Akdoğan Özkan

23 Ekim 2017

Mezopotamya’nın yeni soruları

“Aman petrol, canım petrol!”

Suriye ve Irak Savaşı’nda geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmeleri tek bir cümlede özetlemek gerekirse, belki şunu diyebiliriz: Kürtler IŞİD’in Suriye’deki kalesi olarak değerlendirilen Rakka’da tam denetim sağlayıp şehri kendi renklerine boyarlarken, Irak’ta Kürtler “Kürdistan’ın kalbi” olarak düşündükleri Kerkük’ten “kovuldular.”

Gelişmeleri özetlemek için bir cümlelik hakkımız daha olsa, o da sanırım şöyle olur: Kerkük’te epeydir Kürtlerin kontrolünde olan petrol kuyuları Bağdat yönetiminin eline geçerken, Suriye sahasındaki Kürtler Rakka- Deyrizor kırsalında IŞİD’in elinde olan epeyce bir petrol kuyusunun denetimini sağladılar.

Bütün bunlar olurken, arka planda pek fazla dikkati çekmeyen bir gerçek vardı: O da, paradoksal gibi görünse de Türkiye, Kürtleri genel olarak yanına alamadığı için, İsrail de Kürtler ile gereğinden yakın bir görüntü verdiği için “kaybedenler” hanesinde belki de farkında olmadan birlikte yer almış oldular.

Şimdi her iki ülkenin de bu kayıplarını telafi etmek için Irak ve Suriye coğrafyasının farklı noktalarında -belki biraz da gergin bir şekilde- farklı arayışlara yöneleceklerini görebiliriz. Bunlar çok da sürpriz sayılmamalıdır. (Yine de şunu söylemekle yetinelim, İsrail’in önümüzdeki günlerde kendisini Suriye ve/veya Irak sahasında daha güçlü bir şekilde hissettirecek “açılımlara” gitmeye kalkışması sadece bazılarımız için sürpriz sayılabilir.)

Ancak olup bitecekler üzerine spekülatif şeyler yazmaktansa, ve de konu hakkında bizim medyamızda layıkıyla yapılmış bazı kıymetli değerlendirmelerde söylenenleri tekrar etmektense, gelin şimdi Türkiye’nin bundan yaklaşık 1 yıl önce Başika krizi nedeniyle büyük bir diplomatik gerilim yaşadığı Irak ile “Kürt husumeti” ortak paydasında buluşarak bugünlerde somut olarak ne yapmaya çalıştıklarını anlamayı deneyelim:

 

Alternatif ticaret kapısı

 

Bugün Türkiye’den Musul’a kara yolu ile gitmek isterseniz, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin denetimi altında olan Habur sınır kapısından geçerek önce doğuya; Habur Suyu üzerinde kurulmuş Zaho kasabasına yönelmeniz ve oradan güneye dönerek bu kasabanın bağlı olduğu güneydoğudaki Kürt vilayeti Duhok’a ulaşmanız gerekir. Buradan da -tabii eğer yolun güvenli olduğundan emin olup devam etmeye karar verirseniz- 1 saat 15 dakikalık bir yolculukla yine güneye sürer ve bu kez Dicle üzerindeki Musul Baraj Gölü’nün güneyini dolanarak Ninova vilayetinin başkenti Musul’a varırsınız. Dicle’nin doğusunda gerçekleştireceğiniz böyle bir yolculukla Habur’dan Musul’a ulaşmanız (sınır kapılarındaki yoğunluk nedeniyle yaşayacağınız beklemeleri dikkate almazsak) toplam 2 saat 40 dakika sürecektir.

Irak'la Habur Sınır Kapısı üzerinden toplamda 8 milyar dolarlık ticari ilişkisi bulunan Türkiye’ye ait nakliye kamyonları -eğer seyahat açısından bir güvenlik riski yoksa- işte bu yolu kullanarak Musul’a giderler. Tabii Irak merkezi hükümeti 36. paralelin kuzeyinin kendisine yasaklandığı 1. Körfez Savaşı’ndan (1991) bu yana Türkiye ile olan sınırının hiçbir noktasını kontrol edemediğinden, böyle bir yolculuk ilkin özerk Kürdistan bölgesel yönetiminin denetim ve inisiyatifi altındaki topraklarda yapılmak durumundadır.

 

Kürtleri baypas etmek

 

Irak Kürdistanı’ndaki 25 Eylül tarihli bağımsızlık referandumuna öfkelenen Ankara ve Bağdat yönetimleri şimdi Habur Sınır Kapısı’nı ve dolayısıyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni (KBY) baypas edecek alternatif bir ticaret rotasını hızla oluşturma gayreti içindeler.

Bu konuda ilk akla gelen –ve ortaya çok daha eski tarihlerde atılan- formülün de Habur sınır kapısına sadece 15 kilometre uzakta olan (Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı) Ovaköy’de yeni bir sınırı kapısı açmak olduğu anlaşılıyor. Ancak sorun şu ki, Ovaköy’den Musul'un kuzeyine kadar olan yaklaşık 50 kilometrelik alan bugün Irak Kürdistanı’na bağlı güvenlik güçlerinin denetiminde. Eğer Irak Ordusu bu alanı - TSK’nın sınırı geçerek güneye inip olaya dahil olmasına da izin vermeden- kendi denetimi altına alırsa, o zaman Türkiye ile Musul’u -bu kez Dicle’nin batısından- birbirine bağlayan yeni bir ticaret yolu açılmış olacak.

Türkiye - Irak – Suriye sınırlarının kesiştiği noktaya çok yakın olan Ovaköy’den açılabilecek bir hudut kapısı sayesinde Habur Çayı bir köprü ile aşılmış olacak. Bu köprü vasıtasıyla sınırın yaklaşık 5 km güneyinde yer alan ve Zaho kasabasının da kuzeybatı ucunda bulunan eski bir Keldani kasabası Feyş Habur'a varılacak. Musul’a inen yol bu noktadan sonra Dicle nehrinin batısını takip edecek. Feyş Habur’un hemen güneyinden Dicle’nin batısına geçilerek önce Şeykan - Ayn Zeyla - Karye el-Aşık güzergahı izlenerek Tel Afer'in kuzeyinden Musul'a ulaşılacak. Tabii bu alternatif güzergâh belirli bir yatırım gerektiriyor. Ancak gerek güzergâh üzerindeki stabilize yolların asfaltlanması gerek köprü geçişlerinin sağlanması gibi hususlardaki altyapı yatırımları gerçekleştikten sonra, böyle bir alternatif yol ile sadece Musul’a değil, Kerkük'ün batısından ilerleyerek Bağdat'a kadar da ulaşılmış olacak.

 

Suriye sınırı tamam, sırada Türk sınırı var

 

Irak Ordusuna bağlı çevik kuvvet birlikleri geçtiğimiz cumartesi günü işte bu alternatif güzergâh üzerindeki kritik noktalardan biri olan Ayn Zeyla’ya vardılar. Musul Baraj Gölü’nün hemen batısında yer alan Ayn Zeyla, olası alternatif güzergahın bir parçası olacağı varsayılan Feyş Habur'a 58 km uzakta. Burası aşılırsa iki tarafın da arzuladığı şekilde “Kürtleri devre dışı bırakacak” ya da “tek seçenek olmaktan çıkaracak” bir alternatif güzergâhın oluşturulması çok kolaylaşacak. Tabii Bağdat yönetimi benzer bir alternatife Suriye sınırlarında da kavuşmak niyetinde olduklarından Irak ordu birlikleri sadece Ayn Zeyla’da konuşlanmakla yetinmedi; Irak’ın Suriye ile hududu olan ve bu kasabanın 50 km batısında yer alan Rabia sınır kapısının da denetimini ele geçirdi. Söz konusu sınır kapısı Feyş Habur’un 45 km güneybatısında yer alıyor.

Bu arada Barzani’ye bağlı Peşmerge güçlerinin de en azından şu safhada ellerinin tetikte olduğunu belirtelim. Bölgeden sızan haberlere bakılırsa, Barzani’ye bağlı güçler Ayn Zeyla’ya 1 buçuk saat mesafede bulunan ve Musul Baraj Gölü’nün doğusundaki (Duhok vilayetine bağlı) bir Süryani kasabası olan Alkoş’ta top ve roketlerle mevzilenerek siper kazıyorlar. Bağdat yönetimine yakın kaynaklar, Barzani’ye bağlı güçlerin bu hareketleriyle Alkoş’un Süryani halkını “insan kalkanı” olarak rehin almış olduklarını iddia ediyorlar.

Musul Baraj Gölü’nün iki yakasındaki bu mevzilenmenin sıcak bir çatışmaya dönüşür mü, kesin olarak bilemiyoruz. Ama baştaki özet cümlelerimizden hareketle şunu da net olarak söyleyebiliriz sanıyorum: Kürtlerde 25 Eylül sonrasında ABD’ye bakışta oluşan güvensizlikle birlikte Bağdat yönetimi ile Irak Kürdistanı arasındaki ilişkilerin seyrinde en büyük rolü oynayacak aktörlerin belki de başında Rusya geliyor.

 

“Aman petrol, canım petrol!”

 

Zaten Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Iraklı meslektaşı İbrahim el Caferî’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geleceğini konuşmak üzere bugün Moskova’da buluşacak olmaları da bunu gösteriyor.

El Caferî çarşamba gününe kadar yürüteceği Moskova temasları sırasında Rusya Başbakan Yardımcısı Dimitri Rogozin ile birlikte Irak ve Rusya hükümetleri arasında kurulan komisyonun çalışmalarına da katılacak. Rusya’nın Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile geçenlerde imzaladığı petrol anlaşmalarından rahatsız olan Irak Dışişleri Bakanı’nın söz konusu temasları sırasında Irak’taki Rus petrol ve doğalgaz şirketlerinin yürüttüğü projelerin geleceğinin de ele alınması bekleniyor.

Zaten bu gelişmeye paralel olarak, Irak Petrol Bakanı Cabbar el Luaibi’nin de Rusya’nın en büyük petrol şirketi olan Rosneft’ten Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile geçenlerde yapmış oldukları petrol yatırımı anlaşmasına dair Bağdat hükümeti olarak açıklama bekledikleri haberi geldi.

Hatırlanacağı gibi Rosneft ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında imzalanan 20 yıllık petrol anlaşmasına göre, Rusya, KBY’den çok ciddi miktarda ham petrol satın alarak bunu Almanya’daki rafineri tesislerine taşıyacak ve orada işleyecekti. Ruslar bu amaçla KBY’ye 3 milyar dolarlık yatırım yapacaktı. Böylece mevcut Kerkük – Ceyhan boru hattının günlük 600 bin varil olan -ancak Kerkük’te son yaşanan gelişmelerle 200 bine inen ham petrol kapasitesi üçte bir oranında artarak 950 bin varile ulaşacaktı.

Reuters’in verdiği habere göre, Rosneft yetkilileri Erbil’le imzaladıkları söz konusu sözleşmelerin henüz hayata geçme aşamasına gelmediği, projenin daha hazırlık safhasında olduğu yönünde Bağdat yönetimine geçtiğimiz perşembe günü güvence verdiler. Bu durum Moskova’da az çok neler konuşulup nasıl bir anlaşmaya varılacağını da bir miktar ortaya koyuyor.

Kürtlerin liderliğini yaptığı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) dün eline geçtiği söylenen geniş petrol havzası el Ömer’in konumu mevcut şartlar altında daha da önem kazanıyor. Suriye coğrafyasındaki en büyük petrol kuyuları 1987’de keşfedilen ve Deyrizor’un 35 km güneybatısında yer alan el Ömer sahasına ait. Günlük 80 bin varil üretim rakamı olan bir saha el Ömer.

Rus uçaklarının desteğindeki Suriye Arap Ordusu geçtiğimiz haftanın sonlarına doğru el Ömer’e 2 km uzaklıkta iken IŞİD’in birden saldırılarını yoğunlaştıracağı tuttu ve el Ömer petrol sahasının aynı günlerde önündeki IŞİD direnişi epeyce açılmış olan SDG’nin nihayet dün eline geçtiği haberi geldi.

 

Ruslarla YPG arasında bir anlaşma mı oldu?

 

Şimdi Irak’taki bağımsızlık düşleri büyük bir hezimetle sonuçlanan Kürtlerin buradan çıkardıkları derslerle Suriye’de neler yapacaklarını -ve tabii neleri yapmayacaklarını- göreceğiz.

Bu bekleyişimiz sırasında cepheden sızan haberlerden biri epeyce ilginç ve düşündürücü oldu. Denildiğine göre, Ruslar bir Türk heyetiyle birlikte YPG denetimindeki Afrin’e gitmişti. Acaba bu Kürtlerle Rusya arasında yukarıda öngördüğümüz türden bir yeni anlaşmanın habercisi miydi? Evet, Suriye Savaşı’nda cepheden sızan haberlere bakılırsa, Rusya Hava Kuvvetleri’ne mensup bir Mi-17 helikopteri El Bab’dan aldıkları bir Türk heyetiyle birlikte geçtiğimiz cuma günü öğlen saatlerinde YPG denetimindeki Minnak hava üssüne inmişti. Henüz resmi kaynaklarca teyit edilmemiş haberlerdeki iddiaya göre, Türk heyetini El Bab’dan alarak Minnak’a getiren çok amaçlı Mi-17 helikopterine Rus Ordusu envanterindeki en modern saldırı helikopteri Ka-52'lerden ikisi de eşlik etmişti.

Helikopterlerin Minnak üssüne inişiyle birlikte üsse Rus bayrağı çekilmişti.

 

Mezopotamya’nın yeni soruları

 

Tabii böyle bir haber, akıllara hemen Rusya ve YPG arasında bir anlaşma olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyordu. Acaba TSK’nın Afrin’i güneyden kuşatması akabinde Kürtler Moskova’dan Türkiye’nin kendilerine güneyden ve de doğudan saldırmayacağı yolunda aldıkları bir güvence karşılığında Deyrizor yakınlarında olan ve Eylül ayı sonlarına doğru IŞİD’in elinden alınan Conoco doğal gaz sahasını Rusya’nın müttefiki Suriye Arap Ordusu’na bırakmış olabilir miydi? Hatta el İsba petrol sahası da böyle bir anlaşmayla Şam yönetiminin kontrolüne bırakılmış olabilir miydi?

Conoco’yu verdikten sonra el Ömer petrol sahasını ele geçirdiği söylenen Kürtler acaba şimdi ne planlıyorlardı? SDG, Suriye’nin en büyük petrol sahası olan Deyrizor yakınlarındaki El Ömer petrol sahasını Suriye Arap Ordusu’na devredecek miydi? Cevap evetse, nasıl bir müzakere ile nelerin güvencesini alarak devredecekti?

Zaten, yine cepheden sızan haberler doğruysa, Rusya Dışişlerinden bir yetkili ile Suriye İçişleri Bakanlığı’nın bir yetkilisi perşembe günü YPG’nin ve bölgedeki ABD üslerinin geleceğiyle ilgili olarak Rojava’da bazı görüşmeler yapmışlardı. Conoco ve el İsba ile ilgili anlaşmanın altyapısı bu görüşmelerde hazırlanmış olabilirdi.

ABD ile İsrail’i yalancılıkla ve ihanetle suçlayarak “Amerika’ya Ölüm” sloganları eşliğinde Erbil’deki ABD Büyükelçiliği önünde gösteri yapan Kürtler, Rusların bölgede oynayacağı rolün artacağının da göstergesi gibiler.

Peki, Rusya’nın Irak Kürdistanı ile imzaladığı ve 1-2 hafta önce yine bu satırlarda geniş yer verdiğimiz istisnai petrol anlaşmasını boşa düşüren bağımsızlık referandumunun sonuçlarına bıyık altından gülen ABD’nin buna ve Moskova’daki görüşmelerden çıkacak sonuca cevabı ne olacak?

Öte yandan Türkiye, Rusya’nın yaptığı petrol anlaşmasının bir tarafının (Erbil yerine) Bağdat olarak değişmesi halinde boruhattı güzergâhının kendisini (yani Ceyhan’ı) dışlamayacağından, Kerkük petrollerinin -belirli bir vadeden sonra- geçtiğimiz hafta bir anlamda Kerkük’ün de hamisi konumuna geçen İran üzerinden dünyaya ihraç edilmeyeceğinden emin mi?

Mezopotamya’nın yeni soruları bunlar!

Göreceğiz!