Uzun zamandan beri kullanmadığımız bir kelime olarak bize geri dönmesini mi bekliyoruz? Entelektüelleri. Bu kelime; Kant’dan ödünç alarak kullanırsam, çıkar beklemeyen bir düşünce dünyasına aittir. Çıkar beklemeden, yozlaşmadan, ödül almadan, kazanç sağlamadan düşüncelerin safça savunulması anlamında bu kelime kullanılmaktadır. Siyasi bir tarafı desteklemek için değil, değerleri korumak için ve bu değerleri de “herhangi” bir şekilde kurmak üzere değil, değerleri oluşturan, içi somut olarak doldurulmuş fikirler için savunmak demektir. Demokrasiyi ve Cumhuriyeti bu şekilde okumak demektir.
Bir zamanlar en çok konuşulan konulardan birisi de entelektüel kelimesi üzerine dönmüyor muydu? Önce, alim veya münevver sonra aydınlar olarak Türkçeleştirildi. Onların tarihi yazıldı. Tercüme odasından başladığı ileri sürüldü. Gramsci’nin tanımındaki tartışmalar yapıldı. Aydın organik mi yoksa gelenekselci miydi?
Batı’da bilhassa 1970’lerin başında Foucault “evrensel entelektüel” veya “angaje entelektüel” (Sartre) yerine kendi bilimsel alanı içinde her türlü özgül veriyi bilenler için “özgül entelektüel” terimini kullandı. Oppenheimer’ın başlattığı bir çizgiye bağlı olarak doktorların, üniversite mensuplarının, hastane çalışanlarının vb. bu entelektüel modeline uymaya başladığını Foucault iddia etti. Ona göre artık entelektüellere “ihtiyaç” kalmamıştı; çünkü halk artık her şeyin farkındaydı. Buna karşı, post-kolonyal bir düşünce akımı çerçevesi içinde Spivak “aydınların Batılı olanlarıyla Batı-dışı olanları arasında toplumsal formasyon farklarından dolayı, onlara “ihtiyaç” duyulmaya devam edildiğini öne sürdü.
1970’lerde “Bağımsız Türkiye” sloganında kapitalist devlet modelinin demokratik rejimi için de entelektüel sol bakış “faşizme karşı geçit verilemeyeceği” sloganını kullandı. Faşizm burada önce “Demirel hükümeti” ve daha sonra da “Milli Cephe” hükümetiydi.
1980’lerde12 Eylül Cunta rejimi için bu laf, Faşizm, kullanıldı. 1990’ların sonuna gelinip de, 20.yüzyıl geride bırakıldığında, 2000’li yıllarda “Faşizmi” birçok anlamda kullananlar olmaya başladı. Her türlü hakların gaspı için Faşizm kullanılmaya başlandı. Fikir özgürlüğü veya başka bir şeye karşı olana “faşist” denildi. Bu bazen siyasi bazen ise ekonomik neo-liberal özgürlükler için geçerli oldu.
Gariptir ki, faşizm kavramının her kaba sığdırılmaya başlandığı dönem ile entelektüellerin sessizleşmeye doğru döndükleri dönem birbirleriyle kesişti. Aslında bir anlamda 20.yüzyılın en dikkat çekici bakışı olan ve entelektüelleri tavır almaya doğru yönlendiren Sartre’ın deyimiyle Marksizm oldu. Ve 1953’de Münih olaylarından. 1956 Budapeşte ve 1968 Çekoslovakya olaylarına ve ardından da Almanya’nın Doğusunun büyük bir kriziyle, Polonya’da gerçekleşen askeri darbeyle birlikte Marksizm de tarihten nasibini almaktaydı. Marksizm’in kriziyle, “Berlin duvarının düşüşü” sonrası duvarın parçalanmasıyla, Almanya’nın birleşmesiyle, SSCB’nin tarihten silinmesiyle birlikte bu kavram rafa kaldırıldı. Artık Marksizm “aşılmış bir siyasi görüş” olarak düşünülmeye başlandı.
Tam da öyle değildi aslında. Marx ile Marksizm arasında yapılan ayrıma göre artık belki SSCB’nin “reel Sosyalizmi” geride kalmıştı; ama Marx okunmaya devam ediliyordu. 1993 yılında Fransız filozof, Louis Althusser’in öğrencisi, dekonstrüksiyon yönteminin yaratıcısı Jacques Derrida “Marx’ın Hayaletleri” adlı kitabını yayınladığı zaman, entelektüel dünyada bir şok yaşanmadı değil. O sırada, Derrida’nın Marx okuru olduğunu kimse tahmin etmemişti; oysa daha öğrencilik yıllarından beri Althusser ile olmuş olan ilişkisi daha sonra gündeme getirildi. Aynı dönemde, başka önemli bir filozof olan Deleuze’ün Marx üzerine bir kitap hazırlığında olduğu rivayeti Marx’ı tekrar gündeme sokmuştu. David Harvey de “Marx’ı Okumak İçin” derslerinin kitabıyla yine Marx’dan uzaklaşılmadığını hatırlatmaktaydı. Negri’nin “Marx Ötesi Marx” kitabı da bu dönemde tekrar güncelleşti. İlk baskısı 1979idi. 2000’lerin başında, “Öteki Küreselleşmecilerin el kitabı” oldu.
Entelektüeller son dönemlerde sessizleştiler; sessizleştirildiler belki de? Umut mu kalmadı? Depresyon mu ağır geldi? Her alanda karşılaşılan yasaklardan “kafasını kaldıranların” sayısı mı azaldı? Deleuze ve Guattari “Kafka” üzerine yazdıkları kitapta “eğik baş” kalkan baş” (Şato) ayrımı yapmaktaydılar. Boyun eğme (kapıcının başını omuzlarının arasına alarak kafasını eğmesi, arzunun kesilmesi) ve başkaldırı (arzunun şahlanması) arasındaki farkı mı vurgulamışlardı? Halbuki kapılar birden çoktu Kafka’nın eserinde (Amerika’da hotel). Köstebek tek kapıdan girmekteydi ama gözetlemedekini şaşırtmak üzere ilerlemekteydi. O halde, kapılar her zaman birden çoktu. Entelektüeller de birçok kapıdan girmeyi deneyeceklerdir. Sadece tek kapı ve onun kuralları ve kanunları değil, diğer kapıların da kuralları var zaten. Köstebek öyle ilerlemekte Kafka’nın eserinde.
Lacan bir gün şöyle söylemiş: “bir psikanaliz seansının başarısı güçsüzlüğü imkansıza çevirmekten” geçmektedir. Ne demek? İmkânsız (68 sloganı olarak “imkansızı istemek”) depresif bir güçsüzlüğe “iyileştirici çare” olarak durmakta. Olanı değil olamayacağı istemek entelektüel bir çaba değil midir? Ve zaten bu nedenle entelektüeller vardırlar. Değil mi?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |