Bugün, Osmanlı’nın parçalanıp Ortadoğu’da Lübnan, Suriye, Irak gibi ülkelerin kurulmasına olanak tanıyan Sykes-Picot Anlaşmasının 100. yıldönümü. Mevcut Ortadoğu haritasının temellerinin atıldığı ve Britanya ile Fransa arasında 16 Mayıs 1916 tarihinde yapılmış gizli anlaşma bugün bir asrı dolduruyor.
Bizim bölgemizde “milli” bir gelenektir, başa gelen ne varsa 100 yıldır hepsi –bugün artık taşıdığı ideolojik yükün altında epeyce ezilen (!) bir kavram haline gelmiş- “emperyalizme” fatura edilir. “Batı’nın kabahati, günahı” olarak görülür.
Oysa biz “600 yıl Balkanları ve Ortadoğu’yu yönetmiştik. Böyle mi öğretmiştik (!)”
Evet, Osmanlı İmparatorluğu bu anlaşmanın akabinde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle tarih sahnesinden silindi. Oysa yerel aktörler, hamdolsun, mükemmel bir birlik ve beraberlik içindeydiler. İmparatorluğu dışardan gelen o namussuz uluslararası aktörler yıkmıştı!
İmparatorluğun dört bir yanındaki ayaklanma ve isyanlara düşünebildiği tek çare orduyu gönderip “isyan bastırmak” olan biz değildik tabii!
1914’te Türkiye’yi hiçbir yönden hazır olmadığı bir cihan savaşına sokan da biz değildik! Her şeyi “emperyalistler” yapmıştı!
İki savaş gemisinin Alman mürettebatına fes giydirip Karadeniz’e salan, sonra da amiraline Rus limanlarını bombalayıp savaş açması için tam yetki veren ve memleketi param parça edecek savaşa uygun adım ilerleme kararı veren biz değildik!
Ortada bize yönelik herhangi bir saldırı veya işgal yokken, bizim gemilerimiz değildi sanki Odessa, Sivastopol, Feodosiya ve Novorossisk gibi Rus limanlarını ve oralardaki Rus donanma gemilerini bombalayan!
Yandaş medyamız değildi ki sanki, “Britanya taç ve tahtı tarihinin en büyük hezimet ve felaketine şahit olmuş bulunacaktır” diye savaşın başında yazıp çizen ve cihat ilanına alkış tutan!
Bir cihat çağrısıyla çocukları ölüme taşıyan, köylüleri borçlandırıp yoksullaştıran biz değildik tabii!
Reformları sürdürüp modernleşmemizi tamamlamak ve bilimsel devrimleri ucundan da olsa yakalamak, bunun için büyük bir eğitim seferberliği başlatmak varken, 1854’ten başlayarak aldığımız borçlarla birlikte bütçemizi harbe ayıran, 1918’de bütçe açığı gelirinin yüzde 200’üne ulaşan, sürekli borçlanıp savaşmış olan biz değildik sanki!
Köylüyü, çiftçiyi, dedelerimizi kanından, dölünden olduğu kadar koyunundan, tütününden, tuzundan keserek yoksullaştıran biz olmamıştık!
Bizim hiç bir sorumluluğumuz, kabahatimiz olmamıştı. Hepsi “Batı’nın çirkin emelleri” ve “yedi düvelin kabahati” idi. Bizim emperyal hasretlerimiz olmamış, “şanlı imparatorluk geçmişimiz” olmuştu! Ama onların öyle miydi ya!
Biz savaşta aslında galip gelmiştik de, işte, müttefiklerimiz yenildiği için emperyalistler bizi bir gaflet anımızda yenik saymış, biz de engel olamamıştık falan filan...
Batı’da da, Doğu’da da bozguna uğrayan, ordusu Romanya Cephesinde yalnız kalan, Erzurum, Erzincan, Muş, Trabzon ve Bitlis’i Ruslara kaptıran biz değildik sanki! İmdadımıza yetişen Çarlık Rusya’sını dağıtan Sovyet Ekim Devrimi değildi!
İngilizler Kut’ül Amare’yi 25 Şubat 1917’de yeniden alıp “destan” yazmamış, Süveyş Kanalı harekâtı başarısızlıkla sonuçlanan biz olmamıştık! O pek onurlandığımız Yıldırım Orduları grubu neredeyse tamamen saf dışı edilmemişti sanki!
Üç İtilaf devleti, hükümete “tam bir tarafsızlık vaadinde bulunması halinde Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün savaştan yararlanılarak bozulmasına engel olacaklarını” belirten bir teklifte hâşâ bulunmamıştı!
Yerle bir olmuş cihanşümul bir “stratejik derinliğin”, dört bir yanda yaşanan bozgunun ardından, 1914’te savaşa girmemize karşı çıkan Ahmet İzzet Paşa’yı 1918’de sadrazamlığa atayıp sahada yitirdiklerini aklı sıra masada almayı uman Şark kurnazı biz değildik.
Biz saf ve masumduk! İşler ters gidince masada at değiştirir, farklı sonuç beklerdik belki ama masumduk işte!
Zaten onlar değil miydi, bir anlık gafletimizle memleketi işgale uğratıp bizi ateşkese ve ordumuzu terhise zorlayan! Ah o yedinci madde!
Ah o İngiliz ve Fransız yok muydu! 1916’da gizli bir anlaşma yapıp bizi birbirimize düşürmüş ve sonra da parçalamış, Ortadoğu’yu 100 yıllık derin bir mutsuzluğa gark etmişti. Yoksa, Türk, Kürt, Arap hep bir ve birlikti!
Sonraki yıllarda da bu hep böyle olmuştu!
Biz yine bir gün masumken, bu ülkenin, zanaatkâr insanlarını, sanatçısını, aydınını, rençperini sözün kısası yüzbinlerce vatandaşını vatanından söküp attıysak, kendi vatandaşına, vekillerine kan kusturduysak, hep o emperyalistlerin kışkırtmasıyla ve bir kaç kendini bilmezin bazı hataları yüzünden olmuştu. Zaten asıl eşkıya asıp kesmişti!
Ne Türkçe’den başka dil bilmeyen vatandaşını yurdundan söküp atan bizdik, ne de komşusunun emanet bıraktığı malına mülküne çöreklenen!
O yüzden savaşlara girmekte gösterdiği mahareti bugün Ortadoğu’daki halkların nefretini kazanmada gösteren de biz olamazdık zaten!
Ah işte bugün bir halife bir de kayyum atayabilsek Ortadoğu’ya, bütün bunlardan eser kalmayacak, bembeyaz bir sayfa açabilecektik!
Ah o Mark Sykes ile François George Picot yok muydu! Hepsi onların başının altından çıkmıştı, her şey onların kabahati idi!
100 yıl önce bir takım güçler gizli bir anlaşmada düğmeye basmışlar ve başımıza bunlar gelmişti işte!
Biz saf ve masumduk! Ah o Sykes ile Picot yok muydu!
twitter: @akdoganozkan