Ali Akay

21 Aralık 2018

Enformasyon hakkı

Hukuki olarak enformasyon olan bir şeyin bir kısmını ortaya çıkarırken diğer kısmını saklı tutmaktadır

“Enformasyon hakkı” olarak adlandırılan hukuki çerçeve, bugün dünyada hukuki olarak muğlak bir durumda kalmaya devam etmekte. Halka bilgi ve haber vermek üzere kurulu bir yapılanmanın hukuki anlamda “çevrimsel” olarak işlediği ileri sürülmekte; yani çevrimsel veya döngüsel olan  yuvarlak figürü enformasyonun her yöne dönme ihtimali üzerinde durmakta.   Enformasyon eğer döngüsel ise, o zaman bir bakış açısından diğer bakış açısına göre değişiklik gösterme ihtimali var demektir. Hukuki nesnel bir çerçeve içine alınamayan enformasyon kavramı, bu durumda olgular üzerine yerleşmekle yükümlü olmaktan daha öteye gidememektedir. Ama olayların (Ne oldu? Ne olmuştu ?) ve olguların veya hatta sosyal olguların (sosyolojinin kurumsal kurucusu olarak kabul edilen Emile Durkheim’ın kullandığı anlamda: dil, inanç, aile vb.) yorumu üzerine haber vermek ne anlama gelmekte? Belli sorular üzerine dönen bir durum söz konusudur.

Bunu anlatmanın en güzel yolu, belki de, “Ne oldu?” ve “Ne olmuştu?” sorusunun üzerinden giden bir düşünce alıştırmasına yaslanmak olacaktır. “Ne oldu?” geçmişe ait olarak bir soru olarak neyin gerçekleştiğini sormaktadır. “Ne oldu?” demek, “Gerçekten nasıl gelişti?”, “Hangi olaylara kimler karıştı?”, “Kimler olayların içinde bulundu?”, “Kim bunları yönlendirdi?” ve “Yönlendiren biri veya birileri var mıydı yok muydu?” gibi soruları sormayı da gerektirir. “Ne oldu?” sorusu bu tip düşünceler ve akıl yürütmeler üzerine odaklanmakta.   

Böyle bir durumda, eğer hukuki olarak enformasyonun nesnel bir imkanı bulunmamaktaysa, o zaman enformasyon ile öyküyü birbirinden ayırmak nasıl mümkün olacaktır? Hakikat üzerine oluştuğu ileri sürülmekte olan gazetecilik mesleğinin “hakikati” nerede gizlenmektedir?  Deleuze ve Guattari 1980 yılında çıkan kitaplarında “Ne oldu?” sorusunu, felsefi bir soru olarak sormuştur. “Ne oldu?” sorusu öyküye ait bir soru olarak belirmektedir burada. Bu kitaptaki yazıda masal, roman ve öykü kıyaslanmaktadır. “Ne olacak?” sorusu nefes nefese kalmış bir okuyucuya yönelik bir soru olarak durmaktadır. Gerçekte ne oldu ki sonra ne olacak? Birçok polisiye filmin ve casusluk üzerine kurulu dizi filmlerin arkasında bu sorular yatmamakta mıdır? Buna göre, “Ne oldu?” (geçmiş zaman) sorusu öykünün; “ne olacak?” (gelecek zaman) sorusu masalın zamanı ve de “Ne oluyor?” (şimdiki zaman) romanın sorusunun zaman birimidir. Hep bir şeyler olmaktadır. Olay düşüncesi budur. Olay her an ve her durumda olan bir şey olarak “süreye” aittir. Roman da öykü de gerçekte olan olaylardan esinlenmekte veya gerçekte olabilecek bir kurguyu içinde barındırmaktadır. Bir olay, bir cinayet, bir aşk hikayesi, bir kaza, bir haksızlık hikayesi, baştan geçen bir olayın anlatımı veya daha çok filmlerde gördüğümüz “burada anlatılanlar bazı insanlara ve onların hayatlarına benzemekte olsa bile bir kurgudur” ibaresi olaylar üzerine kuruludur. Geçmişte olan her şeyi bilmek mümkün müdür? Bazen arşivler; geçmiş hakkında bilgi verebiliyor, bazı karanlıkta kalan şeyleri aydınlığa çıkarabiliyor ama bilindiği gibi arşivi tutanlar yine iktidarı ellerinde tutanlar olmaya devam ediyor: Antikçağlardan 21.yüzyıla kadar. O zaman arşiv, geçmişe ait olarak “unutulanlardır”; bilinemeyenlere veya fark edilmeyenlere doğru uzanır: ”Anahtarı nereye koymuş olduğumu unutmam için ne oldu?”. Gizlilikle ilişkili olarak, öykü anlatısını kurmaktadır.

İlk başta gördük: Olayın ve haberin “döngüsel” bir form içinde olduğunu. Bu döngüsel form masal formudur. “Bir varmış bir yokmuş!” Zaman gider ve geri gelir ve tekrar gider. O halde haber bir olay olarak döngüseldir. Bazen geçmişi yakalar bazen ise geçmiş üzerine masal anlatır. Masal ve tarih kelimesinin aynı olması ilginçtir: Historia.

Hukuki olarak enformasyon olan bir şeyin bir kısmını ortaya çıkarırken diğer kısmını saklı tutmaktadır. Haberin hukuki “hakkının” durumu bu şekilde açıklanmaktadır. Gazetecilerin tersine bilgisayarcılar veya bilişselciler enformasyona yapay veya insani bir belleğin dataları olarak bakmaktadır. Bugün bilgisayarlardan alınan haberler alfonumerik olarak kurulmaktadır. “Haber hakkı”, hukuki olarak, haber veren kurum ile ona bakan veya onu dinleyenler arasındaki bir kapalı antlaşma olarak mevcuttur. Ama bunun da hiçbir garantisinin olmadığı gözükmektedir.

Bu anlamda, manipüle etme güçleri yüksektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, 2016 seçimlerinde, bugünlerde konuşulmakta olan Trump’un seçimi ile Rus trollerin etkisi günün haberleri arasında durmakta. New York Times’ın haberinden yola çıkan Martin Untersinger’in  9 Ekim tarihli Le Monde gazetesindeki haberine göre, enformasyon satın alınan ve satılan bir şey haline gelmiş durumdadır. Sosyal medyada, sosyal ağlar içinde dolaşan satın alınmış bilgiler ve sahte bilgiler yan yana bulunmaktadır. Kim hangi haberi okursa ona inanacak mıdır?  Psikoloji grupları sahte haber yapmak konusunda uzmanlaşmaya başlamışlardır. Bilhassa aynı haberde, İsrail’in bu konuda geliştirdiği yöntemlerin çok kuvvetli olduğu iddia edilmektedir. Trump’ın kuvvetli muhalifi Teksaslı senatör Ted Cruz’u hedefleyen haberlerin bu kaynaktan çıktığı söylenmekte. Bu tip “psy ekiplerin” Trump’un seçimlerdeki yardımı söz konusu edilmektedir. Sosyal medya içinde Rus trollerin etkisi de, bu anlamda, bu kampanyaya verilmiş bir destek olarak gözükmekte. Bu grupların bilhassa karasız veya Afro-Amerikan seçmenlere yönelmeleri de ilginçtir. H. Clinton’ı “itibarsızlaşma kampanyalarının” başarısından söz edilmektedir.

Bu veriler çerçevesinde göze çarpan ilk şey, bir bakıma, ekonomi politikalarının serbest piyasa ekonomisinin özgürlüğüne dair söylemlerine benzer durmasıdır. Her bakımdan manipüle edilebilen piyasa ekonomisinin gerçek bir özgürlüğü olmadığı gibi, haberlerin de inandırıcılığı bugün şüphelidir. Bu durumda gerçeği haber yaptığını iddia eden yayın kuruluşlarına nasıl inanılacak? Ve bilhassa burada, sosyal medya hesaplarından gelen enformasyonlara veya aslında enformasyonsuzluklara nasıl inanılacaktır ?

Oxford Üniversitesi’nde “New Knowledge Laboratuvarı” gibi kurumlar bu tip konuları ele almaktalar. Bu anlamda,  bazı üniversite araştırma bilgisi geçmiş hakkında bilgi verme kapasitesine sahip durmakta. Geçmişe dönük araştırmalarda birtakım bilgiler verilebilmekte; ama bu bilgilerin tam doğrulanması ise zamana bırakılmış gözükmektedir. İnternet Araştırma Ajansı gibi kurumlar bu görevi üstlenmiş durumdalar: Bazı troll bilgilerinin St. Petersburg’dan kaynaklı, Evgueni Prigogine’den geldiği bulunabilmekte (Gilles Paris haberi, Le Monde 18 Aralık 2018). Trump’ın seçiminde Rus trollerinin etkisi üzerine savcı Robert Mueller tarafından yapılan araştırmaların paralelinde Axios Sitesi tarafından yazılan iki raporda bu iddialar ileri sürülmekte bugün. Sahte Amerikalılar tarafından sahte hesaplarla yayılan enformasyonlardaki bilgilerin Rus servislerinden (Youtube, Facebook, Twitter ve Instagram hesaplarından) kaynaklandığı iddia edilmekte: Bunun 30 milyon kişi tarafından paylaşıldığı ve 28 milyon “beğendi” tıklaması alması bu haberlerin etkisinin sosyal ve politik kuvvetini göstermekte. Benjamin’in “politikanın estetize edilmesi” olarak adlandırdığının, yani, propaganda aygıtlarının bugünkü adı belki de “enformasyonun estetize edilmesi” veya enformasyonsuzluk” olarak adlandırılabilir mi? Düşünmek lazım!

İnternet bilgilerinin propaganda amacıyla kullanımı üzerine düşündüğümüzde, bilimsel ve bilişsel olan bilgilerin nasıl propaganda aracı olduğunu duyduğumuzda, Lyotard’ın  Postmodern Durum'da ortaya koyduğu bilginin paylaşılmak üzere değil parasal değer edinmek üzere oluşturulduğu tezini hatırlamaktayız. 

Kapitalizmin yeni bir çehresi olarak enformasyonsuzluk  dünyada kol geziyor!