Tel Abyad ile Rasulayn arasında uzanan yaklaşık 145 km’lik sınır hattı boyunca 30 km derinlikte bir "güvenli bölge" yaratma hedefine büyük ölçüde ulaşmış görünen Barış Pınarı Harekâtı'nda son günlerde gözler, stratejik Ayn İssa nahiyesine çevrilmiş durumda. Zira, buranın ele geçirilmesi Kobane’nin diğer Kürt bölgeleriyle bağlantısının kesilerek izole edilmesi anlamına gelecek.
TSK desteğindeki "Suriye Milli Ordusu" (SMO) bileşenlerinin 9 Ekim’de başlattığı harekât, dört ayrı kol üzerinden ilk olarak Tel Abyad ve Rasulayn şehir merkezlerini hedeflemişti. Harekât kapsamında görev alan birlikler, Rusya ile varılan mutabakatta kararlaştırıldığı üzere, M4 karayolunu da denetim altına alacak şekilde ilerleme kaydetmişlerdi. M4 karayolunun herhangi bir noktadan denetim altına alınması, Kürtlerin yoğunlukta olduğu ve "özerk Rojava" projesinin kalbi olarak bilinen Kobane’nin (Ayn el-Arap) Haseke muhafazası (ili) ile bağlantısını koparmak anlamına geliyordu. Bir diğer deyişle, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ve doğal olarak YPG’nin doğuda, Irak’a kadar uzanan ikmal yollarının denetimini ele geçirmek demekti. Ancak güvenli bölgenin batı ucunda bulunan TSK desteğindeki SMO güçlerinin son günlerde, zırhlı araçlar eşliğinde, hem biraz daha batıya hem de M4 karayolunun güneyinde bulunan Ayn İssa’ya doğru ilerledikleri yönünde haberler geliyor.
Eğer Ankara ile Moskova arasındaki mutabakata bağlı olarak çizilen ve Rusya Savunma Bakanlığı’nın da elinde bulunan haritaya bakarsak, Ayn İssa merkezinin alınması, o haritadaki güvenli bölge hudutlarının dışına taşmak anlamına gelecek. Çeşitli kaynaklar, son günlerde özellikle Ayn İssa yakınlarındaki Sayda köyünden top seslerinin eksik olmadığını, civarda yoğun çatışmalar yaşandığını ve insansız hava araçlarının bölgede kol gezdiğini bildiriyorlar. Bu arada, aralarında çocukların da olduğu sivil halkın kasabayı terk etmekte olduğuna ilişkin bilgiler alınıyor.
Ayn İssa’da SDG/YPG güçlerinin yanı sıra, bölgeye Ankara ile Moskova’nın mutabakatı sonrasında girmiş olan Suriye Arap Ordusu birlikleri var ve aynı safta TSK deştiğindeki güçlere karşı savaşıyorlar. Öte yandan, kasabanın merkezinde Rus askerlerinin de olduğu ve henüz hiçbir çekilme emaresi göstermedikleri bildiriliyor.
Eğer Rusya ya da ABD, TSK’ya mevcut ilerleme hedefi doğrultusunda güçlük çıkarmaz ve Ankara bu stratejik nahiyenin merkezini de alırsa, bu durum Halep muhafazası sınırları içinde bulunan Kobane’nin hem Rakka muhafazası ile hem de petrol kuyularınca zengin olan Deyrizor muhafazası ile bağlantısının kopması anlamına gelecek.
Ayn İssa’nın denetimini ele geçirerek YPG’ye psikolojik açıdan da ciddi bir darbe vurmuş olacak TSK, Rakka’nın 50-55 km kadar yakınına da ulaşmış olacak.
Kobane’nin önemi
Osmanlı dönemindeki adı "Arap Pınarı" anlamına gelen Ayn el-Arap olan bölge, Kobane (şirket) adını 20. yüzyılın başında Osmanlı’dan Bağdat Demiryolu’nun yapım imtiyazını alan Alman sermayeli Anadolu Demiryolu Şirketi’nin finansmanını sağlayan ve imtiyaz anlaşmasına Osmanlı Nafia Nezareti ile birlikte imza koyan Deutsche Bank şirketine gönderme yaparak almıştı. Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin hemen güneyinde yer alan Kobane’nin nüfusu yüzde 90 ağırlıkla Kürtlerden oluşuyor. Kobane, 2012 Temmuz’unda Kürt milislerin oluşturduğu YPG ve YPJ güçlerinin kontrolüne geçinceye kadar resmi olarak Suriye’nin Halep muhafazasına bağlı Ayn el-Arap ilçesinin merkezi konumundaydı.
Suriye askerlerinin bölgeden çekilmesi ve Kürtlerin bölgede kontrolü sağlamasıyla birlikte ilçenin resmi adı da Kobane olarak değiştirildi. 2014 yılı Temmuz ayında belde IŞİD’in ağır kuşatmasına maruz kaldı. Bir müddet sonra ABD önderliğindeki koalisyona bağlı uçaklar Kobane'de IŞİD ile çatışan YPG’ye yoğun hava desteği vermeye başlayınca ABD ile Türkiye arasındaki gerilimi zamanla zirveye çıkaracak gelişmelerin de en önemli tohumları atılmış oldu. Ankara, sınırda "uçuşa yasak bölge" ilan edilmesini, ona paralel bir "güvenli bölge" oluşturulmasını ve bu bölgede "ılımlı silahlı muhaliflerin" eğit/donat programına tabi tutularak Şam Yönetimi’ne karşı savaştırılmasını arzu ediyordu.
Bu taleplerine Obama Yönetimi’nden arzu ettiği olumlu karşılığı bir türlü alamayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, 2014 yılının Ekim ayı başlarında Amerikan uçaklarının Kobane mihverindeki müdahalesini kastederek "İşte aylar geçti ve herhangi bir netice yok. Şu anda Kobane de düştü düşüyor," şeklinde konuşması Mürşitpınar sınır kapısının iki tarafındaki halkların da belleğine kazınacaktı.
Ancak ABD desteğindeki YPG ve YPJ güçleri, 26 Ocak 2015’te IŞİD kuşatmasını kırmayı başarınca "Kobane’nin düşme" ihtimali bir anda gündemden düşmüş oldu. Bölgede 17 Mart 2016 tarihinde Şam Yönetimi’nin onayı dışında, de facto statüde federasyon ilan eden Kürtler, denetim altında tuttukları bölgelerde Eylül 2018'de bu kez Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) siyasi kanadı olarak bilinen Suriye Demokratik Konseyi kararı ile "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" adıyla yeni bir yapılanmanın duyurusunu gerçekleştirdiler. Kimi kaynaklarda "Demokratik Özerk Yönetim" olarak da anılan "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi," Fırat- Afrin, Cezire bölgeleri ile Rakka, Menbiç, Tabka ve Deyrizor yerel sivil konseylerinin egemenlik alanlarını kapsıyordu.
Ankara’nın başından beri "terör örgütü" olarak nitelediği YPG ve SDG’ye karşı, Trump Yönetimi’nin de bilgisi dahilinde 9 Ekim’de başlattığı ve 22 Kasım itibariyle 145 km genişliğe, 30 km derinliğe ulaşan Barış Pınarı Harekâtı ne Ankara’nın ne de Şam’ın tanıdığı o egemenliğin pratikte sonu anlamına gelecekti.
Zeytin Dalı Harekâtı'yla bin 850, Fırat Kalkanı Harekâtı'yla da 2 bin 15 kilometrekarelik alanı denetim altına alan TSK, Barış Pınarı Harekâtı'yla 4 bin 219 kilometrekarelik bir yüzölçümüne ulaşmış görünüyor. Ankara Rusya’nın çok da sert olmayan muhalefetine rağmen M4 karayolu üzerinde kontrol noktaları da oluşturmuş durumda.
"Demografik değişim mühendisliği" açısından da arzulanan bazı hedeflere doğru ilerleniyor. Anadolu Ajansı’nın verdiği rakamlara bakılırsa, geneli Suriye içinden olmak üzere 96 bin 855 sivil TSK ve SMO tarafından denetim altına alınan alanlara döndü ve sayı her geçen gün artıyor.
Önümüzdeki günlerde zamanında Kürtlerle ihtilafa düşerek bölgeden ayrılmak ve Türkiye’ye göçmek zorunda kalmış kimi Suriyeli Arapların da yaşadıkları yerlere geri dönüşlerinin artacağı bir döneme gireceğimiz söyleniyor. Bu arada çatışmalar nedeniyle evlerini terk ederek daha doğu bölgelere geçen Suriyeli Kürt sayısının 100 bine yaklaştığı da ileri sürülüyor.
Rusya ile "kazan/kazan" siyaseti nereye kadar?
Kobane’nin Haseke ve Rakka ile bağlantısının kopmasına yol açabilecek denli stratejik bir mevkide bulunan Ayn İssa’nın merkezinde, yukarıda da belirttiğimiz gibi, halen bir Rus askeri varlığının mevcut olduğu belirtiliyor. Onların bu ilerlemeye tavrının ne olacağını resmi ağızlardan duymuş değiliz henüz. Mutabakatın dışında bir gelişmeye karşı çıkmaları doğal olacakmış gibi görünüyor. Ancak TSK’nın Fırat’ın doğusunda kat ettiği ilerlemenin neticede Rusya desteğindeki Suriye Ordusu’na epeyce yaradığını ve Suriye Arap Ordusu ile "Suriye Milli Ordusu" arasında yer yer yaşanan çatışmalara rağmen, ortada "kazan/kazan" şeklinde özetleyebileceğimiz bir ilişki bulunduğunu da görmek lazım. Barış Pınarı Harekâtı ile tetiklenen gelişmeler sayesinde, Suriye Arap Ordusu uzun yıllardır giremediği kendi topraklarına, hem de çok zorlanmadan girip yeniden denetim sağlayabiliyor.
Örneğin Menbiç’e, Kobane’ye, Tel Temir’e giren Suriye ordu birlikleri Türkiye sınırındaki Amude, el Malikiye, Derbesiye ve Kamışlı’yı da denetim altına almış durumdalar. Evet belki, Türkiye Tel Abyad’ın doğusundan Rasulayn’ın batısına kadar sınır güzergahında 145 km’lik bir hattı denetim altına almış bir konumda. Lakin Suriye Ordusu’nun son bir-bir buçuk ay içindeki kazanımı daha fazla. Suriye Ordusu sadece sınırımızda Rasulayn’ın doğusundan (Cizre’nin karşısındaki) Ayn Divar köyüne doğru yaklaşık 190 km’lik bir güzergahta, Tel Abyad’ın batısından Kobane’ye doğru ise yaklaşık 45 km’lik bir güzergahta olmak üzere toplamda 235 km’yi aşkın bir sınır hattında denetim sağlamış görünüyor. Kobane ve Menbiç bölgeleri de düşünülünce söz konusu rakam 300 km’yi aşıyor. Ayrıca, Suriye yönetimi Türkiye ile Rusya arasındaki Soçi Mutabakatı ile Türkiye sınırı boyunca 15 gözlem noktası kurmanın da vizesini almış durumda. Tabii, Rusların da bu sayede Amerikalılardan kalan pek çok kontrol noktası ile üsse konma ve Nusaybin’in hemen karşısındaki Kamışlı Havalimanını füze bataryaları ve savaş uçakları ile donatacak şekilde genişleterek tam teşekküllü bir askeri üsse dönüştürme olanağı elde ettiklerini unutmamak lazım.
"Haddi, hududu aşma" ihtimalinde
Tabii, sadece Rojava projesine büyük bir darbe vurmakla kalmayıp Fırat’ın batısında sıkışan silahlı Suriye muhalefetine Fırat’ın doğusunda yeni bir soluk borusu açma ve denetim sahasını genişletme, böylelikle Cenevre görüşmelerine daha bir güvenle oturma olanağı sağlayan Ankara, harekâtın geldiği noktadan memnun olmalı.
Ancak Ruslar, Ayn İssa’nın TSK tarafından denetim altına alınması durumunda Barış Pınarı Harekâtı’nın kazanımlarının haddinden fazla "maksimize" olacağını düşünür ve Kürtler ile tesis etmeye çalıştıkları güven ilişkisinin bundan fazla zarar göreceğine kani olurlarsa, Ankara’ya engel olmak da isteyebilirler.
Ankara’nın burada Moskova’nın ayaklarına fazlaca basmadan üzerinde güvenle ilerleyebileceği alan, Fırat’ın doğusundaki petrol sahaları ile Haseke’den çekilmeyeceği anlaşılan ABD ile ilişkisini canlı tutmayı sürdüren, öte yandan bazı tavizleri en başta almadan Şam Yönetimi'ne karşı tam teslimiyet denilecek bir tutum içine de girmemeyi seçmiş olan SDG ve YPG’nin biraz daha "terbiyesi" bağlamında Putin’in ihtiyaç duyacağını düşündüğü alandır. (Bu bağlamda ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Kenneth McKenzie’nin geçtiğimiz cumartesi yaptığı ve "günler veya haftalar içinde Suriye’de IŞİD’e karşı operasyonların tekrar başlayacağını" duyurduğu, yani Suriye’nin doğusunda Kürtleri yeniden aktif hale getirmeye yönelik bir plan içinde olduklarına dair açıklaması Moskova’nın yüzünü ekşitmesine sebep olacak türden bir gelişme olduğunu da unutmayalım.)
Ancak Ankara için şartları daha fazla zorlamak şu aşamada ciddi risk de demek. Bununla ne demek istiyoruz? Ankara, gerçekten de geldiği noktanın bölgedeki mevcut statükoyu bozarak yeni dengelerin önünü açtığını düşünüyor olabilir. Bu elverişli konjonktürde küresel güçlerle kendisini sınırlayıcı bazı mutabakatlara da girişmeden, hem de hazır bugün sahadayken ve elde silah varken şansını biraz daha fazla zorlamak isteyebilir, bundan bahsediyoruz. Yani Ankara, YPG’nin Ruslardan yarın göreceği tolerans nedeniyle ilerde yapma olanağı bulamayacağını düşündüğü bazı aksiyonları bugün gerçekleştirmeye kalkışırsa, ciddi bir risk alıyor olacaktır.
Nitekim, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 20 Kasım’da yaptığı açıklamasında, Türkiye'nin kendilerine "Suriye’de yeni bir operasyon başlatmama güvencesi" verdiğini söyleyerek aksi bir durumu kabullenmeyeceklerinin altını çizmiş oldu. Zira, böyle bir oldu-bitti durumunda Ruslar "yanlışlıkla" ya da "kazara" kimi yerlerde kısa süreliğine de olsa "tetiğe basıp" can yakabilirler.
Rusya Ankara’nın "terör" bağlamındaki kaygılarını anlamıyor değil. Ancak Ruslar ile YPG arasındaki ilişkinin merkezinde elbette Ankara’nın güvenlik kaygıları yok. Lakin, gün gelir de bu iki aktör arasındaki ilişkinin seyri, Ankara’nın isterlerinin tümden göz ardı edildiği bir istikamete doğru ilerlerse, SETA analistlerinin de sorduğu, "Fırat’ın Doğusunda Yeni Bir Askerî Harekât Muhtemel mi?" sorusu güncel bir soru haline de gelebilir. Fakat o güne kadar Moskova ile Ankara’nın birbirlerine dikkatli ve ihtiyatı elden bırakmadan yaklaşmalarını bekleyebiliriz sanıyorum.
Böylesi, bölgede tüm halkların esenliğini gözeten kalıcı bir barışın tesisinin daha fazla gecikmemesi için de önemli, sanıyorum.
Twitter: @akdoganozkan