Geride bıraktığımız nisan (2014) ayında medyada öne çıkanlara –aslına bakarsanız çoğunlukla çıkmayanlara (!)- kişisel ve mecburen taraflı bir bakış isterseniz, buyurun...
TÜRKİYE’DE AYIN İNSANI:
Nisan ayında “Türkiye’de Ayın İnsanı”, kürsüden konuşanlar arasından değil kepçelerin önüne oturanlardan çıktı. Edirne’nin Murat mahallesinde park olarak kullanılan arsaya inşaat kazısı ekibinin geldiğini duyan 75 yaşındaki Kıymet Peker sandalyesini kaptığı gibi gidip kepçenin önüne oturarak kazıya engel olmuştu. “Biz gelip burada nefes alıyoruz. Çocuklara bu oyun yeri kalsın. Gelip dolaşsınlar, salıncakta sallansınlar. Biz böyle istiyoruz. Buranın park kalması için 40 Yasin adadım” diyen Kıymet Teyze kanımca “Ayın İnsanı” unvanını fazlasıyla hak ediyordu. Onun insanlığı sayesinde gündeme gelen arsa için 2 Nisan’da güzel bir haber geldi. Edirne İdare Mahkemesi, imar planının değişikliği kararının iptali için açılan davada yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Bu memlekette bir yeşil alanın daha kaybolmasına engel olan, sonra da “çocuklar, gençler çiçeklerle elimi öpmeye geldiler. Bunu hep birlikte başardık” diyen bir teyzenin elleri öpülmez mi?
DÜNYADA AYIN İNSANI
Nisan ayında “Dünyada Ayın İnsanı” BBC’nin yaban hayatı program yapımcılarından Chris Packham oldu, kanımca. Packham göç sezonlarında Afrika ile Avrupa arasında mekik dokurken Malta semalarından geçen ya da az da olsa beslenebilmek için sulak alanlarda, boş arazilerde mola veren onlarca göçmen kuş türünün Maltalı avcılarca yıllardır vahşice katledilmelerini dert edinip defalarca yetkilileri uyarmıştı. Üreme alanlarına çıkmak için binlerce km. yol kat etmek durumunda kalan bu hayvanlar uzun yolculukları sırasında vücut ağırlıklarının yüzde 40’nı da kaybediyordu. Bu cefa yetmezmiş gibi, şimdi bir de can kurtarma derdine düşmüşlerdi. Chris Packham bu dünyadaki canlı türlerinin yüzde 95’inin ortadan kaldırılmasının doğrudan ya da dolaylı sorumlusu olan insanın leylekleri, kartalları, şahinleri ve balıkçılları keyif için öldürmesi karşısında sessiz kalmamayı seçti. Baktı ki, burası bir “kuş cehennemi” ve farkındalık kampanyalarıyla katliama engel olamıyor. Ruth, Jez ve Luke isimli üç arkadaşıyla birlikte bu göç sezonunda atladı gitti Malta’ya. 21 Nisan 2014 tarihinden başlayarak Birdlife Malta’nın da desteğiyle katliamların belgeselini (Massacre on Migration) çekmeye başladı. Bu amaçla ülkenin en büyük avcı dernekleri federasyonunun (FKNK) katliamcı üyelerinin diplerine kadar sokularak vahşete tanıklık etmeye çalıştı. Avcılar tarafından defalarca tehdit edildi. Yetmezmiş gibi, avcıların mahremiyetlerini ihlal ettiği şeklindeki şikayetler üzerine 26 Nisan günü Malta polisi tarafından gözaltına alındı. Sanki katliamcı kendisiymiş gibi 4 saat boyunca sorgulandı. Onun cesaret ve azimle ortaya koyduğu bu son mücadele yeryüzündeki binlerce doğa korumacı için saygın ve eşsiz bir örnek teşkil etti.
AYIN OLAYI
Bana sorarsanız Nisan 2014’te “Ayın Olayı,” Suriye’deki savaşın son safhalarında El Nusra gibi El Kaide bağlantılı İslamcı grupların işgaliyle yerlerinden, yurtlarından edilmiş Kesab’lı 2 bin Ermeni’nin çirkin bir şovun bir parçası yapılmaları idi. Hayalet kasabaya dönen Kesab’ın bazı yaşlı sakinleri “Bakın Ermenilere zarar vermedik” başlıklı kameralı bir şov kapsamında Türkiye’ye getirilerek artık Samandağ’ın bir mahallesi haline dönüştürülmüş Vakıflı’da “misafir” edilmişlerdi. 11 Nisan 2014 tarihli Agos gazetesinde Karin Karakaşlı, “Kesab’dan Vakıflı’ya Yüzyıllık Bir Hikâye” başlıklı yazısında “hikayelerini de ellerinden çalarsan, neleri kalır geriye” dediği Ermenilerin maruz kaldıkları bu şovun iki yüzlülüğünü ve yaşanan dramı yutkundurucu sorularıyla birlikte kaleme aldı. Şov çirkindi! Çünkü Daily Telegraph gazetesinden Ruth Sherlock’un 14 Nisan tarihli haberine göre, aslında Türkiye Kesab’ı ele geçiren El Nusra militanlarına yardım etmişti. Türk hükümeti bu iddiayı reddetti. Ancak Suriyeli bir muhalif Sherlock’a şöyle dsiyordu: “Türkiye bize büyük kıyak yaptı! (...) Rejime farklı taraflardan saldırmamız gerekiyordu. Sahil şeridinden tek geçiş Türkiye sınırıydı. Kısaca bu (Türkiye'nin sağladığı yardım) büyük bir yardımdı.”
Türkiye 23 Mart’ta Kesab üzerindeki bir Suriye jetini düşürerek zaten bir başka kıyak (!) daha yapmıştı. Ondan önce “insani” (!) yardımlarımız -bazıları TIR’ların içinde- Suriye’ye gürül gürül akmıştı. Son büyük yardım da onlara kucak açmamız (!) olmuştu! Allah yardımların büyüğünden saklayaydı!
AYIN HABERİ
İlhan Tanır imzasıyla 9 Nisan 2004’te Diken’de (diken.com.tr) yayımlanan “MİT Planladı, Jandarma Halep’e Kadar Kimyasal Taşıdı” başlıklı haber kanımca “Ayın Haberi” oldu.
Pulitzer ödüllü duayen gazeteci Seymour M. Hersh, 4 Nisan günü London Review of Books’ta yayınlanan haberinde, 21 Ağustos 2013’te Şam’ın doğusundaki Guta banliyösünde meydana gelen sarin gazlı kimyasal silah saldırısının, Suriye rejimi tarafından değil, ABD’yi Suriye’ye karşı savaşa sürüklemek amacıyla Türkiye tarafından El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi’ne yaptırıldığını öne sürmüştü. Hersh, bir kaç gün sonra bu haberin arka planını önünde duran istihbarat raporuna göndermeler yaparak Diken’e anlattı .Ve şunları söyledi: “Türk jandarmalar maddeleri kamyonlarla Suriye içine taşıdı. Bu materyaller Türkiye’den Suriye’ye sokuldu, Halep’e götürüldü. Sinir gazı yapılan kimyasal maddeler dahil olmak üzere, sonradan da orada bileşim gerçekleştirildi. Ve tüm bunları anlatan bir (ABD) istihbarat raporu var. Ben de bunun üzerine yazdım. Hepsi bu.”
AYIN MANŞETİ
Berkin Elvan’ın vurulduğu gün bir TOMA’dan çıkan görüntüler Nisan ayı ortalarında gazetelerde yer aldı. Oysa devlet, tam üç kez, “elimizde hiç görüntü yok” demişti. Daha önce Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü anın görüntülerine de ulaşmış olan gazeteci İsmail Saymaz, Berkin’in vurulduğu güne ait kayıtları, Radikal gazetesinin 17 Nisan tarihli sayısında haberleştirdi. Gazete o gün “Yok Denilen Görüntüler” manşetiyle çıkıyordu. “Ayın Manşeti” devletin görme kusuruna (!) işaret eden bu manşetti. Saymaz’ın 28 Nisan tarihli bir başka haberinde devletin “görme kusuru” daha da belirginlik kazanıyordu. Evet, Saymaz bu kez de Gezi Direnişi sırasında polis şiddetine maruz kalan Hakan Yaman isimli bir yurttaşın soruşturmasına eğiliyor ve “Mobese bozuk, TOMA çağdışı, kasklar sahipsiz” başlığıyla yeni bir habere daha imza atıyordu. Haberde, Gezi Parkı olayları sırasında bir sivil ve dört polis tarafından dövülen, sonra da gözü çıkarılıp yanması için ateşe atılan 37 yaşındaki minibüs şoförü Hakan Yaman için hem polisler, hem de kameralar “böyle bir olaya tanıklık etmedik” diyorlardı. İlerleyen aylarda bu olaya ilişkin de bir görüntü bulunması durumunda, yeni manşet belki de “Yok Daha Neler!” olabilirdi.
AYIN HABERCİSİ
Resmi Gazete’yi didik didik edip “bu toprakların hem doğasını hem de mülkiyet yapısını bir daha asla eskiye dönülmeyecek biçimde değiştirmek üzere” alınan kararları herkesten önce haberleştiren Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Çiğdem Toker için bence “Ayın Habercisi” diyebiliriz. 19 Nisan tarihli Resmi Gazete’de “Hazinenin Borç Üstlenim Yönetmeliği” adıyla yayınlanan yönetmeliği inceleyen Toker konuyu 21 Nisan’da gazetesinde “Kimi Kandırıyorsunuz” başlığıyla yazıya döktü. Olan şuydu: Devletten “Yap-Kirala-Devret” usulüyle altyapı işlerini alanların, TL ve döviz kredisine devlet garantör oluyordu. İşin “güzel” yanı, hangi iş için hazine garantisinin verileceği, ihale aşamasında “gizli” tutulacaktı. Bir başka deyişle projeleri ya da firmaları riskli gören bankaların, bu işadamlarına kredi verirken tasalanmalarına ihtiyaç kalmıyordu. “Kapı gibi” halk vardı. Bankaların battığı 2001 krizinin ardından paşa paşa ödemişti batık kredileri; yine öderdi. Toker konuyu ay boyunca gündemde tuttuğu gibi, Hazine’nin söz konusu yönetmeliğe “açıklık getirmek” amacıyla 9 gün sonra yaptığı açıklamasına karşı “kül yutmadığını” “Hazine Neden Kafa Karıştırıyor?” başlıklı yazısında gayet güzel ortaya koyuyordu.
Bence Nisan 2014’te “Ayın TV Programı” 18 Nisan akşamı CNN Türk’te Taha Akyol’un sunduğu Eğrisi Doğrusu isimli program oldu. Akyol’un o akşamki konukları Konda Araştırma Şirketi’nden Bekir Ağırdır ile Tarhan Erdem idi. Seçim sonuçlarını isabetli bir şekilde tahmin eden bu ikili o programda sadece yerel seçimlerin sonuçlarını analiz etmekle kalmadılar. Kutuplaşmanın seçmen davranışların üzerinde etkisini ve cumhurbaşkanlığı seçiminde görünen denklemin nasıl değiştirilebileceğini de mükemmel bir biçimde anlattılar. Saha çalışmalarından yansıyan verilerini seçmenin değerler analiziyle birleştiren ve geleceğe yönelik önemli projeksiyonlar sunan bu usta araştırmacıların analizleri Türkiye’de eşine az rastlanan bir sağduyu ve bilimsel kıymet barındırıyordu. Umarım yaşadığımız bu hengâmede güme gitmemiştir.
AYIN ÖNGÖRÜSÜ
Ayın en isabetli tahmini az daha “Konuşmasında bir üsten bakış, bir güç zehirlenmesi, yetki şımarıklığı gördüm” diyen Burhan Kuzu’ya ait olacaktı. Çünkü konuşmasının başını kaçırmıştım. E yani, “üstten bakan, güç zehirlenmesi yaşayan, yetki şımarıklığı içinde olanlar” vardı. Ayrıca isabetli öngörüleriyle bunları Anayasa Komisyonu başkanı tespit etmeyecekti de, kim edecekti? Fakat o da ne! Cümlenin devamını dinlediğimde Kuzu’nun bu lafları Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç için söylediğini fark ettim. Kısacası Sayın Kuzu, “Ayın Öngörüsü”nün sahibi değildi, sadece çok yaklaşmıştı. O yüzden belki de “Ayın Öngörüsü”, “Yerel seçimi sert mi buldunuz? Daha serti geliyor” diyen İsmet Berkan’a ait oldu. 18 Nisan 2014’te Hürriyet gazetesindeki köşesinde Berkan, Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken “kendimizi kaybettiğimiz millet olma vasfımızı daha da aşındıracak sertliklere bir an önce hazırlamalıyız” şeklinde sesleniyordu.
Fehim Taştekin’in 14 Nisan 2014 tarihli Radikal gazetesinde “Kuveyt’in Parası, Çeçen’in Kaması” başlığıyla yer bulan köşe yazısı, Suriye’de “para ve silahla” kimin ne yapmaya çalıştığını, kimin kim olduğunu anlamada yardıma çağırabileceğimiz cinsten, aydınlatıcı, bilgi dolu fevkalade bir yazıydı. Dahası, yüzlerce silahlı örgütün cirit attığı ve güçler denkleminin giderek karmaşıklaştığı Suriye’de “kim kimi besliyor, kim sahneden sıvışmaya çalışıyor, kim kaçarken projektöre yakalanıyor” gibi özlü sorulara özlü yanıtlar getiriyordu. Bu kanayan coğrafyada olup bitenlerle ilgili olarak “mazlum rejim muhalifleri zalim Esed’e karşı savaşıyorlar” klişesinin ötesinde derinlikli bilgi sahibi olmamızın zararı yok, faydası ise çok!
AYIN EN EĞLENCELİ KÖŞE YAZISI
“Vatana Nasıl İhanet Ettim” başlıklı yazısıyla A. Turan Alkan, nisan ayının belki de “En Eğlenceli Köşe Yazısı”na 6 Nisan 2014’te Zaman gazetesinde imza attı. Türk basınının kendine özgü, kuvvetli kalemlerinden biri olan Alkan yaptığı bir “vatan hainliğini” renkli üslubuyla şöyle itiraf etti o yazısında: “Neticede bir hayli düşünüp taşındıktan sonra bilgisayarın DNS mi nedir, o ayarlarıyla oynayarak YouTube sitesini açıp, etrafı kolaçan ederek Neşet Ertaş rahmetliden ‘Gönül Dağı’ türküsünü açtım. Müthiş bir cesaretle, -ama kulaklıkla- sonuna kadar dinledim; sonra da kendimi dinledim.
-Bu günlük bu kadar ihanet yetişir diye içten içe gülümseyerek masadan kalktım ve aynaya baktım,
-Vay be dedim kendi kendime, anarşistlik hiç de fena bir şey değilmiş!”
Evet, bu memlekette artık “muhafazakâr anarşistler” (!) de var! Ve “çok fena” şeyler yapıyorlar!
AYIN EN UFUK AÇICI FİKİR YAZISI
Ümit Kardaş’ın Taraf gazetesinde “Merkezi Yönetim ve Özerklik” başlığı altında 22 Nisan’da başladığı, 26 ve 29 Nisan’da sürdürüp 3 Mayıs 2014’te sona erdirdiği seri yazıları geride bıraktığımız ayın iz bırakan fikir yazıları arasında yer aldı.
Türkiye’nin katı bir merkeziyetçilikle ve adeta kolonyal bir modelle yönetildiğini düşünen Kardaş, yazısında bölge yönetimlerinin güçlü olduğu dünya örneklerine bakıyor, tartışıyor ve ülkemizdeki herkesin barış ve huzurunu sağlayacak bir modeli bunlara da bakarak yaratmamızın kaçınılmaz olduğunun altını çiziyordu.
AYIN MEDYA ANALİZİ
Ümit Kıvanç’ın kişisel blog sitesi “Riya Tabirleri”nde 20 Nisan 2014’te kaleme aldığı “Korku Filmi Böyle Korkunç Değildir” başlıklı yazı kanımca ayın en iyi medya analizi oldu. Yazı, 19 Nisan tarihli “Yaz Boz” programında Reza Zarrab’ı bir “çanak röportaj” için çapraz sorguya (!) alarak büyük bir “gazetecilik başarısına imza atan” (!) A Haber TV üzerinden yapılan bir değerlendirme yazısı niteliğindeydi ve şu sözlerle sona eriyordu: “Utanç öyle bir şey ki, kaybettiğinizde bir daha bulup yerine takmanız imkânı yok.”
AYIN KİTABI:
Ciddisi: İletişim Yayınları’ndan Suavi Aydın ve Yüksel Taşkın imzasıyla çıkan “1960’dan Günümüze Türkiye Tarihi” isimli kitap Nisan ayının en iyi kitaplarından biri olarak raflardaki yerini aldı. Bu, ayın değil belki yılın, hatta yılların kitabı. Zira, bizdeki tarih yazımı geleneğinin kapsamlı bir şekilde eğilmediği 1960 -2014 döneminin tarihini, siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel dönüşümleriyle birlikte anlatıyor. Darbe, militarizm, sol, milliyetçilik, Kürt meselesi ve siyasal İslâm gibi belirleyici başlıklara da hakkını vererek...
AYIN DEMECİ:
Nisan ayında “Ayın Demeci”, elbette ki İstanbul Valiliği’nden geldi. Çeşitli sendika ve örgütler 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü Taksim’de kutlamakta ısrar ederlerken, İstanbul Valiliği’nden 30 Nisan sabahı yazılı bir açıklama yapıldı. Kutlamalar için Taksim’e kesinlikle izin verilmeyeceği bildirilen açıklamada, gerekçe dile getirilirken, “1 Mayıs’ta hak ve özgürlüklerimizi tehlikeye düşürecek” şeyler olabilir, denildi. Yani güvenlik güçlerimiz kül yutmayarak buna engel olacak bir önlem alma yoluna gidiyordu. Nasıl peki? Tabii ki “hak ve özgürlüklerimizi” bize kullandırmayarak. Teşekkürler İstanbul! Bu çok yaratıcıydı!
Gerçi bir de anayasa hukukçusu Mustafa Şentop’un AYM’nin Twitter ile ilgili kararı hakkında yaptığı “AYM’ye başvuru bireysel. Mahkemeye başvuran 3 kişi ise, o üç kişi için Twitter açılmalı” şeklinde tadına doyulmaz bir demeci var ama, onun kredisini memleketi Tekirdağ’a başvuracak kişi bazında “mansiyon” olarak verebilirdik belki! Teşekkürler Tekirdağ! Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan!
Twitter: @akdoganozkan