Suudi Arabistan’ın vatandaşı olan gazeteci Cemal Haşikçi’yi (Kaşıkçı) İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşice öldürmesinin ardında nasıl bir motivasyon yatarsa yatsın, olayın öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmeler, ABD’nin Kaşıkçı vakasını, bir ticaret (petrol) savaşının piyonu olarak kullandığının açık birer göstergesi.
Daha açık bir ifadeyle söylersek, Kaşıkçı Vakası, arka planında, ABD’nin uzunca bir süredir petrol fiyatlarının düşmesini sağlamak için üretimi artırma yönünde yoğun bir baskı yaptığı ancak bir türlü arzu ettiği karşılığı alamadığı Suudi Arabistan’a uyguladığı bir şantaj vakasını gizliyor.
ABD Başkanı Donald Trump, Kaşıkçı Vakasını uluslararası hukukun alanına çekerek, varil fiyatı 80 dolara çıkmış ham petrol fiyatlarının düşmesini sağlayacak arz artışına yönelmesi için özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a şiddetli baskı uyguluyor, hatta onu açıkça iktidardan uzaklaştırmakla tehdit ediyor.
Peki ABD neden petrol üretiminde bir artışa gidilmesini istiyor ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman neden buna direniyor? Dahası konunun Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle nasıl bir bağlantısı var?
Aslında konunun petrol bağlantısının geçmişini bu yılın bahar aylarına kadar dayandırabiliriz. Haydi, şimdi olayların nasıl geliştiğine kronolojik bir sırayla bakalım:
20 Nisan 2018: ABD Başkanı Donald Trump, attığı bir “tweet” ile Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC’in petrol fiyatlarını suni olarak tırmandırdığını ileri sürdü.
8 Mayıs 2018: Trump aldığı bir kararla P5+1 ülkeler grubunun Barack Obama döneminde İran ile imzaladığı nükleer anlaşmadan çekileceğini belirtti ve Tahran yönetimine ekonomik yaptırım kararı aldı. İlk bölümü 7 Ağustos'ta başlayacak İran’a yönelik yaptırımların ikinci etabı 5 Kasım'da devreye girecekti.
Ancak İran’a yönelik yaptırımlar biraz riskli bir karar, zira bunun bir bumerang gibi gelip ABD’yi vurma ihtimali de yok değil. Çünkü Trump’ın uygulamaya koyacağı yaptırımlarla ABD, Kasım ayından itibaren OPEC’in üçüncü büyük üreticisi olan İran'dan alınan petrol miktarını sıfıra indirecek ve bu şekilde İran'ın küresel petrol pazarlarından tamamen ihracı gündeme gelecek. Ama, arzın düşecek olması petrol fiyatlarının artışına da sebep olabilecek.
Bu da ABD’nin Ukrayna ve Suriye’deki gelişmeler bahsinde de cezalandırmak istediği Rusya ekonomisinin toparlanmasına katkıda bulunacak bir gelişme olacak. Ayrıca ara seçim öncesinde böyle bir kararla “kendi ayağına kurşun sıkmış” da olabilecek. ABD, bunu öngördüğü için Suudi Arabistan da dahil OPEC üyesi ülkelerden üretimi ciddi rakamlarda artırarak petrol fiyatlarının yükselişine engel olmalarını, hatta fiyatları düşüş trendine sokmalarına istiyor. Zira piyasa analistleri İran’a yönelik yaptırım kararlarının ardından pazarda oluşan belirsizlik ve endişenin fiyatları daha da artırabileceğini hatta bugünlerde 80 dolara çıkmış ham petrol fiyatının seneye 100 dolarlar mertebesine bile tırmanabileceğini ileri sürüyorlar.
Tabii fiyatların yukarı yönlü bir tırmanışa geçmesi, ekonomileri uzun süre düşük fiyatlardan büyük zarar görmüş Suudi Arabistan ve Rusya'yı aynı çıkar kampında bir araya getirerek, fiyat artışının sürmesi yönünde “teşvik etmişti. Amerikalılar da Ortadoğu’da İsrail’den sonraki en büyük müttefiklerinin Rusya ile ittifakın petrol pazarını “rehin” aldığını düşünmeye başlamıştı.
ABD bu nedenle uzun zamandır bu ülkelere baskı uyguluyordu.
22 Haziran 2018: Nitekim ABD Başkanı Donald Trump Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği'nin (OPEC) 174'üncü Olağan Toplantısının hemen öncesinde twitter hesabından, "umarım OPEC üretimi arttırıp fiyatları da düşürür." şeklinde bir paylaşımda bulunmuştu. Avusturya'nın başkenti Viyana'da aynı gün başlayan OPEC Toplantısı'nda ise, 2016’nın Kasım ayında Rusya’nın arabuluculuğuyla kararlaştırılan ve 173’üncü toplantıda 9 ay daha uzatılan petrol üretiminin kısılması kararı ele alındı. Kritik toplantının sonucunda, üretimin kısılması uygulamasına son verilerek temmuz ayından itibaren günlük ortalama 1 milyon varil ilave petrol üretimi yapma konusunda fikir birliğine varıldı.
Amerikalılar bir ölçüde rahatlamışlardı. Hatta Suudi Arabistan Enerji Bakanı, anlaşmanın uygulanması için üretim düzeyinin bir milyon varile yakın düzeyde artırılacağı bilgisini aldığı yönünde bir açıklama yapmıştı.
30 Haziran 2018: Toplantıdan yaklaşık 1 hafta sonra da bu kez Donald Trump Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’den ülkesinin petrol üretimini “belki 2 milyon varil” civarında artıracağı yönünde teminat aldığını açıkladı. Oysa Suudi Arabistan yönetimi iki lider arasında bir görüşme olduğunu teyit ediyor ancak üretim artışına yönelik bir rakamsal hedeften söz etmiyordu.
Eylül 2018: Amerikalılar yaz aylarını OPEC’te alınan kararın ne şekilde uygulanacağını, gerçek artışın ne olacağını görmeye çalışarak geçirdiler. Ancak yaz sonunda gelen haberler, Beyaz Saray’ı sevindiren cinsten değildi. OPEC üyesi ülkeler sadece 428 bin varillik bir üretim artışı sağlayabilmişlerdi. OPEC petrol üretimini artırmada başarısız olmuştu. Amerikalılar Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın artık kendilerini iyice oyaladığını düşünmeye başlamışlardı.
Amerikalılar yaptırımlar konusunda alınacak aksiyonlar bahsinde sadece Suudi Arabistan’ı değil tüm dünyayı gözlüyorlardı. Zira hiç bir ülkenin tavrı “çantada keklik” değildi. İran’ın ihraç ettiği petrolün yüzde 24’ü Çin’e, yüzde 18’i Hindistan’a, yüzde 14’ü Güney Kore’ye, yüzde 9’u Türkiye’ye, yüzde 7’si ise İtalya’ya gidiyordu. Uluslararası alanda giderek şahinleşen Amerikalılar, Kasım ayına kadar yaptırımları uygulamaya sokmadıkları takdirde İran’dan petrol ithal eden ülkelere de yaptırım uygulayacaklarını ilan ederek tüm dünyayı tehdit ediyordu.
15 Eylül 2018: Bu arada, İran’ın OPEC temsilcisi Hüseyin Kazempour Ardebili, ABD Başkanı Donald Trump'ın Tahran'a yönelik yaptırım kararı sonrası Suudi Arabistan ve Rusya'nın petrol piyasasını eline geçirmeye çalıştığını ilan etti.
25 Eylül 2018: Başkan Trump, OPEC’in dünyayı soyduğunu söyledi ve “ben bu durumdan hoşlanmıyorum. Kimse hoşlanmıyor. Bu ülkelerin birçoğunu karşılıksız savunuyoruz, ama onlar yüksek petrol fiyatları üzerinden bizi kullanıyorlar,” dedi.
2 Ekim 2018: Öte yandan, Ortadoğu'nun etkin gazetecilerinden biri olarak tanınan Washington Post Yazarı Cemal Haşikçi (Kaşıkçı), 2 Ekim'de nişanlısıyla Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğuna gitti, ancak günler geçecek ve kendisinden bir haber alınamayacaktı.
3 Ekim 2018: Beklenen “fırsat” ayağa gelmişti. ABD Başkanı Donald Trump, Körfez'deki müttefiki Suudi Arabistan hakkında diplomatik teamüllere uymayan bir açıklama yaparak, “Kral Selman'ı seviyorum. Ama ona dedim ki 'Seni koruyoruz —biz olmasak orada (iktidarda) 2 hafta bile duramazsın,” ifadelerini kullandı. 1930’lardan beri iktidarda olan bir hanedanlığın istikrarı belki de ilk defa olarak soru işareti haline geliyordu.
4 Ekim 2018: Suudi Arabistan Krallığı'nın İstanbul Başkonsolosluğu'nca, sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan yapılan açıklamada, Kaşıkçı'nın, başkonsolosluk binasından çıktıktan sonra ortadan kaybolduğu iddia edildi. Aynı gün ABD, Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt ve hatta Rusya gibi ülkelerin gerçekleştireceği üretim artışının Venezüella ile İran’a yönelik yaptırımlar nedeniyle önümüzdeki aylarda petrol arzında doğacak düşüşü karşılamaya yetmeyeceği endişesi tavan yapıyordu. Endişe ile spekülasyonun hakim olduğu piyasalarda bir hafta içinde Brent yüzde 4.82, WTI ise yüzde 5 artış gösteriyordu. Petrol fiyatları varil başına 80 doların üzerine çıkıyordu.
9 Ekim 2018: NBC News’un arkadaşlarına dayanarak verdiği bilgilere göre, Cemal Kaşıkçı, boşanma belgeleri için almak için önce yaşadığı ABD’de Washington Büyükelçiliği'ne gitmiş, ancak oradan İstanbul'a yönlendirilerek tuzağa düşürülmüş olabilirdi.
10 Ekim 2018: ABD Başkanı Donald Trump, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın akıbeti konusunda, “Bu durum Beyaz Saray’da bizim için çok önemli bir mesele. Sonuna kadar gideceğiz.” şeklinde konuştu. Trump ayrıca Kaşıkçı’nın nişanlısıyla da görüştüklerini ve kendisini Beyaz Saray’a davet ettiklerini belirtti. Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Prens Selman ile görüşerek gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın durumu hakkında bilgi istedi.
20 Ekim 2018: Suudi Arabistan devlet televizyonu resmi soruşturmanın ilk sonuçlarının, Cemal Kaşıkçı'nın konsoloslukta çıkan bir kavga sırasındaki öldüğünü gösterdiğini duyurdu. Suudi Arabistan Başsavcısı da yayımladığı yazılı açıklamada, "İstanbul'daki Suudi Konsolosluğu'nda onunla (Cemal Kaşıkçı) ve onunla buluşan kişiler arasında tartışma çıktı. Bu da kavga ve yumruklaşmaya ve Cemal Kaşıkçı'nın ölümüne yol açtı. Ruhu şad olsun," dendi. Suudi istihbarat şefi Ahmet el Asiri ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın üst düzey danışmanlarından Suud el Kahtani'nin de görevden alındığı yayınlanan bilgiler arasında idi.
Bugün: Uluslararası sahada Suudi Arabistan’a karşı uygulanan yalnızlaştırma politikası atılan bu adımların Washington yönetimi için yeterli olmayacağının göstergesi gibi duruyor.
6 Kasım 2018: ABD’de bu tarihte yapılacak Kongre ara seçimleri, hem ABD Kongresi hem de Donald Trump yönetimi açısından hayati önem taşıyor. Cumhuriyetçiler her iki kanatta da üstünlüklerini devam ettirmeyi umuyorlar. Bu arada ABD’de, yüksek petrol fiyatları ile gidilen seçimlerin iktidarlar için sandıkta hüsran getirdiği bilinen bir kural. Ülkede 2017 yılı sonbaharında galonu 2,30 dolardan satılan benzin fiyatı bugünlerde 2,96 dolara yükselmiş durumda. Dolayısıyla Trump, bugünden bakıldığında 6 Kasım’ı gerçek bir baş ağrısı gibi yaşıyor. Öte yandan, 4 Kasım 2018’de de zaten İran’a yönelik yaptırımlar devreye girecek. Dolayısıyla gidişatı kendi lehine çevirebilmeye şiddetle ihtiyaç duyan Trump, artırdığı baskılarla Kasım ayı başına kadar Suudi Arabistan ve OPEC’ten sonuç almayı isteyecektir.
Kaşıkçı konusunda ABD istihbaratı Suudi yönetimine “teşvik edici” bir tuzak kurmuş mudur, bir zamanlar Saddam Hüseyin’e kurduğu türden, bilmeye olanak yok. Ayrıca ABD’nin Kaşıkçı vakası üzerinden uyguladığı baskının sonucunda Suudi hanedanlığı dize gelir mi, ABD Selman’ı “yer mi,” yoksa “ıslah” mı eder, onu da tahmin etmek zor.
Ancak bildiğimiz ABD’nin Suudi Arabistan’a Kaşıkçı meselesi üzerinden esip gürlemesinin ardında yukarıda sıraladığımız ticaret savaşıyla ilgili gelişmeler yatıyor.
Dolayısıyla, ABD yönetiminin Suudi Arabistan’ın Yemen’de işlediği kitlesel kırıma yönelik tek bir sözü bile yokken, vahşice işlendiği anlaşılan ama günün sonunda “münferit,” hatta “bireysel” bir suç olarak da ilan edilebilecek bir gazeteci cinayetini petrol piyasalarında arzuladığı sonucu alana kadar kullanacağı bir gerçek!
Bu hesap çalışır mı, yoksa geri mi teper, ilerleyen günlerde hep beraber göreceğiz!