Akdoğan Özkan

11 Şubat 2014

Kolombo 17 Aralık’ta Türkiye’ye gelmiş olsa...

Bu yazıda, Türkiye’de son dönemde yaşadığımız güncel gelişmeler üzerinden biraz mizah ve kurguyla Kolombo’yu hatırlamak, yaşatmak istiyorum. Onu izleme ve tanıma şansına erişememiş gençlerin ve de izleyip zekasına hayran olmuş bir kuşağın affına sığınarak.

Çocukluğumun en sevdiğim TV dizilerinin belki de başında gelirdi Komiser Kolombo (Columbo). 1970′lerin bu kült polisiye dizisinin kahramanı olan Los Angeles Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Komiser Kolombo bildik cinayet masası dedektiflerinden epeyce farklıydı. Peter Falk’un büyük bir başarıyla canlandırdığı Kolombo, Holywood filmlerindeki yakışıklı, atletik polislere benzemezdi. Hiç bir fiziksel yeteneğini olmayan, kısa boylu, pasaklı, buruşuk pardösüsünün altında epeyce sıradan, hatta “ezik” bir görüntü çizen bir kişilikti. Arada arıza yapan, 1959 model üstü açık bir Peugeuot 403 ile olay mahalline gelirdi. Ekranda hiç görmediğimiz ama iyi kuru fasulye yaptığını öğrendiğimiz karısından alıntılar da yapan, yer yer “kılıbık” bir görüntü de veren Kolombo aslında olağanüstü zeki bir polisti.

Dizi de diğer polisiye dizilere benzemeyen bir özellik taşırdı. Katiller zengin ya da güç, mevki sahibi burjuvalar olurdu. Katili daha baştan bilirdik. Diziyi izlenir kılan, Kolombo’nun kendisini başta ciddiye bile almayan katillerin dahi hayranlıkla takip ettiği bir akıl yürütme süreciyle sonuca gitmesi, karşı karşıya kaldığı problemleri ilgisiz gibi duran delillerden, ayrıntılardan hareketle ustaca çözmesiydi. Onun için “işçi sınıfı kahramanı” (working class hero) nitelemesi dahi yapabilirdik.

Kolombo şüphelendiği kişilerle görüşmesini tamamlamış tam kapıdan çıkacakken ani bir hareketle geri dönüp “son bir şey daha var” diyerek can alıcı (karşısındaki mevki sahibi, kudretli kişi için ise epeyce can sıkıcı) sorusunu sorar, kafasını hafifçe yamultarak sessizce ve gülümsemeyle verilecek cevabı, gelecek tepkiyi beklerdi. Bu sahneler dizide “işçi sınıfı” adına en çok keyiflendiğimiz anlardı.

Uzun yıllar ekranlarda ve gönüllerde taht kurmuş, muktedirleri zekasıyla her vakada alt etmeyi başarmış Kolombo’yu canlandıran Peter Falk’u 2011 yılında 83 yaşında kaybettik.

Bu yazıda, Türkiye’de son dönemde yaşadığımız güncel gelişmeler üzerinden biraz mizah ve kurguyla Kolombo’yu hatırlamak, yaşatmak istiyorum. Onu izleme ve tanıma şansına erişememiş gençlerin ve de izleyip zekasına hayran olmuş bir kuşağın affına sığınarak.

***

[Kolombo, Adana-Ceyhan istikametinde seyrederken Cumhuriyet savcılığının talimatıyla durdurulup aranmak istenen 3 TIR’ı incelemek üzere olay mahalline çağrılır.]

Görevli memur: Giremez, kontrol edemezsiniz memur bey.

Komiser Kolombo: Bir sakıncası yoksa nedenini öğrenebilir miyim efendim?

Görevli memur: Buradaki TIR’lar MİT’e kayıtlı. Yani TIR’ların faaliyeti bir devlet sırrı. Bu TIR’ları aramak için Başbakan’dan izin almanız gerekiyor.

Komiser Kolombo: Evet efendim, doğru, ortada bir sır varsa durum değişir. Karım “ortada bir sır varsa, bela yaklaşıyor demektir,” der!

Görevli memur: Anlamadım? Neyse, tamam şimdi gidin lütfen Komiser!

Komiser Kolombo: Tabii, hemen gidiyorum efendim.

(Kolombo geri geri bir iki adım attıktan sonra arkasını döner ve gider. Tam olay mahallinden uzaklaşmakta iken duraklar, geri döner ve sağ eliyle kafasını kaşıyarak şöyle konuşur.) 

Komiser Kolombo: Son bir şey daha var. Aklımı kurcalayan bir şey...

Görevli memur: Sizin son bir şeyleriniz hiç bitmiyor! Nedir Komiser?

Komiser Kolombo: Sayın Başbakan Yardımcısı, bu TIR’larda yapılmak istenen aramalara ilişkin olarak, “biz Suriye halkına her zaman yardım etme gayreti içinde olacağız” dedi ya...

Görevli memur: Evet...

Komiser Kolumbo: Karım “bir sır tutmanın en iyi yolu, böyle bir sır hiç yokmuş” gibi davranmaktır,” der. Anlamadığım şey şu: Eğer bu konu bir devlet sırrı ise, nasıl olur da Sn. Başbakan Yardımcısı istihbarat teşkilatının devlet sırrı olan faaliyetini bizzat kendisi ifşa eder? Eğer bu bir devlet sırrıysa şimdi ortada bir sır yok, demektir. Eğer değilse de bu kez ortada bir devlet yok, demektir! Her ikisi de varmış gibi davranılması sizce de ilginç bir durum değil mi, efendim?

Görevli memur: Bunu ben bilemem Komiser. Şimdi lütfen gidin artık!

***

[Bir medya şirketinin yöneticileri kendilerine ulaşan bir seçim anketi sonuçlarını yayınlamadan önce telefonda nasıl bir manipülasyon gerçekleştireceklerini tartışmaktadır. Görüşmenin basına sızmasının akabinde Kolombo olay mahallindedir.]

Gazeteci: Komiser, Cinayet Masası’ndan olduğunuzu söyleyerek içeri girmişsiniz. Ortada bir cinayet falan olmadığına göre, burada ne yapıyorsunuz, söyler misiniz kuzum? Herhalde “gazetecilik etiği öldürüldü” falan gibi beylik laflar etmek, böyle saçma sapan şeyleri soruşturmak için falan gelmediniz buraya.

Komiser Kolombo: Yo yo hayır efendim, hayır! Hatta yasadışı şekillerde dinlenmiş bir telefon görüşmesi nedeniyle mağdur olduğunuzu da iyi biliyorum ve sizi anlıyorum efendim. Ben civardaki bir cinayet vakasını soruşturuyordum da geçerken uğradım. [Öne doğru eğilir ve konuşmasını fısıldayarak sürdürür.] Bu arada garajdaki arabanıza bayıldım, efendim. Çok uzun süredir böyle güzel bir araba görmemiştim. Karım evliliğimizin ilk yıllarında televizyondaki bir yarışma programına katılmıştı. Kazanamadı ama baraj puanı tutturduğu için teselli ikramiyesi niyetine bunun gibi bir Maseratti ile şehir turu attırmışlar. O akşam eve geldiğinde...

Gazeteci Komiser, saygısızlık etmek istemem ama otomotiv dünyasıyla ve sevgili eşinizle ilgili değerli yorumlarınızı tamamladıysanız sizden gitmenizi isteyeceğim. Üzgünüm. Zor bir gün geçirdim ve ayaklarımı uzatıp adam gibi dinlenmek istiyorum.

Komiser Kolombo: A, evet! Çok özür dilerim efendim, hemen gidiyorum.

(Geri geri bir iki adım attıktan sonra arkasını döner ve gider. Tam odadan uzaklaşmakta iken duraklar, geri döner ve sağ eliyle kafasını kaşıyarak şöyle konuşur.)

Komiser Kolombo: Son bir şey var, efendim. Siz “adam gibi” deyince aklıma geldi. Karım sizin gazetedeki yazılarınıza bayılır. Özellikle de “Ne zaman adam oluruz” köşenize... Eminim bu son gelişmelerden sonra köşenizde bu soruya yeni bir cevabınız olacaktır. Eğer bir sakıncası yoksa, yarınki yazınızda bu soruya ne cevap vereceğinizi şimdiden, yani bir gün öncesinden öğrenebilir miyim? Sizce “ne zaman adam oluruz”, efendim? Sizin gibi kıymetli bir gazetecinin bu soruya vereceği cevabı bir gün önceden bilmek benim için büyük bir onur olacak efendim. Özellikle akşam eve gittiğimde bu fikir karımın çok hoşuna gidecek.

***

[Türkiye 17 Aralık’tan sonra çeşitli iddalarla çalkalanırken, “teknik takibe” takılan kişilerin telefon dinlemelerinden devletin üst kademelerindeki bürokrat ve siyasetçilerin de karıştığı bazı yolsuzluklar olduğu anlaşılır. Kolombo birbiriyle ilgisiz gibi duran bu olaylar arasında bağ olup olmadığını soruşturmak üzere “olay mahalline” hareket edecekken, Başbakan Cumhurbaşkanı’nın da dinlendiğini ifade eden açıklamalar yapar. Komiser Kolombo bu kez Köşk’ün kapısını çalar.]

Komiser Kolombo: Efendim, Sayın Başbakan sizin ve meclis başkanının da dinlendiğinizi söylüyor. Tam olarak nereden ne şekilde dinlendiğinizi anlamak için bizim çocuklar köşke girip araştırma yapmak istiyor. Tabii izniniz olursa efendim?

Cumhurbaşkanı: Bu tür konular her zaman konuşulur. İyi niyet çerçevesi içinde düşünceler ifade edilir. Kastı aşan bir şeyler varsa o zaman onun gereği yapılır.

Komiser Kolombo: Sayın Cumhurbaşkanım acaba izniniz olur muydu? Yani teknik olarak...

Cumhurbaşkanı: Tabii henüz benim önüne gelmiş bir yasa teklifi yok. Gelince onu inceler, bakarım. Gereği neyse yapılır. Kimsenin kuşkusu olmasın. Zaten Türkiye bazı şeyleri çoktan aştı.

Komiser Kolombo: Sayın Cumhurbaşkanım 17 Aralık’tan bu yana Türkiye’de çok tuhaf şeyler oluyor. Hiç görüşmelerinizde dinlediğinize dair bir şüpheye düştüğünüz oldu mu? Ya da şüphelendiğiniz birileri var mı? Ve mesela 17 Aralık günü sabah 09:00’da tam olarak neredeydiniz, efendim?

Cumhurbaşkanı: Meclis’e gelene kadar çeşitli taslaklar söz konusu olabiliyor. Zaten taslağı da görmedim. Tabii ben yurtdışına gitmişken ne olmuş onları bilmem söz konusu olamaz.

Komiser Kolombo: Sanırım gitmemi istiyorsunuz. Ben size daha fazla rahatsızlık vermek istemem. Tabii, hemen gidiyorum efendim.

(Kolombo geri geri bir iki adım attıktan sonra arkasını döner ve gider. Tam olay mahallinden uzaklaşmakta iken duraklar, geri döner ve sağ eliyle kafasını kaşıyarak şöyle konuşur.) 

Komiser Kolombo: Son bir şey daha var efendim. Bu konularda aklımı kurcalayan bir şey. Dinlemeye takılan ve sizle hiç alakası olmayan telefon görüşmelerinde bir iş adamının “bu milletin a..na koyacağız sen merak etme” dediği duyuluyor. Konunun sizinle bir ilgisi yok. Ama sizin söylediklerinizin de benim sorduklarımla bir alakası yoktu ya... Oradan aklıma geldi. Karım, “küfür yoksulların, para zenginlerin silahıdır,” der. Merak ettim efendim, nasıl olur da bu iki beceri Türkiye’de bazen aynı kişilerde bir araya gelebiliyor? Bunun sırrı nedir? Türklerin millet sevgisi mi? Devlet aşkı mı?

Cumhurbaşkanı: Siz de takdir edersiniz ki, önemli olan Türkiye’nin dışardaki imajının zedelenmemesidir. Türkiye’ye çok da haksızlık yapmamak lazımdır. Herkesin bu konuda dikkatli davranmasında son derece fayda vardır.

Komiser Kolombo: Aa, evet gidiyorum efendim. Gidiyorum.