Hayvanlar bize bakarlar, biz de hayvanlara bakarız. Karşılıklı bir bakış vardır sokakta veya tarlada. Öküze bakan bir göz treni izleyen bir öküze bakar. Çölde develere bakan bir göz ile develer bakışırlar. Onlara dışarıdan bakan bir Jeep içindekiler de ikisine de bakarlar; bazen aralarındaki iletişimi görürler bazen ise göremezler.
Fransız filozof Jacques Derrida 1997 yılında, Cerisy’de yapmış olduğu bir konuşmada hayvanın bakışını ele almıştı. Hayvanlar bize bakarak bizi izlerler: Herkesin başka bir deneyi vardır hayvanlarla. Sokak kedileri için ev gibi kulübeler yapan mahalleler vardır İstanbul’da. Hayvanların haklarını ve aç kalmalarını giderecek olan bir işlevi üstlerine alırlar.
Hayvanlar, tıpkı insan gibi bir canlı olarak felsefe tarihinde ilk Antik çağlardan beri filozofların konusu olmuşlardır. İnsan için “düşünen hayvan” adını takmıştı Aristoteles deneylerini Platon’un baştan belli ve kımıldamayan idealarına karşı savunmakta olduğu felsefi yaklaşımında. Düşünen hayvan ile Leviathan’a kadar vardılar siyaset felsefesi ile uğraşanlar. Leviathan da bir hayvan-canavarın adı olarak geçti tarihe: Ama o despotik kararları veren bir hayvan olarak geçti bu felsefe tarihine.
Jacques Derrida
Yine Derrida, Hobbes üzerine olan seminerlerini yaptığında “kanunu yapanın hayvan” olduğunu söylemişti. Kitaplara böyle geçti filozofun sözü. “Olduğum Hayvan” için de bakıştan bahsetmekteydi, 1997 yılındaki konuşmasında. Onun hayvan tarafından “çıplak olduğu” bir şekilde bakıldığının altını çizmişti. Çıplak bakış ne olabilir? Saf bir bakış mı? Yalnız bir bakış mı? Bu çıplak bakışta filozof kendi kendisine sorar: kimim ben? O bakış kim olduğunu sorduran bir sorudur. İnsanın, hayvan karşısında nasıl baktığı önemli durmaktadır. Bir iletişim söz konusu olmaktadır. O bakışın karşısında insan olarak filozof kim olduğu? sorusunu sorduğunda bir cevap verecektir. Peki o halde hayvan bu soru karşısında bir cevap verecek midir? Bu utanç verici bir iletişim midir? Utanılacak bir şey midir bu bakışa karşılık verememek? Bir insan, bir filozof nasıl davranacaktır? Saklanacak bir şey var mıdır bu iletişim içinde? Eğer bir şey gizliyse o halde nasıl bir utanç duygusu içinde suçluluk duygusu ortaya çıkacaktır? Suçlu olan hayvana bakarken, hayvan da ona bakmaktayken cevabın eksikliği mi “suçluluğu” tetikleyecektir. Ona anlayamadan onun hakkında yukarıdan verilen bir kararla, ona karşı eksik yaparak, onu, hayvanı kale almayarak; onun canlı olmasını ve böyle olduğunu bilebile isteye isteye karar nasıl verilebilir? Onun sözlerini, onun cevaplarını, onun suçlanmasının ardından ona cevap hakkı vermeden nasıl karara bağlanabilir bir eylemin kanuna dökülmesi? Onu tanımadan, cevaplarını duymadan onu suçlamak insani olabilir mi? Buna insanca bir davranış denilebilir mi?
Daha 1975 yılında Avustralyalı bir filozof Peter Singer, “Hayvan Araştırmaları” dalını akademik alanda başlatan bir esere imza atmıştı: “Hayvan Özgürlüğü”. Eski İngiliz filozofu J. Bentham’ın izinden giderek, onun iddiasını genişletmek üzere başka varlıkların da duyarlılıklarını araştırmak ve ortaya bilimsel olarak dökmek üzere faydacı felsefe ekolüne bir katkıda bulunmuştu.
Bugün Sosyal Bilim dalları “Hayvan Araştırmaları” dalı da tıpkı bitkiler, hayvanlar ve insanlar üzerine düşünen antropolog P. Descola gibi bu dalı daha ileriye taşıyacak araştırmalara başlamıştı. İnsanların toplumları gibi bitkilerin ve hayvanların da toplumlar olduklarını kabul eden Aşuar yerlilerini takip ederek toplumsal alanın insan bilimlerindeki araştırmalarına yenilikler katmıştır. Doğa ile insanı ve toplumu ayırmayan bu yeni bakış Doğanın ve Kültürün ötesine doğru geçmektedir. Nasıl ki iyi ve kötünün ötesine 19.yüzyılın sonunda bakmaya başlamışsak, bugün de epeyi bir zamandan beri doğa ve kültür ayırımının ötesine bakmaya başladık.
Bilimler ilerlerler, farklılaşırlar, paradigmaları değişmeye başlar. Dogmatik bir bilim mümkün değildir. Deneyler ve araştırmalar farklı yönlere doğru kaymaktaysa, yeni bilim dalları eski dalların yanına yerleşmeye başlamışsa, siyaset teorisi de değişime açık olmak zorundadır. Bunun pratiği toplumsal duyarlılıklara karşı çıkamaz. Duyarlılıklar, Singer’in ileri sürmüş olduğu gibi sadece insanlara ait olmaktan çıkmış vaziyettedir. Daha felsefe tarihi başlarken insan, hayvan ve bitki canlılığı söz konusu edilip de geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ve sonunda ele alınmış olan bu dalları 21.yüzyılın ilk çeyreğine gelmişken reddetmek “bilimsel siyasete” uymaz. Siyasetin, bu duyarlılıkları toplumsal insanların duyarlılığı kadar kale alması beklenmektedir.
“Hayvan Araştırmaları” bugün bilim alanında, sosyal bilimlerde hümanist bir alan olarak bilimselliğini ortaya çoktan koymuştur. Buna karşı çıkmak bilim dünyasına karşı çıkmakla aynı anlama gelmektedir ki bu 21.yüzyıl içinde kimsenin kabul edebileceği bir hakikat değildir. Hayvanları antropos alanı içinde görmek bugün bilimsel bakışın parçası olarak kabul edilmiştir. Ayrıca popüler kültürün bugün bir parçası olduğunu da görmek gerekir.
Antropoloji “düşünmekte yarar” bulduğu hayvanları ve onların insanlarla ilişkilerini incelemektedir. Kanunlar ise insanlar tarafından yapılır; ama ya Leviathan’ınki? Yine öyle değil mi?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |