurgulamış olduğu gibi, ekolojik ile sosyal olan birbirlerinden böyle ayrı tutulmamalıdır. Sosyal ile doğa ve siyaset birbirlerinden ayrılmaz parçalar olarak bugünün siyasetine damga vurmaktadır. 1990 yılında Félix Guattari’nin “Üç ekoloji” olarak adlandırdığı önemli durmaktadır. Üçünün birlikteliği üzerine kurulmuştur: Zihinsel, siyasi ekoloji ile doğal ekoloji birbirlerine bağlıdır. Alışkanlıkların  değişimi için zihinsel ekolojiye ihtiyaç duyulmaktadır (bu kitabı 1991 yılında Türkçeye çevirmiştim ve kitap o zamandan Türkçede de birden fazla baskı yaptı). Bu anlamda Fransız Hükümeti’nin en büyük hatası, belki de, bu “karbon vergisini” iyi açıklayamamasıdır. Enformasyon iyi geçmemiştir. Zihniyet değişikliğinin siyasi bir harekete bağlı olması ise siyaset ve sosyal bilimcilerin çok iyi bildiği bir şeydir. Hükümet burada yanlış yapmıştır diye ileri sürülebilir.

Daniel Cohn_Bendit, Félix Guattari’nin arkadaşıydı ve onunla birlikte aynı fikirleri savunmaktaydı. Özgürlükçü sol bir anlayışta birleşmekteydiler.  “Karbon vergisi” olarak adlandırılan söz konusu verginin,  insanların zihniyet değişikliği üzerine odaklanmasının öneminin farkında olan 68’in önemli isimlerinden biri olan Cohn_Bendit,  “Sarı Yelekliler” hareketi ile 68’in hiç bir ilişkisinin olmadığını vurgulamaktadır. Hatta o kadar kuvvetli bir vurgu yapmaktadır ki, hareketi “Poujadist” olarak adlandırmaktadır. Poudjadist hareket Fransa’da, 1953 ile 1958 yılları arasındaki sosyal, sağ bir hareketti. Fransa’da büyük süpermarketlerin ortaya çıkıp piyasada hakimiyet sağlamalarıyla başlayan küçük esnaf ve el zanaatçılarını arkasına alan bu grup, IV. Cumhuriyeti yok etmek üzere başlayan sosyal bir başkaldırıyı yönlendirmişti. Parlamenter demokrasiye karşı bir sosyal ayaklanmayı gerçekleştirmeyi aramıştı. Ve, sonunda bertaraf edilmiştir. El zanaatçılarının ve esnafın birleşmesiyle  oluşmuş bir alt-orta sınıf hareketidir. Bugün bu terim Fransa’da “küçük burjuva muhafazakarlığının” hareketi olarak kullanılmaktadır.

Cohn-Bendit “sarı yelekliler” hareketini Poudjadist olarak adlandırdığında, buradan anlaşılacak olan  göstericilerin taleplerinin sadece hükümetin aldığı ekonomi politik kararlara karşı çıkmasını değil, ama aynı zamanda göstericilerin Parlamenter Cumhuriyet rejimine  karşı çıkmaları anlamını taşıdığını söyleyebiliriz. Ekolojik ve finansa ait olan arasındaki ilişkiyi öne sürerek, bu olaylara bakmak daha yerinde olacaktır. Prestijli bir araba dünyasının savunulması sorun değildir belki, ama şehirlerin yaşanılabilir ve nefes alınabilir olabilmesi için araba sayısının azaltılması gerekmektedir. Ya da elektrikli arabalara geçilmelidir. Ve de, ekolojik ulaşım zihniyetinin yerleşmesi gerekmektedir. “Sarı Yeleklilere” sorulan soruların cevaplarında, “ekolojik olanın onları ilgilendirmediği, ay sonlarında paralarının kalmamasının onları daha çok ilgilendirdiği” ileri sürülmektedir. Burada, sosyal ile ekolojik olanın birbirlerine bağlı olduğunun açıklanması gerekmektedir. Ve hükûmet bunu  başaramamış durmaktadır.

Bir anlamda, bu hareket; sosyal alanda yıllardır alım güçleri hep aşağıya çekilmiş ve ücretleri istenilen kadar yükselmemiş insanların ve sendikal haklarını kaybetmeye başlamışların bir eylemi olarak durmakta; çünkü bir de “Kırmızı Yelekliler” adıyla kendilerini sağ bir hareketten ayırmaya kalkan Fransız Komünist Partisine yakın CGT sendikası mensuplarının da eylemlere katılmasıyla  hareketin sınıfsal boyutu daha öne çıkmaya başladı.

Saldırılar yağmalara eklendiğinde ise ( mobilya dükkanlarına, eczanelere saldırılar, camların kırılıp içeriye girilip dükkanların yağmalanması)  saldırıların yapıldığı mahalle halkının desteği azalmaya başlamakta. Buna rağmen yapılan anketlerde Fransızların büyük bir çoğunluğunun “Sarı Yelek” hareketini doğru bulduğunu izlediğimizde aslında yüzde yirmi oyla iktidara gelen  Macron’un, tatmin edemediği büyük bir kalabalık olduğu dikkat çekmektedir.

İki zıt politika karşı karşıya durmakta: Avrupa’dan yana, Avrupa Birliği'nin daha güçlenmesini, politik ve askeri bağımsızlığını elde etmesini arzulayan ve de Trump Amerika’sının söylemlerinde okunan NATO’dan ayrılma rizikosuna karşı Avrupa askeri gücünü birleştirmeye çalışan ve aynı zamanda toplumsal zihniyet değişimiyle 21.yüzyıl doğa haklarına meyilli ekolojik duyarlılıklı bir politika bir taraftadır.  Diğer tarafta ise, alım gücünün yükselmesini bekleyen, kendi evi, ailesi, komşuları ve milliyetine dönük kapalı bir toplumsallığı özleyen, vergi indirimlerini bekleyen, milli değerlere sahip Fransa’yı koruma altına almak isteyen, kimlikçi bakış politikası vardır. Bunlar, bugün karşı karşıya gelmektedir. Geriye dönük bir bakış ile ileriye dönük bir  vizyon birbirlerine rakip haldeler. 

Oysa, ekolojik duyarlılığın ehemmiyetini ilk tercih değil, ileriye atılacak bir tercih olarak gören bakışın ve zihniyetin değişimine, doğanın ihtiyacı var; yoksa kısa vadeli bakışla işleyen ekonomi-politikanın doğal yıkım politikalarının  gelecekteki felaketlerine dönük yüzü herkesi rahatsız edecek bir duruma sokacaktır.  Zaman bize ne gösterecek? Ama doğal tehlike de kendisini göstermekte ve bizi sıkıştırmakta.