Akdoğan Özkan

30 Aralık 2019

Türkiye ile Rusya İdlib’de neden ve nasıl bir ihtilafın içinde?

Rusya cihatçıların M4 ve M5 karayollarından çekilmesi akabinde bölgenin denetiminin Şam Yönetimi’ne devredilmesi gerektiğini savunurken, Ankara Suriye Geçici Hükümeti’ne verilmesindeki ısrarını sürdürüyor

Rusya desteğindeki Suriye ordu birliklerinin, 19 Aralık günü İdlib muhafazasının güneydoğu kırsalında başlattığı ve birkaç gün içinde 40 civarında ve köy ve mezranın denetim altına alınmasını mümkün kılan askeri operasyon, Ankara ile Moskova arasında bir kez daha zuhur eden ihtilaf nedeniyle bir duraklama sürecine girdi. İki ülkenin İdlib meselesinde tam olarak hangi konuda ihtilaf yaşadıkları daha önce pek belirgin değildi. Ancak son günlerde sahadan sızan haberler, iki ülke arasındaki temel görüş farklılığının, cihatçı militanların "Gerginliği Azaltma Bölgesi"ni boşaltarak M4 ve M5 karayolundan çekilmeleri akabinde bölgenin denetiminin hangi güce verileceği konusunda yaşandığını ortaya koyuyor.

Suriye Ordusu’nun en seçkin savaşçı birimlerinden olan Kaplan Kuvvetleri’nin (ya da 28 Ağustos 2019 tarihinde aldığı yeni adıyla "Suriye Arap Ordusu 25. Özel Kuvvetler Tümeni"nin) komutanı Süheyl Hasan’a yakın kaynakların sosyal medya üzerinden aktardığı bilgilere bakılırsa, Rusya cihatçıların Halep’i Lazkiye’ye bağlayan M4 karayolunun kuzeyine ve Halep’i Şam’a bağlayan M5 karayolunun da batısına çekilmesi akabinde, bölgenin doğrudan Şam Yönetimi’nin denetimine geçmesini istiyor, Türkiye ise bölgenin kendi öncülüğünde kurulan ve Türkmen siyasetçi Abdurrahman Mustafa’nın başkanlığını yaptığı Suriye Geçici Hükümeti’nin denetimine verilmesini arzu ediyor.

Taraflar bu konudaki ısrarını sürdürdüğü için de bölgede bir türlü barışa evrilecek bir kalıcı ateşkes sağlanamıyor ve Şam Yönetimi’ne karşı savaşan cihatçıların, üzerinde Eriha ile Cisrü’ş Şuğur gibi ilçelerin yer aldığı M4 karayolunun kuzeyine ve üzerinde Maarretünnu‘mân ve Serakip gibi ilçelerin de bulunduğu M5 karayolunun batısına çekilmesi mümkün kılınamıyor.

TSK birliklerinin İdlib bölgesinde bugün sayısı 12 (+1) olan gözlem istasyonu var. Bu birliklerin çok büyük kısmı söz konusu noktalara 2018 yılının Şubat ve Mart aylarında mevzilenmişti. Ankara ile Moskova arasında Soçi’de varılan 17 Eylül 2018 tarihli "İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi" mutabakatı çerçevesinde bu birliklere "ateşkes gözlem misyonu" verildi. Bu misyon çerçevesinde, silahlı gruplar Ankara’nın girişimiyle tüm silahları ile birlikte derinliği tarif edilen Gerginliği Azaltma Bölgesi’nin dışına çıkartılacaktı.

Ancak iki başkent, hedefte mutabık olmalarına rağmen o tarihten bu yana İdlib’de işleyen bir ateşkesi bir türlü mümkün kılamıyor. Söz konusu mutabakatın akabinde de önlerine bu konuda çeşitli defalar yeniledikleri yol haritaları koyan Türkiye ile Rusya bölgede kalıcı barışa giden yolda arzuladıkları ilerlemeyi bir türlü gerçekleştiremiyor. Bunun neden böyle olduğu, iki ülkenin tam olarak hangi konuda ihtilaf yaşadıkları daha önce tam olarak belirginlik kazanmamıştı. Sahadan yansıyan ve yukarıda aktardığımız son bilgiler bu konunun büyük ölçüde açıklığa kavuştuğunu gösteriyor.

Bölgedeki cihatçı örgütler hangileri?

Birleşmiş Milletler Analitik Destek ve Yaptırımları İzleme Birimi’ne bakılırsa, İdlib’de tahminen 10 bin civarında cihatçı güç bulunuyor. Kim bunlar peki?

* 2016 Temmuz'undan bu yana El Kaide’ye biatı bırakmış bir görüntü çizen Heyet Tahriru’ş Şam (HTŞ) isimli çatı örgüt, bünyesinde Feyleku’ş Şam, Ahrar’uş Şam, Nureddin Zengi Hareketi, Sukuru’ş Şam, Ceyşu’l Ahrar, Özgür İdlib Ordusu, Birinci Sahil Tümeni, İkinci Sahil Tümeni, Ceyşu’l-Sani, Ceyşu’l Nuhbe, Birinci Piyade Tümeni, Ceyşu'l Nasr, 23.Tümen, İslam Şehitleri Tugayı ve Şam Topluluğu gibi çeşitli grupları barındırıyor. Bölgenin büyük kısmına bu güç hâkim ve Türkiye ile Suriye arasındaki İdlib bölgesi sınırını da o kontrol ediyor.

* Ancak bölgede 27 Şubat 2018’de HTŞ’den koparak El Kaide çizgisine biatı sürdürerek mücadele etmeyi seçmiş ve zaman zaman HTŞ ile de çatışan Tanzim Hurrâseddin (HaD) gibi bir grup ile yine El Kaide çizgisini örnek almayı sürdüren (Çeçenlerden oluşan) Ensaruddin Cephesi, Cemaat-i Ensaruddin, (Uygurlardan oluşan) Türkistan İslam Partisi, (Kafkas kökenlilerden oluşan) Ecnad el-Kafkaz, (Özbek kökenlilerden oluşan) İmam Buhari Tugayları ve Ketaib el-Feth gibi gruplar da var.

 * Bunların dışında bölgede Ankara’nın inisiyatifiyle kurulmuş olan Suriye Milli Ordusu’na yakın Bedir Şehitleri Tugayı, Cephetu’ş Şamiyye, Ahraru’ş Şarkiyye ve Ahraru’ş Şimal gibi gruplar da bulunuyor.

Ankara ile Moskova bu örgütlerin bazılarına yönelik bakış açısında geçmişte bir ortaklık geliştirebildiler. Örneğin, İdlib’in büyük kısmını elinde tutan Heyet Tahriru’ş Şam (HTŞ) adı verilen Selefi cihatçı örgüt iki başkent tarafından da "terörist" örgüt olarak adlandırıldı. 

Cihatçıların kendi arasındaki mücadeleler

Bölgede Türkiye’yi dinleyen grupların büyük kısmı Ankara’nın telkiniyle Barış Pınarı Harekâtı’na destek vermek üzere bölgeden çekilseler de, ne yakın bir zamana kadar El Nusra ile ilişkilendirilen HTŞ ne de El Kaide çizgisinin has temsilcisi olan Hurrâseddin silahlarını bırakarak Gerginliği Azaltma Bölgesi’nden çekilmeye ve M4 ile M5 karayolunun denetimini Şam Yönetimine bağlı birliklere devretmeye ikna oldu. Hatta gelişmeler tam aksi yönde gerçekleşti ve HTŞ, Soçi Mutabakatı’ndan İdlib’deki hâkimiyetini pekiştirme doğrultusunda epeyce faydalandı. Daha önce HTŞ, Ankara’ya yakınlığıyla bilinen ve bir zamanlar bölgede ciddi bir ağırlığı da olan Ahraru’ş Şam örgütünü yenilgiye uğratarak (Türkiye’ye açılan) Temmuz 2017’de Babu’l-Heva sınır kapısının denetimini ele geçirmişti. Soçi Mutabakatı sonrasında ise Ulusal Kurtuluş Cephesi çatışı altındaki diğer cihatçı gruplarla çatışarak bölgedeki denetim alanını yüzde 90’lara çıkartmayı başardı HTŞ. Örgüt, 2014’te Halep’teki en etkin cihatçı gruplardan biri olmuş ve şehri tahliye akabinde mücadelesini Halep’in batı kırsalına taşımış Nureddin Zengi Hareketi’ni de hedef aldı. Ve Ankara’ya yakın durup bir zamanlar ABD’nin "ılımlı muhalifleri" eğitme/donatma programı dahilinde, CIA’den maddi destek de almış Zengi Hareketi ile girdiği mücadelenin nihayetinde onu geleneksel kalesi olan Batı Halep kırsalından çıkartıp Afrin bölgesine doğru kovalayan HTŞ, Ocak 2019’dan sonra Hama kırsalı da dahil İdlib bölgesinde tek egemen güç haline geldi.

Her ne kadar HTŞ bölgedeki denetim alanını genişletse de her şey arzu ettiği yönde gelişmiyordu. Bir yandan Ankara’nın "kendini artık feshet ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katıl" şeklinde artan baskısını göğüslemek durumundaydı. HTŞ ile onun sivil kanadı diyebileceğimiz, bölgenin idari otoritesi olan Kurtuluş (Selamet) Hükümeti, bir yandan da bombardımanlardan bezen yerel halkın protesto eylemleriyle karşılaşıyordu. Maarretünnu‘mân gibi ilçelerde yoğun bir şekilde hissedilen bu protestolarda halk HTŞ’nin bölgeden çekilmesini isteyen sloganlar haykırıyordu. Bu arada örgüt içinden ve dışındaki cihatçı akımlardan HTŞ lideri Cevlani’yi pragmatizme teslim olmakla suçlayan bir kampanya giderek ağırlığını hissettiriyordu.

İçeriden gelen eleştirilerin başını, Ahraru’ş Şam grubunda görev aldığı dönemde Suriye hükümet kuvvetlerine karşı Halep’te savaşan tümenin başkomutanlığını yürütmüş olan Ebu el Abid Eşidda çekti. Zamanla HTŞ çatısı altındaki seçkin askeri yapılanmalardan biri olan Ömer İbn’ül Hattab Ordusu’nun da komutanlığını yürüten Eşidda, Cevlani’yi hem mali yolsuzlukla suçluyor hem de yer yer örgütün savaşçı gücünü yeterince kullanmamakla ve Hama kırsalını bu nedenle kaybetmekle eleştiriyordu.  

Örgüt içindeki eski yoldaşlarından kendisine yönelen tehditlerin artacağını, bunun da bir güvenlik zafiyeti teşkil edeceğini fark eden Cevlani, bir yandan Ebu el Abid Eşidda gibi muhalifleri bir yandan da aralarında Nusra Cephesi’nin dini mercii Ürdünlü Sami el-Ureydi’nin de olduğu Hurrâseddin örgütü ile Cundü’l Aksa örgütünün bazı liderlerini tutuklamaya başladı.

HTŞ sertleşip bazı tutuklamalara yönelirken, bu arada bölgede ilginç başka gelişmeler meydana geldi. ABD her ne kadar HTŞ’yi "terörist" örgüt olarak görse de, bölgede onun en büyük rakibi olarak da görülen Hurrâseddin örgütünün üst düzey kadrolarını ortadan kaldırmaya dönük bazı bombardımanlar gerçekleştirdi. Bu operasyonlar bölgedeki El Kaide çizgisinin gerçek mirasçısı olarak beliren ve ABD’ye küresel çapta tehdit anlamına gelen bir örgütü yok etmeye dönük operasyonlar olarak görülse de, Suriye hükümetini istikrarsız kılmada en başarılı örgüt olduğunu düşündüğü HTŞ’ye bölgedeki liderliğini pekiştirme ve kendisini daha güçlü hissetme olanağı veriyordu. Dolayısıyla, operasyonlar, Ankara’nın HTŞ’ye yönelik fesih telkinlerinin gücünü kırıcı mahiyette idi ve bu sebeple örgüte "dolaylı destek" olarak da görülebilirdi.

Velhasıl, hepimizin bildiği gibi, Ankara durumun daha da karmaşık hale geldiği bu atmosferde, neticede Soçi Mutabakatı ile kendisine verilen İdlib görevlerini yerine getirememiş bir konuma düşmüştü. Bunun ardından yine silahların konuştuğu bir döneme girildi ve Rusya desteğindeki Suriye Ordu birlikleri geçtiğimiz Ağustos ayında İdlib Şafağı isimli kara harekâtına girişti. Bu operasyon sırasında, TSK’nın 9 no’lu (Morek) gözlem istasyonu Suriye askerlerince kuşatıldı. Harekâtın 19 Aralık 2019 tarihinde başlayan ikinci evresinde ise bu kez 8 no’lu (Surman) gözlem istasyonu kuşatıldı. Bölgedeki diğer bazı TSK gözlem istasyonlarının da yakın bir tarihte varlığını Suriye Arap Ordusu’nun denetimi altındaki topraklarda sürdürmek zorunda kalacağı açık bir hale gelmişti.

Gelinen şu noktada, Rusya Türkiye ile masada bir uzlaşı sağlayarak çok kan dökülmeden ve Ankara’nın "karizmasının çizilmesine" fazlaca izin verilmeden M4 ve M5 karayollarının denetimini ele geçirmek istediği için operasyonda vites küçültmüş durumda. Birkaç gün içinde 40 civarında köy ve mezrayı ele geçiren Rusya destekli güçler isterlerse "kan dökerek" de hedefe ulaşabileceklerini, Maarretünnu‘mân, Serakib ve Eriha ile Cisru’ş Şuğur gibi ilçelerde mutlak kontrolü hızlıca sağlayıp Türkiye sınırına çok sayıda insanın yığılmasına da yol açabileceklerini Ankara’ya gösterdi.

Son günlerde "Suriye devrimini" Libya’ya taşıyormuş (!) gibi bir görüntü vererek kamuoyunun dikkatini İdlib’den Trablus’a çevirmeye çalışan Ankara, Rusya’ya direnmeyi daha ne kadar sürdürecek, bilmiyoruz. Zira Ruslar silahla aldıkları ve alacakları toprakların denetimini Ankara’nın desteklediği -Şam’ın ise kesinlikle tanımadığı- muhalif bir paralel siyasi yapı olan Geçici Hükümet’e bırakmaktan yana değiller. Ancak Putin ile Erdoğan’ın 8 Ocak’ta Ankara’da gerçekleştireceği zirve, bu sorunun cevaba kavuşması yönünde çok önemli bir dönemeç olabilir.


 Twitter: @akdoganozkan