Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdaki tutkulu bağımlılığımı dışarda bırakacak olursak bisiklet sporunun büyük bir sevdalısı sayılmam… Ama 1985 yılından bu yana izlediğim Tour de France’ın (Fransa Bisiklet Turu) yeri bende hep bir başka olmuştur… Fransızların efsane bisikletçisi Laurent Fignon’un 1983 ve 1984 yıllarındaki zaferinin ardından 1985 yılında Tur’u bir başka efsane isim olan Bernard Hinault almıştı. Üç hafta süren Tur’un kimi dağlık etaplarını ilgiyle izlemiştim o yıl. 1985’in Fransızların Fransa Bisiklet Turu’nda son kez şampiyon çıkardığı tarih olacağını bilmiyordum o zaman doğal olarak.
Üç hafta süren Tur boyunca kat edilen coğrafya, benim için öylesine ilham verici ve motive edici olmuştu ki, bir yıl geçmeden kendimi yaşadığım şehrin batı ucunda, Rivelin Vadisi adı verilen yemyeşil bölgenin kıyısına taşınmış buldum. Altıma da “son model” olmasa da, güzel bir ikinci-el bisiklet çekmiştim.
1986 Fransa Bisiklet Turu ne olup bittiğini daha fazla anlayarak takip ettiğim bir yıl oldu. Özellikle Pireneler ve Alplerdeki etapları izleyebilmek için okuldaki laboratuvar zamanlarından çalıp eve erken geliyordum.
Fransa Bisiklet Turu bir yarıştan çok öte bir şeydi…
Bir kere izleyicisine yarışçıların geçtiği bölgelerin doğal güzelliklerini görme, bir kültüre tanık olma ve ruhunu dinleyebilme imkânı veriyordu. Kendinizi televizyon ekranlarındaki o tarihlerde “high definition” dahi olamamış görüntülere kaptırırsanız, saatte 40-45 km hızla yol alan bir kervanla birlikte dağlar, yaylalar, bağlar ve tarlalar aşıyor, pitoresk görüntüler eşliğinde rüya gibi yolculuklar yapma imkanına kavuşuyordunuz. Kimi zaman bir helikopterle su kemerlerinin, tarihi köprülerin, Ortaçağ’dan kalma şatoların, katedrallerin üzerinden uçabiliyordunuz. Oturma odanızın koltuğundan kalkmadan, cebinizden 5 kuruş çıkmadan, bir tür “salon turisti” olma kolaylığıyla…
İkincisi, sporcular için öyle “hadi gel, 90 dakika koşalım, kim galip gelirse” denebilecek bir mücadele değildi Fransa Bisiklet Turu… 21 gün boyunca, günde 100-150, hatta 200 km bisiklet sürerek, toplamda 3 bin km’nin üzerinde pedal çeviriyordunuz. Yakından biliyordum, örneğin bir atlet için en zor, en acı veren yarışlardan biri 800 mt’dir. Bitiş çizgisine vardığınızda baygınlık geçirecek gibi olursunuz. Ama sonuçta her şey 2 dakika içinde olur biter. Ve siz kendinizi 20 dakika sonra sevdiklerinizle bir sofrada bulabilirsiniz. Ama Tur başka bir yarıştır. Kaslarınızın acıyla yanması dakikalar, saatler değil, günler, hatta haftalar sürer. Sporcuların büyük kısmı kendisini bir yıl bu yarışa hazırlar. Azim, tutku ve sebat sahibi olmayanın daha ikinci saatinde “ben n’apıyorum burada” diyerek bisikletini kenara çekip yarıştan “istifa etmesi” işten bile değildir. Takım stratejileri ile etaplarda uygulanan taktiklerin teknik yönünü bir kenara bırakırsak, yarışçılar için böyle bir tur işkenceden farksızdır aslında.
Üçüncüsü…. Yüzlerce yarışçı arasından turun sonunda topu topu 5-6 kişi podyuma çıkacaktı. Bisikletçiler sekiz kişilik takımlarda kendilerini çoğunlukla podyuma çıkma ihtimali olan bir kişiye, onun başarısına adayarak 3 bin küsur km pedal çevirecek ve sonrasında belki de adları bile anılmadan unutulup gidecekti. Şartlar böyleyken 3 hafta süren bir yarışı tamamlamak, podyuma çıkabilmek, diğer bütün isimler arasından sıyrılıp Champs-Élysées’de zafere ulaşmak çok çok zordur. Ayrıca farklı karakter ve becerilere sahip çok sayıda iyi bisikletçi vardır. Kas yapınız gereği belki “sprinter” özelliklere sahipsiniz, belki de zamana karşı yarışlarda iyisiniz. Ama Fransa Bisiklet Turu’nda başarılı olup olmayacağınızla ilgili soruların cevabını çok büyük ölçüde dağlar verir! Fransa Bisiklet Turu’nda Pirenelerin ve Alplerin dediği olur! Yani olağanüstü denilebilecek bir kas kütlesine sahip biri de olsanız, sıskanın bir gelip, üstün tırmanma ya da yokuş inme becerisiyle yarışı pekâlâ sizden çalabilir.
Fakat… Seri halde acı çekmek bu turun önemli bir özelliği olsa da madalyonun sadece bir yüzüdür. Diğer yüzü ise centilmence, insanca yarışmanın vazgeçilmezliğini kabule yönelik bir ortak bilinç, bir onaşmadır. Yazılı olmayan bir takım centilmenlik kuralları çerçevesinde de yarışırsınız. Onları ihlale kalkışmanız halinde, o yüzlerce yarışçı bunu ertesi günü size misliyle ödetebilirler. Ayrıca -eskiden daha sık rastlanırdı gerçi ama- nadiren o centilmenlik kurallarının da üzerine çıkabilen enfes insanlık sahnelerine de tanık olursunuz bu Tur’da. Örneğin kazayla bir bisikletçi düşer, başka bir takımdan bir sporcu ona yardımcı olmak, onu yerden kaldırabilmek için zaman kaybetme pahasına durabilir…
Turun bu tip insani yüzüyle 1986 yılında tanışacak, bu yarışın o “işkence” koşulları altında aynı zamanda bir “insanlık” testi olabildiğine o yılki dağ etaplarında tanık olacaktım. Yüzde 13’lük eğimlerin de çıkıldığı Alp Dağları’ndaki L'Alpe d'Huez etabında…. Bisiklet camiasının “hektik” diye nitelemeyi yeğlediği yarış zaferleriyle ünlü Pirene Dağları’ndaki Tourmalet etabını saymazsak bu turun – tabii eğer programa dahil edilirse- en sevdiğim güzergahıdır L'Alpe d'Huez. Bu etabın son kilometreleri yarış anında mahşer yeri gibi olur. Dağlık güzergahın son yokuşlarını dolduran yüzbinlerce sporsever ellerinde bayraklarla destekledikleri isimlere bağrış çağrış moral vermeye, güç aşılamaya çalışırlar. Bazen onun birkaç metre yanında koştukları ya da bir “el verdikleri” dahi olur!
Fransa Bisiklet Turu’nun 1986 yılındaki 18. Etabı, bu ikonik dağda, L'Alpe d'Huez’de nihayete erecekti. Beş saati aşan bir zaman dilimine yayılan Briançon - l'Alpe d'Huez etabının son saatlerinde İsviçreli bisikletçi Urs Zimmerman’ı da arkalarında bırakan iki favori isim Fransız Bernard Hinault ile yarışa sarı mayoyla başlayan Amerikalı Greg LeMond olağanüstü bir mücadele sahnelemişlerdi. Etabı ana grubun önünde saatlerce lider götüren bu iki ismin o günkü mücadelesi o denli heyecan vericiydi ki, yorumcular bitiş çizgisini Greg LeMond’un mu yoksa Hinault’nun mu önde geçeğini tahmin etmeye çalışıyor, farklı değerlendirmeler yapıyorlardı. Bitiş çizgisine kimin önde gireceği elbette çok önemliydi, ama Alp Dağlarında yan yana pedal basan bu iki isim kilometreler boyunca o denli keyif verici bir mücadele sergilemişlerdi ki, o son metreyi kimin önde tamamlayacağı en azından benim gözümde bir teferruat halini almıştı.
İşte tam o son metrelere yaklaştığımızda olağanüstü güzellikte bir şey oldu. Bir yıl önce takım arkadaşı Hinault’nun turu kazanmasına yardımcı olan Greg LeMond, son metrelerde elini saatlerdir yarıştığı rakibine dostça uzattı. Hinault da bu güzel jeste aynı şekilde karşılık verdi. Ve ikili ellerini kavuşturarak bitiş çizgisine yan yana, el ele, birlikte ilerlediler. Muhteşem güzellikteki dağların arasında verilen mücadele keyfinin ötesinde ve kasların çektiği “işkencenin” orta yerinde böylesine hoş, insani bir şeyi görmek beni o denli etkilemişti ki, bir anda gözyaşıyla buğulandı görüntüm. Yaşlar gözpınarlarımdan öyle zarafetle ve sessizce süzülmek yerine, suratımı maymuna çevirtip yamultacak bir çağıl taşkınlıkla akıyordu. Yarış sonu seremonisini beklemeden televizyonu kapattım ve bisikletime atladığım gibi kendimi Manchester Road’dan aşağıya, Rivelin Vadisi’nin yemyeşil coğrafyasındaki kendi etabıma doğru bırakıverdim. Bir sportif müsabakada sanırım en son 1982 Dünya Kupası finallerinde tüm zamanların en sevdiğim futbol takımı olan Brezilya İtalya’ya 3-2 yenildiğinde gözyaşı dökmüştüm. Dört yıl sonra bu kez kederden değil mutluluktan ağlıyordum. L'Alpe d'Huez’de “insanlık” galip geldiği için de o Brezilya milli takımı sanki 1982’nin rövanşını almış gibi hissediyordum.
Yani, futbol sadece futbol olmayabilir ama, emin olun bisiklet de sadece bisiklet değil! Ve bazen futbolda buluşamadığınız güzelliklerle, insan ruhuna dokunan hikayelerle burada buluşabiliyorsunuz!
1986, aynı zamanda ilk kez Avrupalı olmayan bir ismin, bir Amerikalının yarış kazandığı, yani sarı mayonun Atlas Okyanusu’nun öbür yakasına gittiği bir yıl olmuştu. Greg Lemond iki yıllık bir aradan sonra geldiği 1989’da Tur’u yeniden ve bu kez genel klasmanda efsane Fransız bisikletçi Laurent Fignon’un sadece 8 sn. önünde tamamlayarak mayoyu bir kez daha ABD’ye taşımayı biliyordu.
1999-2005 arasında turu üst üste 7 kez Amerikalı bisikletçi Lance Armstrong kazansa da bu yarışlarda yasaklı madde kullanarak doping yaptığı yıllar sonra anlaşılacak ve unvanı kendisinden geri alınacaktı. Lance şeytanına yenilmiş bir isimdi, onu anlamıştık. Ama galiba seveni de azdı sanırım. Tur’un pazar değerine en büyük katkıyı yapmış isimdir belki ama insani bir değer kattı mı Fransa Bisiklet Turu’na diye sorarsınız, olumlu bir cevap bulmakta güçlük çekerim. Onu sadece Tur’u kazanmaya odaklanmış bencilliği ve mekanik bakışlarıyla, mental eziciliğiyle hatırlarım.
2003 bu anlayışının zirveye çıktığı bir yıl olmuştu belki de. Bir önceki yılın podyum ikincisi İspanyol bisikletçi Joseba Beloki ile çekişmişti Lance Armstrong o yıl. 9. Etaba geldiğimizde Beloki genel klasmanda Lance Armstrong’un sadece 40 sn. arkasında, ikinci sırada idi. Etabın bitişine birkaç km kala, bir iniş sırasında, biraz sert bir sağa virajın olduğu bir noktada sanırım asfaltın erimiş kısmına denk gelen Beloki dönüşü alamayarak yere çakılmıştı. Tur tarihinin bu belki de en kötü kazasında Beloki yere çakılmadan önce kısa bir an arka tekerleğinin kilitlendiğini görmüştük. Lance’ın baskısıyla iniş sırasında belki biraz fazla risk alan İspanyol bisikletçi, başta uyluk kemiği olmak üzere vücudunda epeyce yerini kırmış, çatlatmıştı. O asfalta yapıştığında kendisini birkaç metre geriden takip eden Lance Armstrong şaşırtıcı bir soğukkanlılıkla ve durumu kendi avantajına çevirmek üzere asfalt yoldan çıkarak bisikletini doğruca araziye sürmüş ve birkaç yüz metre bu şekilde arazide ilerledikten sonra bisikletini yeniden yola, parkura taşımıştı. Lance feci bir kazayla önünde yere yıkılan ve acıyla haykıran Beloki’nin asfaltın azizliğiyle acılar içinde saf dışı kalması karşısında hiç tereddüt göstermeden bisikletini tarlalara kırmış ve bu kazayı kendi avantajına çevirmek üzere arazide pedal çevirerek ilerlemeyi sürdürmüştü. Tur’un sevimsiz, gayri insani hikâyelerinden birinin yazıldığı bir etap olarak aklımdan çıkmaz 2003 yılının o Temmuz günü.
Ya doping skandallarının gölgesinde geçen ya da favori isimlerin ağırlığını çok güçlü bir şekilde koyduğu yılların ardından bu yıl Fransa Bisiklet Turu olağanüstü bir lezzet veriyor. Tur’un tamamlanmasına 2 etap kalmışken hâlâ kimin kazanacağını bilmiyoruz. Sene başında kimsenin 2019 Fransa Bisiklet Turu’nu zaferle tamamlayacağına ihtimal vermediği bir isim olan Fransız Julian Alaphilippe beklenmedik bir şekilde 14 gün boyunca sarı mayoyu giydi. Zaman zaman sprinter arkadaşlarının tur galibiyeti için ön sıralarda çalışacak kadar da mütevazı olan Alaphillippe özellikle 18. etaptaki iniş performansıyla adını şimdiden Tur tarihine altın harflerle yazdırmayı bildi. İlk haftalarda fazla bonkörce kaybettiği dakikalar nedeniyle genel klasmanda zirvenin çok gerisine düşen bir diğer Fransız bisikletçi olan Thibaut Pinot ise 14. Etapta (Tourmalet) podyumla taçlandırdığı şahane performansıyla adeta nefes kesti. Onun bu zaferinin Fransa ve takımı için ne anlama geldiğini merak edenler yarışın son anlarını ve takım direktörü Marc Madiot’nun son saniyelerdeki ruh halini izleyerek bir fikir sahibi olabilirler. Pinot’nun sol dizinden yaşadığı talihsiz sakatlık sonucu dün, 19. Etapta hıçkıra hıçkıra ağlayarak yarışı ve Tur’u bırakması tüm bisiklet severler için iç parçalayıcı oldu. Yine de bu yıl Tur’a büyük bir heyecan katan Pinot’yu izlemek büyük bir keyifti.
Bu arada, herkesin “artık kariyeri inişe geçti” dediği Kolombiyalı Nairo Quintana ise 18. Etap’taki zaferiyle “ben bitmedim, işte burada, zirvedeyim” demiş oldu. Memleketlisi, 22 yaşındaki Egan Bernal’e gelince…. Tur öncesi sarı mayonun en güçlü favorisi olan takım arkadaşı ve geçen yılın Tur şampiyonu Geraint Thomas’tan daha güçlü göründü bu yılki etaplarda Bernal. Ve dün kar yağışı nedeniyle yolun kapanması üzerine son bölümü dramatik bir şekilde iptal edilen etapta yaptığı atakla sarı mayoyu aldı Alaphilippe’ten Bernal!
Bakalım bugün, yani 26 Temmuz 2019 Cumartesi günü Tur’un Champs-Élysées öncesi son etabı olan 130 km’lik Albertville – Val Thorens etabında düğüm nasıl çözülecek? Tur’un 20. Etabı olan bu yarış yine Alpler’de. Yarışın son yokuşu 539 mt. irtifadan başlayacak ve 2365 m’de, zirvede sona erecek. Bugün kimin zafere ulaşacağını, Kolombiyalı bisikletçi Egan Bernal’in liderliği perçinleyip perçinlemeyeceğini bilmiyoruz. Ama çok sayıda bisikletçi arasında enfes mücadelelere sahne olan Tur’da nihayetinde sportmenlik, centilmenlik kazansın, “insanlık” zafere ulaşsın istiyoruz.
20. Etap bu yıl muazzam tat veren Tur’da muhtemelen düğümün çözüldüğü de bir etap olacak. O nedenle, bugüne kadar hiçbir etabını izlememiş de olsanız, Caner Eler, Sarper Günsal ve Berkem Ceylan’ın Eurosport’taki informatif ve renkli sunumlarıyla ayrı bir lezzet kattıkları Tur’un bu son Alpler etabını sakın kaçırmayın!
Fransa Bisiklet Turu ile birlikte dağlar, nehirler, ovalar aşmak imkânı da var. Ve bugün dağlardaki son şansınız. Dağların da karar günü! Haydi buyurun!
twitter: @akdoganozkan