Akdoğan Özkan

21 Nisan 2014

Please, don’t OccupyCHP! Before you occupy…

Kavgada yüzü gözü dağıldığı halde, “sen asıl öbür adamın halini görecektin” tavrıyla karikatürize edilen adamlar vardır ya...

Kavgada yüzü gözü dağıldığı halde, “sen asıl öbür adamın halini görecektin” tavrıyla karikatürize edilen adamlar vardır ya...

CHP’nin 30 Mart Yerel Seçimleri akabinde aldığı pozisyon bana biraz böyle bir karikatürü çağrıştırıyor.

Hem nedenleri hem de sonuçlarıyla çok önemli olduğunu düşündüğüm bu dağılmışlık halinin üzerinde durmak istiyorum biraz.

Çünkü orada vaziyet böyle olunca birileri bu durumdan, aceleyle OccupyCHP şeklinde bir vazife çıkarıyor.

Oysa ilk işgal etmemiz ya da meşgul etmemiz gereken yer CHP mi, yoksa zihniyet dünyamız, zihinlerimizdeki ambargolar mı?

Bir düşünelim, derim.

Neyin ne olduğunu görebilmek için de önce seçim sonuçlarının arkasındaki gerçekleri arayalım. Uhuletle ve suhuletle!

CHP’nin zaten kendisine oy veren genç ve modern seçmenle kurduğu ilişkinin elbet arazları var. Ama önce CHP’nin, kendisine oy vermeyenlerle bir türlü kuramadığı ilişkinin neden ve sonuçları üzerine samimi bir muhasebe yapmak gerekmez mi?

Tabii derdimiz “altı ok”a medyatik bir gençlik cilası çekmekle yetinmek değil, gerçekten radikal demokrat bir ufuk saptamaksa!

O yüzden, Occupy’cıların kullandığı dilden devamla, “Don’t OccupyCHP” demek istiyorum. Evet, “please, Don’t OccupyCHP, before you occupy your mind!

Bu “kısa lafın uzunu” ve de Türkçesi şöyle: Kendi zihinlerinizi işgal etmeden, oradaki zihniyet ve duygu ambargolarını çözmeden, lütfen ama lütfen CHP’yi işgal etmeyin. Zira öbür türlüsü yarın açabileceğimiz bir kapıyı bugünden kapatmak anlamına da gelebilir!

Biliyoruz ki, CHP bundan 1 - 1,5 yıl sonra tarihindeki en önemli genel seçimlerden birini yaşayacak. Dolayısıyla bu partinin ve de onun çekirdek seçmenlerinin 30 Mart 2014 seçimlerinin ortaya çıkardığı sistemik zaafları sağlam bir zihinsel muhasebeden geçirmeden tutacağı (ya da tutmayacağı) yollar, alacağı (ya da almayacağı) tavırlar, CHP’nin o sığındığı Batı sahillerinden de kopup denize dökülmesine sebep olabilir.

Ayrıca CHP’ye oy vermiş olsun ya da olmasın kendisini siyasi yelpazenin şu veya bu ölçüde solunda gören sosyal demokrat ve sosyalist kesimler için –ki seçmen nüfusunun yüzde 12.8’ine denk geliyor- 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin sonuçlarını doğru okumak, “müttefiklerimiz yenildiği için biz de yenik sayıldık”ın ötesine geçebilen bir muhasebe yapmak çok önemli.

Şimdi sandık aritmetiğine ve detaylara fazlaca boğulmadan seçim sonuçlarından süzdüklerimi yedi maddede sıralayayım:

 

  1. 30 Mart yerel seçimleri aslında Türkiye’de bir “iktidar sorunu” olmadığını, bir “muhalefet sorunu” olduğunu ortaya koydu. İktidar partisinin tüm yıpranmışlığına rağmen, belli ki ana muhalefet partisi kendisini iktidara yürüyebilecek bir vizyon ve ona uygun stratejilerle donatamamış, bu doğrultuda yeniden organize olmaya girişmemişti. Sonuçta CHP ülkedeki siyasi rekabet eksikliğine bir kez daha çare olamadı ve oyları bir seçimde daha yüzde 25 civarına sıkıştı.

 

  1. Seçimler AKP’den sökülen oyların yöneldiği, yöneleceği adresin ağırlıkla MHP olduğunun da altını çizdi. Bu durum her 3 AKP seçmeninden birini kendi lehine çevirme çabasına girişmedikçe CHP’nin seçim zaferi kazanamayacağı gerçeğiyle yüzleşmemiş olduğu anlamına da geliyor. CHP, AKP seçmenine yaklaşacak bir siyaset ve dil üretmek yerine, rakibi ile onun seçmeni arasındaki bağın zamanla çözülmesini bekleyen edilgen bir pozisyona tutundukça, MHP ile arasındaki farkın da eridiğini ve gün gelip “ana muhalefet” rolünü bile yitirdiğini görebilir.

 

  1. Seçimler otoriter popülist çizgideki AKP’nin geleneksel CHP yöntemleriyle yenilgiye uğratılmasının pek mümkün olmadığını gösterdi. Muhafazakar demokrat görüntüden zamanla otoriter popülist çizgiye kayan ve bu haliyle Türkiye için görece yeni bir fenomen olan AKP, yaslandığı geniş seçmen kitlelerinin değerleri üzerinden kutuplaşmalar yaratmada ve bu şekilde safları konsolide etmede gayet mahir. Bu şartlar altında CHP eğer kendisini toplumun tüm kesimlerine yaymayı önemsiyorsa, sorgusuz kabullendiği “anti-AKP” pozisyonlara takılmamalı, seçmendeki endişe ve korkuları besleyen bir üslupla ve negatif önermelerle öne çıkmamalı. Tam tersine insanların hayallerini ve umutlarını tetikleyen, geliştiren bir dil üretmeli. Kısacası, muhalefet AKP’nin hegemonik siyaset anlayışını kırmak istiyorsa, Bekir Ağırdır’ın 4 Nisan 2014 tarihli T24 yazısında da altını çizdiği gibi, kutuplaşmanın ürettiği zihnî ve duygusal ambargoların dışında bir siyaset üretmeli, dil bulmalı. Bunun için de tabii öncelikle AKP’nin temsil ettiği sosyolojiyi iyi “anlaması”, sosyolojik saha çalışmalarından, belki sosyal antropolojiden çok daha fazla faydalanması icap ediyor –ki ona uygun stratejiler geliştirebilsin. (1)

 

  1. Seçimler CHP’nin eti budu belli sosyalist sola, “aday çıkarıp oyları bölme” diyerek hiç bir yere varamayacağını da ortaya koydu. İstanbul’da Mustafa Sarıgül’e ve CHP’ye gitmesi beklenen “oyları böleceği” iddia edilen HDP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sırrı Süreyya Önder’in kentte geçen yerel seçimlere katılan BDP’den (eski adıyla DTP’den) çok farklı bir oy oranı yakalayamadığını gösterdi. Hatta HDP’nin, BDP’nin Doğu illerindeki başarısını yakalayamadığı ve sandıklarda Kürtleri bile birleştiremediğini göstermiş oldu. Bu haliyle de HDP, CHP’ye gidecek oyları “bölmüş” olmadı. (Zaten, Yrd. Doç Dr. Erdem Yörük, HDP’nin oyunu CHP’den değil AKP’den aldığını SAMER verilerine dayanarak epey önce göstermişti.) Futbol jargonuyla söyleyecek olursak, CHP bu golü “kendi kapattığı köşeden” yedi.

 

  1. Seçimler sadece CHP için değil, HDP çatısı altında bir araya gelen irili ufaklı sosyalist partiler için de hezimet oldu. Seçim sonuçları Kürt hareketinin aktif desteğiyle yola çıkmış HDP’nin seçmen nezdindeki “Batı’daki BDP” algısını silememiş olduğunu gösterdi. HDP’nin başarısızlığı bununla sınırlı kalmadı. Aslında Kürt hareketi HDP’nin de katkısıyla hem genel seçimler öncesinde yüzde 10 barajını test etmeyi hedeflemiş hem de Ağustos’ta Çankaya’ya çıkmak isteyecek Recep Tayyip Erdoğan’a –“çözüm sürecini” hukuki çerçeveye oturtma (sözü) karşılığında- verebileceği desteğin ne ölçüde kritik ve belirleyici olduğunu göstermek istemişti. BDP demokratik özerklik projesinin etki alanını artıran bir sonuç elde etme başarısı gösterirken, HDP güçlü programına rağmen kendi hedeflerinin uzağında kaldı. HDP çatısı altında yer alan sol partilere gelince... HDP, “Batı’daki BDP” algısını silemeyince, sırtını büyük şehirlerdeki Kürt oylarına dayamış gibi bir görüntü çizen küçük sol partilerin insanların maddi hayatlarına dokunan hayalleri ve yerel yönetim projeleri –varsa bile- çok geri planda kaldı. Vahşi neo-liberal politikaların yıkıcı çevre kıyımlarıyla ilerlediği bir dönemde Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi gibi toplumsal tasavvuruna ve ekolojik perspektifine çok ihtiyaç duyabileceğimiz bir parti bile kendisini ve söylemlerini HDP çatısı altında görünür kılamadı. Neye karşı oldukları az çok bilinen sosyalist partilerin CHP’nin de sıkıntısını çektiği sorundan mustarip oldukları, ne için var olduklarını ve bu ülke ile seçmenine ne zenginlikler katabileceklerini pek ifade edemedikleri görüldü. Bu partiler, çatı partisi altında kalmayı sürdüreceklerse, HDP’nin bundan böyle “Batı’daki BDP” algısını silecek bir örgüt yapısı, dil ve siyasetle seçmen önüne çıkacağından emin olmak zorundalar. Yapmaları gereken bir diğer şey de, kitlelerin maddi hayatlarına dokunacak hayaller ve projeler geliştirmenin ve bunları web sitelerinde değil yerel olarak görünür kılmanın yollarını bulmak olmalı.

 

  1. Seçimler kendisini öncelikle sosyal demokrat ya da sosyalist olarak tanımlayan ama küçük sol partilere değil CHP’ye oy veren seçmen kitlesi için de büyük hayal kırıklığı oldu. Evet ama onların hayalleri aslında seçimlerden çok önce erimemiş miydi? Unutmamalı ki, 2011 yılında “Kendinizi Siyasi Açıdan Nasıl Tanımlarsınız” sorusuna Türkiye’deki her yüz kişiden 22.2’si sosyal demokrat ya da sosyalist yanıtını verirken, bu rakam 2013’te  12.8’e inmişti. Yani otoriter popülist iktidarın ülkeyi kutuplaştıran salvoları bu sol kesimlerin yüzde 40’ı aşan oranda merkeze doğru savrulup kendilerini daha ziyade “cumhuriyetçi/Kemalist” nitelemelerle tanımlamalarına sebep olmuştu. Yani sosyal demokratlar ve sosyalistler mücadeleye seçimlerden önce zaten yenik başlamışlardı. Dolayısıyla sosyalistler yeniden büyümek istiyorlarsa, kendilerini öncelikle o kutuplaşmanın dili dışında ifade ve var etmeli, bütün bir toplum için söz üretir olmalılar.

 

  1. Seçimler aslında CHP’ye, “iktidar olmak istiyorsan toplumun sadece modern kesimlerini hedeflemeyip geleneksel muhafazakâr seçmenlerin olduğu merkeze doğru yürümelisin” demiş oldu. CHP bu çağrının gereğini yapmak üzere belirli bir vadede kendisini yeniden konumlamak isteyebilir. Ve sancılı olacağı aşikar bir süreçle merkeze daha fazla yaklaşırken bugüne dek yapamadığını yapıp bu uğurda kimleri ya da hangi değerlerini “feda” edeceğini de belirlemek isteyebilir. Sosyal demokratlar ve sosyalistler CHP’nin merkeze ve sağa doğru olası bir yürüyüşüne şaşırmamalı, hatta belki de sevinmeli. Bir kere, otoriter popülizmin bu denli yükseldiği bir Türkiye’de desteği geniş halk kitlelerine yayılarak aramaya yeltenecek, kuvvetli bir CHP bu ülkenin geleceği adına son derece önemli. İkinci olarak, CHP’nin 1965 yılında yaptığı “ortanın solundayız” açılımından beri rehin tuttuğu sol alanın özgürleşmesi Türkiye’deki sol siyaset için yeni bir ufuk açabilir. Bu ufuk sosyalistlerin partinin içinde belirli konularda sözü dinlenen, etkili bir muhalif sol kanat oluşturarak varlıklarını sürdürmeyi seçmelerine de yol açabilir, yeni bir oluşuma soyunmalarına da, varolan bir yapıya hicret etmelerine de.

 

Evet, en başta da söylediğim gibi, ortaya çıkan tüm bu sonuçlara bakarak, “Don’t OccupyCHP”, please! Bu ülkede son bir yıl içinde yoğunlaşan kutuplaşmaların ürettiği zihnî ve duygusal ambargoları kaldırıp onların dışında bir siyaset dili üretmemize imkân verecek bir zihin işgaline (“Occupy Your Mind”) öncelik vermeden CHP işgaline yeltenmek temel sorunlarımızı çözmez. Tabii derdimiz radikal demokrasi ise. Öte yandan, CHP’nin önüne bu aşamada ille de medyatik bir fiil koyulacaksa, “occupy” yerine belki “surround” (çevrele, kuşat) koymak daha anlamlı olabilir. Bu ülkenin hayatın pek çok alanını, “Kuzey Ormanları Savunması” gibi, “Oy ve Ötesi” gibi, CHP’den bağımsız sivil inisiyatiflerle çevreleyip kuşatan birlikteliklere, alternatif pratiklere ve modellere ihtiyacı var. “Hele bir bizim parti iktidara gelsin, çözülür o tip konular” gibi bir kolaycılığa ve indirgemeciliğe kapılmadan... Hem belki SurroundCHP (ki aslında doğrusu SurroundTURKEY olmalı) gibi bir “fiil” temelinde oluşan, oluşacak sivil inisiyatifler muhalefet partilerine de kendilerini kalıcı bir biçimde dönüştürmeleri ve çeki düzen vermeleri için gerekli referans ve enerjiyi biraz daha patırtısız bir biçimde de sağlayabilir.

 

twitter: @akdoganozkan

 

 

 (1) CHP üye ve yöneticileriyle bu partiye gönülden bağlı olan seçmenler İllinois Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali T. Akarca’nın “30 Mart’ta Nasıl Bir Sonuç Beklenmeli ve Sonuç Nasıl Yorumlanmalı” başlıklı çalışmasını mutlaka bulup incelemeliler. KONDA’nın 16 Nisan 2014 tarihli “30 Mart Yerel Seçimler Sonrası Sandık ve Seçmen Analizi“ başlıklı raporunu didik didik edip gerekli dersleri çıkartmalılar. Kadir Has Üniversitesi tarafından her yıl gerçekleştirilen ve Prof. Dr. Mustafa Aydın tarafından kamuoyuyla paylaşılan “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması”nı okumalı, nasıl bir havuzun içinde oy devşirmeye çalıştıklarını anlamalılar. Şehrin seçim, eğitim ve iş haritalarını üst üste çakıştırmalı ve ortaya çıkan ayrışmayı sosyologlara, sosyal antropologlara, psikiyatrlara yorumlatmalılar. A&G Araştırma Şirketi Başkanı Adil Gür’ün vardığı ve “AK Parti dindar ve muhafazakar olduğu için iktidar oluyor değil. CHP de cumhuriyetçi/laik/Atatürkçü ve sosyal demokrat olduğu için iktidar olmuyor değil” şeklindeki yargısının raporlarda hangi verilerle desteklendiğini araştırmalılar.