Akdoğan Özkan

11 Ağustos 2014

Bugün termodinamik kazandı, yarın yine o kazanacak!

Bu ayrışmış, ortaklıkları aşınmış toplumun restorasyonuna talip, diğerkâm bir adayı Çankaya’ya taşıyabilseydik iyiydi. Olmadı.

Bugün bir kez daha anladık ki, bu topraklarda sanki üç farklı millet birbirine değmeden yaşıyor. Bu ayrışmış, ortaklıkları aşınmış toplumun restorasyonuna talip, diğerkâm bir adayı Çankaya’ya taşıyabilseydik iyiydi. Olmadı.

Peki bu neden böyle oldu?

 Termodinamiğin 1. Kanunu –üçe, beşe bakmadan- şöyle der: “Kitlesi sabit, soyut (yani çevresiyle ısı alışverişi yapmayan) bir sistemin toplam enerjisi sabittir.”

Meali: Bir madde, bir enerji hali yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz.

Yani, günümüzü anlayabilmek için de pekala yararlanabileceğimiz bu kanuna göre, tek kişide yoğunlaşmış bu enerji hali gökten zembille inmiş değil! Biz var ettik onu.

Atatürkçüsüyle, liberaliyle, milliyetçisiyle, mukaddesatçısıyla, siviliyle, askeriyle hep beraber biz bir ruh üfledik ona! Biz açtık onun çakralarını!

Çünkü devlet cumhuriyet tarihimizi bizi “mozaiklikten” çıkarıp yekpare bir “mermer” haline getirecek tedip ve tenkilâtın tarihine çevirirken, biz paşa paşa el veriyorduk devletin ötekilere zulmüne.

Her biri birer nefret harekâtı olan olaylar.... 1909 Adana Faciası, 1915 Ermeni Kırımı, 1928 Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası, 1934 Trakya Yahudi Pogromu, 1938 Dersim Katliamı, 1943 Aşkale Sürgünü, 6-7 Eylül 1955 Olayları, 1964 Sürgünü, 1978 Maraş Katliamı, 1980 Çorum Katliamı, 1993 Madımak Katliamı, 2011 Uludere Operasyonu ve diğerleri...

Her zaman kolluk kuvvetleri değildi başrolde olan. Bazen devlet tahriklerden etkilenen ve ötekini nefret objesine çevirebilen “hassas ve öfkeli vatandaşa” sadece “asist” yapmakla yetiniyordu.

Vatandaş olarak bu ateşlere ya körükle gidiyor ya da kırıcı, örseleyici ve yaftalayıcı “babadiliyle” aramıza mesafe koyamayarak odun taşıyorduk. En hafif kusurlumuz, suç ortaklığı içinde bir sessizliğe gömülendi.

Sonrası zaten mutlak amnezi idi! Vatandaş olarak komşularını kovanları, evini yakıp malına mülküne el koyanları, kıtır kıtır kesenleri unutabiliyor, “geçmişi arkamızda bırakırsak” geçmişin geçeceğini (!) sanıyorduk!

Geleceğimiz adına tüm yapabildiğimiz, geçmişe kanı ve utancı emeceğini sandığımız bir sünger çekmekten ibaretti. Yoksa ne tarihi ne hukuki ne de kişisel bir yüzleşmeye kalkışabiliyorduk!

Çünkü böyle yaparsak, “her şey geçer”, işler bizim istediğimiz gibi, “milli birlik ve beraberlik” içinde olur, zannediyorduk.

Oldu da! İşte böyle oldu! Nefretin ve öfkenin dilini şampiyon yaparak % 51’imizi milli birliğe kavuşturduk en sonunda! Geçmiş geçmediği gibi tuttu geleceğimiz de oldu!

Peki şimdi nasıl olacak da bir geçit bulup çıkabileceğiz bu ayrışmış halden? Giderek daha fazla kendisini tahkim eden bu öfke ve nefret krallığını nasıl yapıp da aşacak, ardımızda bırakabileceğiz?

Termodinamiğin 2. Kanunu şöyle der: “Çevresinde kalıcı bir değişiklik meydana getirmeksizin ısıyı sıcak olan merkezinden soğuk olan çevresine aktaramazsınız.”

Meali: Kırık bir bardak kırılırken harcanan enerjiden daha azı kullanılarak ya da hiç bir şey yapmayarak eski haline döndürülemez.

Yani, ancak şunları yaparsak yeniden bir toplum olabileceğiz:

BİR: Yeri geldiğinde tedip ve tenkil için, yeri geldiğinde kırıcı, incitici, ötekileştirici dil için yılların seyri içinde harcadığımız enerji kadar bir enerjiyi bu ülkede devletin şu ya da bu şekilde sillesini yemiş tüm toplum kesimlerine el vermek için harcamayı becerebilirsek...

İKİ: Devletin sillesini yemiş farklı toplum kesimlerine, sadece Alevisine, Zazasına, Ermenisine değil, ezilen Kürtüne ve mağdur olmuş Müslümanına da ısrarla el uzatırsak...

ÜÇ: Onları sahip oldukları hürriyetlere yenilerini katmaktan, kazanımlarına sahip çıkmaktan gayrı bir derdimiz olmadığına inandırabilirsek...

DÖRT: Bizim gibi düşüneni değil düşünmeyeni kollayıp kucaklamayı meziyet sayan bir uzlaşma kültürü geliştirebilirsek...

BEŞ: Rejimimizi asgari mutabakatlar temelinde kurmamıza olanak tanıyacak geniş tabanlı bir toplumsal uzlaşma tesis edebilirsek...

ALTI: Bu ülkenin vicdan cenahı olarak daha adil bir Türkiye için tüm bu kesimlerle -kimlikler üzerinden değil, demokratik ilke ve değerler üzerinden- tarihsel bir uzlaşmayı mümkün kılabilirsek...

YEDİ: Askeri darbelerin, o darbelerden medet uman elitist anlayışların, bu anlayışların doğurduğu yarı-militarist zihniyetli sivil otokratların toplumsal doku ve hafızamızda yol açtığı tahribatı giderecek bir tamirata, bir restorasyona kalkışabilirsek....

İşte ancak o zaman bütün ortaklıkları aşınmış, birbirine değmeden yaşayan üç farklı milletin ülkesiymiş izlemini veren Türkiye’nin bugünkü ayrışma görüntüsünü silebilir, demokratik, özgür ve müreffeh bir ülke hayali için beraberce aynı doğrultuda kürek çekebiliriz.

Yoksa....

Yoksa, Cumhurbaşkanlığı köşküne çıkan bir Recep Tayyip Erdoğan ile 3 dönem kuralı yüzünden kolu kanadı zayıflayacak AK Parti arasındaki ilişkinin sorunlu hale geleceğini varsayıp bunun bu partiyi bir parçalanmaya götürebileceği ihtimaline ve aritmetiğe odaklanırsak yapamayız.

Yoksa, seçimlerde mutabakat adayının aldığı oyun ikinci tur için yeterli olmayışının falanca partide bir kurultay ve liderlik değişikliği ihtiyacı ortaya koyduğuna odaklanır, derhal “gerekeni yapmayı” talep edersek ve (teşkilatların kampanyada sergilediği tüm yetersizliklere rağmen) bir kez daha “içe dönersek” yapamayız.