18 Kasım 2014 AK Parti iktidarının 12. yıldönümü idi. Bu bir düzine yıl zarfında Türkiye’nin çeşitli alanlarda sergilediği performans ya da kat ettiği mesafe üzerinde saatlerce çene çalınabilir, ciltler dolusu kalem oynatılabilir. Fakat Türkiye’nin 18 Kasım 2002’den 2014’e kat ettiği mesafeye, en azından bir yıldönümünde sübjektif yorumlara sıkışmadan, uluslararası kriterler temelinde yapılmış olan kimi değerlendirmeleri de dikkate alarak bakmak, daha adil ve faydalı olur, düşüncesindeyim. Böyle bir yaklaşım, Türkiye’nin AKP döneminde nasıl bir performans sergilediğini yer yer daha önceki dönemlerle, yer yer de başka ülkelerle kıyaslama içinde görmemize de olanak tanıyacaktır.
Öyleyse hadi başlayalım. Önce şu: Bir hükümetin performansını değerlendirirken nelere, ölçebileceğimiz hangi kriterlere bakacağız? Elbette bu noktada herkesin kriterleri farklı olabilir. Bilmiyorum sizlerinki nasıl ama ben –kişi başına atılan kahkaha miktarı, km2’de birbirine gülümseyerek selam veren insan sayısı, 1000 kişiye düşen yeşil alan miktarı gibi kriterleri de epeyce önemsemekle birlikte- şu yedi temel sorunun içerdiği kriterlere öncelik vermenin belki daha adil ve dengeli bir bakışa yaklaştırabileceğini düşünüyorum:
Bir: Hükümetimiz vatandaşlarının yaşam kalitesini ne ölçüde artırabildi?
İki: Hükümetimiz gençlerimizi yarına ne kadar iyi hazırlayabildi?
Üç: Hükümetimiz ülkenin iktisadi gücünü küresel anlamda ne kadar ileriye taşıdı?
Dört: Hükümetimiz teknolojik inovasyonu ekonomik kalkınmada ne ölçüde kaldıraç olarak kullandı?
Beş: Hükümetimiz vatandaşlarına haklar ve özgürlükler tanımada ne derece bonkör davranabildi?
Altı: Hükümetimiz hukukun üstünlüğünü ve adaleti hakim kılmada ne kadar başarılı oldu?
Yedi: Hükümetimiz çocuklarımızın sırtına borç yüklemekten, yarınlarımızı ipotek altına almaktan ne ölçüde imtina edebildi?
Belki bunlara “hükümetimiz Türkiye’yi yolsuzluklardan azade kılmada nasıl bir performans sergiledi?” gibi ekstra bir soru daha ilave edilebilir. Ama bu kriter, genel değerlendirmeye katılmayan, ancak çok iyi performans gösterme durumunda “bonus” puan getirme imkânı sunuyor olsun! O nedenle de buna “7+1’inci kriter” diyelim.
Peki bu kriterlerdeki ölçümleri nasıl yapacağız? Güzel haber şu ki, dünyanın değişik yerlerinde değişik kuruluşlar -birbirlerinden haberdar olmadan- bu yukarıda saydığım sorulara yakın kriterler temelinde her yıl ölçme ve değerlendirmeler yapıp bağımsız raporlar hazırlıyorlar. Ben bu kuruluşların birbirlerinden bağımsız şekilde hazırladıkları raporlarda elde edilen sonuçları aşağıda özet şeklinde derledim. Sonra da bu değerlendirmelere bakarak kendimce “artı” (+) ya da “eksi” (-) şeklinde bir “kanaat notu” verdim. (İsteyenler verdiğim bağlantıları kullanıp o raporların aslına ulaşabilir ve “12 yıllık Türkiye fotoğrafına” daha detaylı bakabilir.)
Ve ortaya çıkan sonuç şu ki... Hükümetimizin 2002-2014 karnesinde tam 7 eksi’si var. Yedi ders, yedi eksi!
Yani hükümetimiz vatandaşlarına karşı sorumlu bir makam olarak bugün bu yedi soru ve kategori temelinde gerçekten bir karne alıyor olsaydı, maalesef bu “zayıf” bir karne olacaktı! Çünkü geçen zaman zarfında, her ülke gibi bazı kategorilerde puanlarımızı geliştirmiş olsak da, bu kategorilerden hiç birinde diğer ülkelerle kıyaslama içinde daha başarılı bir performans sergileyememişiz. Yani 12 yıl öncesine (ya da kıyaslama yapılan dönemlere) göre hemen hemen her alanda geriye düşmüşüz.
Şimdi ayrıntılı değerlendirme. Bakalım ne haldeyiz!
Bir: İnsanî gelişmişlik Endeksi (Eksi)
Türkiye’nin 2002-2013 performansı pek iç açıcı değil. 2002 yılı İnsani Gelişmişlik Endeksi raporunda 0.742 puan ile 85’inci sırada olan Türkiye 2013 raporunda 0.722 puan ile 90’ıncı sıraya gerilemiş durumda. Raporun temel alındığı yıllar içinde G. Kore 27’nci sıradan 12. sıraya, Rusya 60’ıncı sıradan 55’inci sıraya, Kazakistan ise 79’uncu sıradan 69’uncu sıraya ilerlerken biz sıralamada gerilemişiz. 2014’te ise sıralamadaki yerimiz pek değişmedi. Gerçi 2014 raporunda BM veri değerlendirme metodolojisinde bazı değişikliklere gittiği için Türkiye 0.756 puanla 69. sıraya yükselmiş göründü. Ancak raporda da belirtildiği gibi bu bir performans artışı değildi. Çünkü bir önceki raporun hesabı bu yılın metodolojisiyle yaptığımızda sıralamamız değişmiyordu.
Gerçi Türkiye bu hesaplamanın yapıldığı yılların seyri içinde, yani 1980’lerden bu yana İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde (İGE) puanını artırmıştı. Peki ama hangi dönemde daha çok artırmıştı? Kaba bir sınıflandırmayla “Turgut Özal’lı yıllar” diyebileceğimiz 1980-1990 arasında mı? “Koalisyon yılları” diyebileceğimiz 1990-2000 arasında mı? Yoksa “AKP yılları” diyebileceğimiz son yıllarda mı? Şimdi de ona bakalım.
Türkiye’nin İnsani Gelişmişlikteki Yükseliş Seyri
Dönem Yıllık Artış (İGE)
1980-1990 % 1.50
1990-2000 % 1.27
2000-2013 % 1.16
Evet, üzerinde binlerce saat çene yarıştırdığımız, daha da yarıştıracağımız dönemlerin yaşam kalitemiz açısından kısa, yalın özeti burada saklı. Ve görüyoruz ki, Türkiye ortalama yıllık insani gelişmişlikte (İKE) en büyük artışı ‘80’li yıllarda yaşamış. İkinci sıra ‘90’lı yılların, üçüncü sıra ise Ak Parti’nin damgasını vurduğu 2000’li yılların. Peki geldiğimiz nokta neresi? 2014’te “Yeni Türkiye”, insani gelişmişlikte Kıbrıs’ın (Rum Kesimi) 37, Küba’nın 25, Libya’nın 14, Malezya’nın ise 7 sıra gerisinde.
İnsan gerçekten hayret ediyor!
İki: 21. Yüzyılın eğitim becerileri (Eksi)
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 2000 yılından beri üç yılda bir PISA (Programme for International Student Assessment) adıyla lise öğrencilerini değerlendirmeye alıyor. Bu Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nda amaç 15 yaş 3 ay ile 16 yaş 2 ay arasındaki öğrencilerin bilgi düzeylerini ölçerek 21. yüzyılın gerektirdiği temel becerilere ne ölçüde vakıf olduklarına bakmak. Bu amaçla, liseli gençler matematik, fen ve okuma alanlarında sınavlara tâbi tutuluyor. PISA’ya ilk kez 2003’te katılan Türkiye, o tarihten bu yana dört değerlendirmede (2003, 2006, 2009 ve 2012) yer aldı. OECD’nin düzenlediği beşinci, Türkiye’nin katıldığı dördüncü ve son değerlendirmede (PISA 2012), Türk öğrenciler matematikte 64 ülke arasında 42’nci, Fen’de 65 ülke arasında 43’üncü, okuma becerisi alanında 65 ülke arasında 41’inci oldu. Türkiye bu dallarda 2003’ten bu yana puanını bir miktar artırmasına rağmen sıralamadaki yerini geliştirebilmiş değil. OECD ülkeleri arasındaki sıralamada ise ya sonuncuyuz ya da sondan üçüncü. (Öğrenci başına en düşük eğitim harcamasını yapan OECD ülkesi biz olduğumuz için buna ne ölçüde “hayret etmeliyiz,” bilemiyorum.)
Üç: Küresel rekabet endeksi (Eksi)
Dört: Küresel inovasyon endeksi (Eksi)
Beş: Demokrasi endeksi (Eksi)
Altı: Hukukun üstünlüğü (Eksi)
Yedi: İç ve dış borçlarımız (Eksi)
Yarınlarımızı borçtan arındırmak, çocuklarımıza tasarruf yapabilen bir ülke ve umutlu bir gelecek bırakabilmek bir ülkeyi yöneten kadroların en temel becerilerinden biri. Ancak o konuda iyi bir noktada olduğumuzu söylemek galiba zor. Çünkü borca batmış bir haldeyiz. 2002’de ailelerin her yüz liralık gelirine karşı 4.7 lira borcu varmış. Bugün 55 lira borcu var. Ama daha anlamlı hesabı geçenlerde Mahfi Eğilmez 2002 yılsonu ile 2013 yılsonu arası için yaptı. Ve Eğilmez, kamu kesimi ve hanehalklarının toplam borcunun bu dönem zarfında 495 milyar dolar artarak 210 milyar dolardan 705 milyar dolara yükseldiğini gösterdi. Bu hesaba bakılırsa, toplam iç ve dış borcumuz son 11 yılda 3.4 katına çıkmış durumda. Türkiye’de kişi başına borcumuz ise 2003-2014 arasında 3 bin dolardan 9 bin 400 dolara çıkmış. Yani kişi başına düşen borcumuz 3.1 katına çıkmış. Son 11 yılda kişi başına gelirimiz ise 3.1 katına çıkmış. Yani gelirimiz kadar borcumuzu da artırmışız. Eğilmez bu nedenle “hiç bu denli gelir artırdığımız bir dönem olmadı” söyleminin bir “illüzyon” olduğunu söylüyor. Borçlanmamızı katlanarak sürdüren bir ekonomi yönetimimiz olduğu sürece, “borçları kapattık, artık IMF’ye borç veriyoruz” falan gibi caka satmalarımız epeyce aldatıcı demek ki!
Yedi+Bir: Yolsuzluk algısı endeksi (Eksi)
Sonuç yerine ya da 'Peki ya mutluysak?'
Yukarıdaki değerlendirmelerden görülüyor ki, ülke olarak pirzolamız yeterli derecede artmıyor. Ayrıca yiyeceğiz diye borca batabiliyoruz, bölüşümümüz adil olmuyor, yarına kalacak şekilde de hiç ayırmıyoruz. Hepsine tamam! Peki ama ya mutluysak? Her şeye rağmen ya halimizden şikayetçi değilsek ve bol bol kahkaha atıyorsak?
Aslında bir hükümetin en temel misyonu da -öyle karmaşık bir takım hesaplara girmeden- insanlarını mutlu kılmak değil mi? Öyleyse, ya biz pirzolası eksik, ama huzur içinde gülümseyebilen, mutlu bir şekilde yatağa giren insanların ülkesiysek? Böyle bir olasılığa da ihtimal vererek hemen bakalım, çünkü mutluluk da ölçülüyor. The Earth Institute, London School of Economics ve Vancouver School of Economics’ten bir grup bağımsız uzman yapıyor bunu. Bu uzmanlar kapsamlı çalışmalar ile belirledikleri kriterler temelinde bir “dünya mutluluk sıralaması” oluşturuyorlar. Bu uzmanların hazırladıkları son rapor (World Happiness Report 2013) 2010-2012 arasındaki değerlendirmeleri dikkate alıyor. Hemen bu sıralamaya bakalım!
Fakat o da ne! Türkiye “Dünya Mutluluk Ligi’nde” 77. sırada. Bu rapora göre, Türkiye -hey, van münüt- etrafı “düşmanlara çevrili” İsrail’in 66 sıra, “sosyal gerilim orada da yüksek” diye avunduğumuz Brezilya’nın 53, “eyvah bir gün ya onun gibi olursak” dediğimiz Malezya’nın 21, “bebek ölümlerinde dünya sonuncusu” olan Angola’nın 16, “vah vah krizlerde telef oldu” dediğimiz Yunanistan’ın bile 7 sıra gerisindeyiz.
Ama mutluluk liginde 77. sıradayız diye enseyi karartmayalım, derim! Teselliyi belki futbolda bulabiliriz. Evet futbolda 208 ülkenin yer aldığı FIFA dünya sıralamasında Türkiye olarak 23 Ekim 2014 tarihi itibarıyla -aslanlar gibi- 46. sıradayız ve İsrail’in sadece 1 sıra gerisindeyiz. İsteyince oluyor yani.
Peki 2002’de durum neydi? Hemen şimdi 2002’deki FIFA sıralamasına bakıyorum.
Ve maalesef... Ve maalesef!
2002’de 9. sıradaymışız. 12 yılda 37 sıra gerilemişiz!
Ağlamak istiyorum sayın seyirciler!
twitter: @akdoganozkan