Akdoğan Özkan

19 Aralık 2016

Ekmek, anne ve kardeşlik

En kötü barışın bile ekmek gibi, anne gibi, kardeşlik gibi bir kıymet demek olduğundan habersiziz...

Bir süredir Suriye coğrafyasında yaşananları yakından takip etmeye çalışıyorum. Elimde –o da şanslı olanlar için- “yuvasızlık” anlamına gelen bu acı sürecin belki de özeti sayılabilecek üç fotoğraf var. Savaşan tarafların herhangi biri için bir propaganda malzemesi olarak işlev göremeyeceğinden kolayca bulup erişemeyeceğiniz üç fotoğraf! Bugün cephede olup bitenler üzerinden değil de, bu üç fotoğraf üzerinden size savaşı anlatmayı deneyeceğim.

EKMEK

İlk fotoğraf 8 Aralık 2016’da Halep’te çekilmiş. Suriye Ordusu’nda görev yapan Halepli bir askeri görüyoruz fotoğrafta. Ordu birlikleri 4 yıl 4 ay 23 gün süren bir savaşın ardından muhaliflerin işgali altında olan Halep’in doğu kesiminde denetimi yeniden sağlamışlar. Genç asker bunca zaman sonra babasının dükkânını yeniden görebilmenin heyecanıyla önünde dokunaklı bir şekilde çömelip toprağı öpüyor. Baba hayatta mı, bilmiyoruz.

 

Ama dükkân epeydir bir bereket kapısı değil. Yıkıntıların çevrelediği bir alanda sadece o genç adam ve o adamın barış zamanında ailesinin ekmek kapısı olmuş ama bereketini savaşın süpürdüğü bir kapı var. Genç adam, babasının dükkânına, ailesinin yitirdiği ekmek kapısına yeniden kavuşmanın heyecanıyla o kapının önünde secde etmiş adeta. Savaşla yitirdiği o ekmek kapısını sadece barışın açacağının bilgisi var artık onda! Birileri için toprak şehit kanlarıyla sulanması gereken cephe demek olabilir, ama gerçeği hamasetle değil yaşayarak acıyla deneyimlemiş hakiki insanlar için toprak, kavuştuğunda secde edeceğin bereket kapısının yüzlerce, binlerce kez öpmeye doyamayacakları önüdür. Toprak ekmektir! Fotoğraf bunu bağırıyor sanki.

ANNE

İkinci fotoğraf 2014 yılı 14 Şubat’ına ait. Reuters’in foto muhabiri tarafından çekilmiş. Savaşı bir başka yoksunlukla, anne yoksunluğu ile anlatıyor. Bir zamanlar Halep’in doğusundaki Hanano Konutları’nda başlarını soktukları, ocaklarını her daim harlı tutmaya çalıştıkları bir eve sahip bir aileyi görüyoruz fotoğrafta, enkazdan çıkmış ve sokakta bulabildikleri ilk yere çökmüş bir halleri var. Dünyanın kalabalık bir bölümünün Sevgililer Günü’nü kutladığı 14 Şubat’ta bu Halepli aile hayatlarının kabusuna uyanmış. İçine bir daha girecekleri bir evleri var mı bilmiyoruz. Ama bir sevgili, bir kadın ve de ailenin annesi yok ortada! Aile üyelerinin üzerlerindeki tozu, toprağı silkelediğimizde, fotoğrafa damgasını vuranın, oradakilerin hüzünlü varlığı değil de annenin yokluğu olduğunu anlıyoruz! Savaş onların elinden en kıymetli şeylerini almış. Halepli bu aile artık hayata bir “anne” olmadan devam edecek. Babanın kucağında ailenin enkazdan az önce çıkardığı en küçük üyesi var. Bu dramatik an sağdaki küçük çocuk için kaldırabileceğinden çok fazla artık; ağlamak, feryat etmekten başka yapacak hiçbir şeyi yok! Bir zamanlar insanların kapılarını kilitlemeden çarşıya, komşuya gittiği ülke, çeşitli grupların şahadet şerbetleriyle çıktıkları bir yolun sonunda, bugün milyonlarca insan için artık bir yuva değil yuvasızlık demek. Annesizlik demek, feryat demek!

KARDEŞLİK

Üçüncü fotoğraf, 2013 Temmuz’unda rejime karşı savaşan muhalifler tarafından cephede çekilmiş bir video klipten alınmış bir kare (*). Teknik açıdan kötü bir fotoğraf bu aslında, ama cephelerimizde pek göremeyeceğimiz çok özel “hareketlerden” birini saklıyor. Fotoğrafın solunda Suriye ordusunda görev yapan Albay Mustafa Abdülkerim Şadud var, sağda ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şemsiyesi altındaki örgütlerden birinin saflarında hükümeti devirmek için mücadele eden bir savaşçı. Arkasında ÖSO’lu silah arkadaşları… Aşağıda linkini de verdiğim videoyu izlerseniz göreceksiniz, Albay Şadud bir askerden pek de beklenmeyecek bir hareketle cephedeki pozisyonunu terk edip, silahını da yere bırakarak kendisinden 50-60 m. uzaktaki ÖSO saflarına doğru yürüyor, “düşmanı” ile konuşmaya gidiyor. Savaşın iki tarafının bu geçen 5-6 yıllık süre zarfında pek yapmadığı bir şeyi yaparak, cesurca, tek başına onlara “kardeş olduklarını” anlatmak, müzakere etmek üzere. Karşı tarafın da cesaretlendirmesiyle tabii. “Gel konuşalım,” demişler. İki düşman birbirlerine bir nefes mesafesi yakın artık. Harp dönemlerinde pek görülmeyen olağanüstü bir an bu! Düşmanı ne pahasına olursa olsun yok etme kararlılığından en ufak bir sapmaya, bir titrekliğe yol açmasın, savaşan tarafları “yumuşatmasın” diye düşünüldüğünden propagandası yapılmayacak türden bir anın fotoğrafı bu. Mustafa Şadud, silahsız bir halde “düşmanına” yaklaşırken, ona ilk soruları “nerelisin?” oluyor. Şadud, “Suriyelim” diye cevap veriyor. Sonra ona “Suriye’nin neresindensin?” diye soruyorlar. Belki de bir parola sorusu bu; mezhebini anlamaya çalışıyorlar. Şadud, “neresinden olduğumun ne önemi var, Suriyelim” diye yanıtlıyor ve “sizler benim kardeşlerimsiniz, nereli olursanız olun,” diye ekliyor. Sonra biri soruyor, öbürü cevap veriyor. Derken öbürü soruyor, diğeri cevap veriyor! Mustafa Şadud’un “düşman” ile yaptığı görüşmesinde bu kanlı ihtilafı sona erdirme adına kayda değer bir ilerleme olmuyor o gün belki, ama Suriyeli albay “düşman” cephesindeki “kardeşleri” ile yaptığı bu konuşmayı onlardan herhangi bir zarar görmeden tamamlıyor. Birilerini belki gerçekten “kardeş” olduklarına ve gelecek için bir ümit olduğuna inandırarak belki! Şadud bugün hayatta değil. Videodan barış zamanı bir mühendis olarak çalışırken gönüllü olarak askere yazılmış, bu zaman zarfında bir evinin kapısını da savaşta yuvasını yitirmiş El Kuseyrli bir aileye bilâ-bedel açmış bir asker olduğunu öğrendiğimiz Şadud, bu görüntülerden bir süre sonra Şam kırsalındaki el Melaya’da yaşanan çatışmalarda hayatını kaybedecek. Ama Mustafa Şadud’un o gün silahını bırakarak attığı, bir insan için büyük, insanlık için aslında çok daha büyük bu adımı, hiçbir zaman heykeli dikilmeyecek sessiz bir fazilet olarak tarihin kuytu bir köşesinde yerini aldı kanımca.

Bugün Türkiye’de hiç de azımsanamayacak sayıda insan Türk askerini Ortadoğu’nun her yerinde görmek istiyor. Musul’da, Kerkük’te, Rakka’da, Halep’te, El-Bab’ta… Bu komşu coğrafyalara kendince il plaka numarası atayanlar dahi var! Bir kısmımız için operasyon, harekât, kalkan, fırtına vb. semantik kolaylaştırıcılar çok işe yarıyor olmalı ki, o kelimelerin ekmeklerimizi, ailelerimizi ve geleceklerimizi yitirebileceğimiz bir savaşı sakladığını düşünmüyoruz bile. Bir kez bulaşılan bir savaşın her zaman istediğimiz sahada, istediğimiz şekilde cereyan edeceğinin hiçbir garantisi olmadığını aklımıza getirmiyoruz. Savaşın birçok insan için evlerinden, yuvalarından geriye kalan tek şeyin artık hiçbir zaman hiçbir kapıyı açamayacak, hiçbir aileyi kucaklayamayacak öksüz bir anahtar anlamına geleceğine ihtimal vermiyoruz. Bugün bir insan iken yarın -o da şanslıysak- artık yerinde yeller esen evimizi, cebimizde bir anahtarla terk edip yollara düştüğümüzde, sadece bir istatistik haline geleceğimizi düşünmüyoruz!

En kötü barışın bile ekmek gibi, anne gibi, kardeşlik gibi bir kıymet demek olduğundan habersiziz. Yukarıdaki bu üç fotoğraf memleketin “neresinden olduğumuzun hiç önemi olmayan” bizlere, bütün kardeşlere barışın kıymetini anlatmak için oradalar sanki. Bakın ve görün!

twitter: @akdoganozkan

Videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz: