Bugün yani 14 Mart 2016 iki açıdan çok önemliydi.
- Suriye’de 250 binden fazla insanın ölümüne yol açan savaşa doğru giden yolda ilk muhalif gösteriler bundan 4 yıl önce bu günlerde başlamıştı.
- Suriye savaşını sonlandırma iddiasıyla yürütülen Cenevre Barış Görüşmeleri BM heyetine liderlik eden Staffan de Mistura aracılığında bugün yeniden başlayacaktı.
Dün akşam saatlerinde Ankara'da meydana gelen alçakça saldırı, Suriye’deki savaşa başından bu yana müdahil olma arzusu içinde görülen Ankara’ya bu talebini meşruymuş gibi gösteren tehlikeli potansiyeliyle de bugünün önemine bir yenisini daha ekledi.
Malum, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Suriye topraklarındaki YPG güçlerine ve onların içinden yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri’ne yönelik sınırın bu tarafından yaptığı topçu atışlarını 28 Şubat tarihinde yürürlüğe giren ateşkesle birlikte kesmişti. TSK’nın 13 Mart Ankara Katliamı’nın ardından Kandil’le sınırlı kalmayan bir hareketliliğine girişerek bu saldırılarına yeniden başlaması, hatta Suriye Savaşı’na daha aktif şekillerde müdahil olmaya kalkışması ihtimalleri belirmiştir.
Ancak belirtmeliyiz ki benimsenebilecek böyle bir tutum;
- Suriye’deki ateşkesin topyekun çökmesine yol açacak,
- Soruna çözüm bulunması yönündeki uzun menzilli siyasi/diplomatik çabaları zayıflatacak,
- Neticede şiddetin hakimiyetinin daha geniş bir coğrafyaya yayılmasına ve bugün Yüksekova’dan Ankara’ya tutuşmuş bir görüntü veren ülkenin daha da çok yanmasına sebep olabilecektir.
Türkiye’nin böyle bir aksiyona yeltenmesi, bir yandan da ABD ve müttefikleriyle ilişkilerinde yaşadığı çatlakların tehlikeli bir şekilde daha da büyümesine yol açabilecektir.
Malum, Türkiye hükümeti Cenevre’de bugün yani 14 Mart’ta başlaması beklenen ve 24 Mart’a kadar sürmesi beklenen barış görüşmelerine Kürt temsilcilerinin dahil edilmemesi yönünde ısrarlı bir tutum içindeydi. Washington yönetimi Ankara’nın bu talebine 28 Şubat’ta başlayan ateşkese uyması şartıyla destek verdi. Ankara’nın ateşkesi ihlale kalkışması ABD’nin Cenevre görüşmelerine Suriye’deki Kürtlerin siyasi temsilcisi PYD’yi Nisan ayında dahil etme konusunda elini rahatlatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Türkiye’nin kanlı 13 Mart saldırısı ardından yapabileceği bir diğer hata da, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına olanak tanıyacak fezlekelerin meclise getirilmesi sürecini hızlandırmak olacaktır.
Ankara’nın dışta ve içte atabileceği bu iki adım en kaba hatlarıyla bölgedeki siyaset alanının daralması ve geçtiğimiz temmuz ayından bu yana kan kokusuyla birlikte üzerimize bir kabus gibi çöken şu puslu havanın çok daha ağırlaşması demektir.
13 Mart’taki alçakça saldırı, faili hangi vahşi örgüt olursa olsun, her şeyden önce Ankara’nın bir yıl önce “İç Güvenlik Yasa Tasarısı” ile tahkim ettiği ve “hiç bir zafiyeti olmadığını” düşündüğü güvenlik politikalarının iflası anlamına da gelmektedir. Suriye’ye girmek için fırsat kollanırken, Suriye’siyle Irak’ıyla Ortadoğu Türkiye’ye girmiştir. Bu görülmediği, Türkiye’yi paydaşları ve komşularıyla birlikte barış ve huzura götüren adımlar atılmadığı sürece, 14 Mart 2016 tarihi, 13 Mart 2016 Ankara saldırısı ile bir sonraki arasında geçen ve sadece acı ve utanç içinde çocuklarımızı gömdüğümüz, bu ülkenin esenliğe ulaşma mücadelesinde kaybedilmiş bir gün olarak tarih yapraklarındaki yerini alacaktır.