Dün göz atabildiğim gazetelerin önemli bir kısmında bir “Dolmabahçe fotoğrafı” vardı. Hükümet ve HDP üyelerini çözüm süreciyle ilgili olarak bir araya getiren toplantıda çekilmiş bir kareydi bu. “Tarihi bir karar sürecinin eşiğinde olduğumuzun” ilan edildiği toplantıda çekildiği için de, yorumlar verilen fotoğrafa değil “ilan edilenlere” odaklandı. Pek fazla “sır” saklamadığı düşünüldüğünden olsa gerek, “tarihi” toplantı sırasında yüzlerdeki ifadelerin, kadrajdaki detayların üzerinde duran pek çıkmadı.
Fotoğrafın merkezinde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile İçişleri Bakanı Efkan Ala ve HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder var. Bu üçlü grubun onlara göre sağ tarafında devlet heyetinin iki temsilcisi (Mahir Ünal ile Muhammed Dervişoğlu) yer alırken, sol tarafında ise HDP milletvekilleri Pervin Buldan ile İdris Baluken’i görüyoruz.
Sırrı Süreyya Önder’in elinde Abdullah Öcalan’ın mesajını içeren kağıtlar var; onlara bakıyor. Bu mesajında Öcalan, PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongre toplamaya ve –devletle yürütülen görüşmelerde 10 madde temelinde asgari müştereklerin sağlanması halinde- silahlı mücadeleyi bırakma ve mücadeleye siyasal düzeyde devam etme kararı almaya davet ediyor.
Bu tip bir demeç dünyanın bir başka ülkesinde olsa, gülümseyen ya da bir tarihi virajın dönülmüş olmasının rahatlığını içeren ifadeler yansıyabilir objektiflere. Ancak bizde öyle olmuyor. Yüzlerde en ufak bir tebessüm yok. Aksine, kameralara yönelmiş bakışlarda “devlet ciddiyetini” de aşan buz kesmiş ifadeler var. Belki de ufak bir tebessümün dahi bir zafiyet ya da bir taviz belirtisi olarak anlaşılabileceği kaygısı hakim. Dolmabahçe’de verilen bu görüntü, büyük ölçüde “bizim pozisyonumuzda bir değişiklik yok, aman ha!” görüntüsü. Yüzlere de “Onlar pozisyonlarını değiştirecek, siz onlara bakın, bize değil. Biz de sizin gibi bekliyoruz!” şeklinde yansımış.
Muhammed Ali ile Joe Frazier bile 40 yıl evvel “yüzyılın kavgası” için ringe çıkıp birbirlerinin ağzını burnunu dağıtmadan önce dahi çok daha sıcak ve yakın görüntüler vermişlerdi kameralara. Ki burada bir kavgadan değil, kavgaları sona erdirecek “barıştan” söz ediyoruz. (Yani öyle umuyoruz.)
Pervin Buldan, toplantı öncesi “bu arada Bülent Bey’e selamlar” mesajı gönderiyor twitter üzerinden, nispet yaparcasına. Ama, Arınç’ın “ortak açıklama söz konusu değil” şeklindeki beyanını geçersiz kılacak bir gelişme de seçemiyoruz. Toplantıda ortak açıklama olmuyor.
Peki öyleyse, gelinen noktayı nasıl izah edeceğiz?
Deneyelim: Öcalan, 2013 Mart’ında “artık silahlar sussun, fikirler konuşsun, siyasetler konuşsun noktasına geldik” demişti. Aradan neredeyse iki Nevruz/Newroz geçti. Gelinen noktayı şimdi şöyle özetlemek mümkün: “Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun, siyasetler konuşsun noktasına geldik.”
Evet, Türkiye siz bir yol haritası planlarken, sizi aynı noktadan defalarca geçirmesiyle ünlü bir ülkedir. Bu nedenle de bu noktaya bir kaç defa daha gelirsek kimse şaşırmasın.
Yanlış anlaşılmasın, elbette ki, çatışmasızlıkla geçen 2 senenin, çatışmayla geçen 15 dakikadan tartışılmayacak ölçüde kat kat daha değerli olduğunu düşünüyorum. Ama son “tarihi” açıklama bana kalıcı barış menziline doğru uygun adım ilerlediğimize dair bir ipucu, bir ümit vermiş değil. Bilmiyorum, size verdi mi?
Tarafların birbirini daha fazla anlamış olduğu izlenimini edindik mi, mesela? Bu çatışmasızlığının kıymetinin artık daha çok bilindiğini söyleyebilir miyiz? Beraber yaşama arzusunun kuvvetlenmesini teşvik edecek bir eşit vatandaşlık konusunda daha ümitli miyiz şimdi?
Açıkçası ben kendimi Milli Takımın Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası eleme maçlarında gibi hissediyorum. Bu tür uluslararası turnuvaların grup maçlarında senelerdir benzer bir gerçeklik bize eşlik eder, benzer bir ruh haline sürükleniriz.
Sanki hedefimiz takımımızın gruptan çıkma şansını, ümidini son karşılaşmaya taşıyabilmesiymiş gibi yaşarız bütün süreci. Federasyonundan, yayıncı kuruluşuna, teknik adamından spor yorumcularına kadar herkes şansımızın o kıl payı aritmetiğini bu gerçek üzerinden ifade etmeye odaklanır. Biz, sanki başarılı olmayı değil, başarılı olma şansımızı gruplardaki son maça taşıyabilme ihtimalimizi seviyormuşuz gibi yaşarız bütün süreci.
Süreç ilerler, biz de ümitlerimizi öteleriz sürekli. Son maç dışındaki diğer tüm karşılaşmalar (yenilsek de, berabere kalıp puanları saçsak da) bir ümidi taşıdığı için başarı olarak dahi görebiliriz. Sanki yaşasak yaşasak sadece o son maçta hayal kırıklığı yaşayabilirmişiz, oraya kadar da her şey süper gidiyormuş yanılsaması içinde oluruz. O yüzden son maça kadar da (en azından yayıncı kuruluş için!) her şey öylece, yolunda (!) gider. Ah işte son maçta o erken golü yemeseydik, o top direkten dönmeyeydi, falanca da forma giyeydi diye vahlanır dururuz sonra.
Ben Dolmabahçe’deki toplantıda benzer bir iklim sezdim. Sonrasında yapılan karşılıklı açıklamalara da bakınca, “belli ki puanları saçmışız yine” diye düşündüm! Ama ne gam! Umudu bir sonraki maça taşıdık mı, siz ona bakın.
Demek ki, bir tarihi (!) açıklamayı daha ardımızda bıraktık. Artık önümüzdeki tarihi (!) açıklamalara bakacağız!
twitter: @akdoganozkan