ABD'nin iki nükleer kapasiteli, uzun menzilli stratejik bombardıman uçağının (B-52H) 21 Kasım günü ta Kuzey Dakota'da bulunan Minot Hava Kuvvetleri üssünden kalkıp Atlas Okyanusu'nu geçerek 10 bin km'den fazla mesafedeki İran Körfezi semalarında kendini ve "elindeki sopayı" Tahran'a gösterdiği, adeta Donald Trump'ın "veda busesi" gibi işlev gördüğü bir konjonktürde, İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade'nin Tahran yakınlarında uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybetmesi, bölgedeki yumuşama ve barış umutlarını şu an için zayıflatmış görünüyor. Tahran Yönetimi'nin Fahrizade suikastına misilleme olarak vereceği düşünülen cevap ile bu cevaba olayın faili olduğu sanılan İsrail'in ya da ABD'nin vermesi muhtemel karşılık Orta Doğu'nun yakın dönemde sınanacağı en ciddi ve en büyük riskler barındıran sınav olacağa benziyor.
Joe Biden döneminde ABD ile ilişkilerin yumuşamasını ve yaptırımların kaldırılmasını uman Tahran Yönetimi'nin bu beklentilerle, Fahrizade suikastına misillemede bulunmaması ya da hafif bir karşılıkla geçiştirmesi beklenirdi. Zira, belki Donald Trump, P5+1 ülkelerinin İran ile 2015 tarihinde yaptığı ve bu ülkenin nükleer programını duraklatması karşılığında yaptırımların kademeli bir şekilde kaldırılmasını öngören nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmişti ama… Trump'tan sonra Başkanlık görevini devralacak Joe Biden'ın planları arasında bu anlaşmaya yeniden dahil olmak da vardı. Tahran Yönetimi, tüm hazırlıklarını Beyaz Saray'ın yeni sakini ile bu konuda yürüteceği müzakerelerin kritik önemine uygun düşecek şekilde yapıyordu.
Ancak İran'ın son 10 yılda nükleer alanda çalışmalar yürüten 5 bilim insanını suikastlar sonucu kaybetmesi, ülke içinde hükümetin ciddi bir "istihbarat zafiyeti" içinde olduğunu savunan kesimlerin sesinin yükselmesine de sebebiyet verdi. Bu da İran siyasetindeki "şahinler" kanadında var olan, suikastlara "güçlü bir karşılık verilmesi" ve Batılı kurumların tesis teftişlerine ülkeyi kapatma arzusunun toplum içinde daha geniş bir taraftar bulmasına yol açıyor.
Fahrizade'nin İran bayrağına sarılı tabutu askerler tarafından taşındı
İran hangi sahada oynayacak?
Tabii bizler de gayet iyi biliyoruz ki, bu tür saldırılara maruz kalan ülkelerde bir psikolojik operasyon da devreye giriyor. Tahran bunun gayet iyi farkında. İran Hükümet Sözcüsü Ali Rebii'nin saldırı sonrası altını çizdiği üzere, Fahrizade suikastının bir amacı da, "İran'ı düşman tarafından tasarlanan sahada oynamaya zorlamak."
Şimdi soru, İran'ın düşman tarafından tasarlanan sahada mı oynayacağı yoksa ortaya kendi tasarladığı saha ve kendi tasarladığı bir oyun mu koyacağı! İran'ın suikastın faili olarak işaret ettiği İsrail, bu sorudan bağımsız bir şekilde, muhtemelen bir taşla iki kuş birden vurmak istiyor. Bir yandan, Tahran'ı ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine saldırı gerçekleştirmesine yönelik bahaneleri üretecek şekilde kışkırtmaya çalışıyor, diğer yandan da ülke içi gerilimlere de oynayarak, o gerilimlerin meyvesinin İran-ABD ilişkilerinde olası bir yumuşamanın ve Biden'ın 2015 tarihli anlaşmaya dönmesinin önüne sağlam bir engel olarak dikilmesine çalışıyor. İran'daki "şahinler" kanadının Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani üzerindeki, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile işbirliğinin seviyesini düşürme ve ABD yönetimlerine karşı yumuşama temelli bir tutum almama yönünde baskıyı artırmaları bunun göstergesi.
Olayların nasıl gelişeceğine dair öngörülerde bulunmadan önce, gelişmelerin sene başına giden geçmişine ve perde arkasına bakmakta yarar var.
UAEA ile ilişkiler memnuniyet verici iken
Malum, İki ülke arasındaki ilişkilerin seyrini belirleyen aktörler yukarıda saydıklarımızla sınırlı değil. Gelişmelerin bir de, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) boyutu var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2231 sayılı kararı doğrultusunda İran'ın nükleer faaliyetlerine ilişkin doğrulama ve gözlem çalışmaları yürüten Ajans, bu kapsamda, bu ülkede kayıt dışı nükleer malzeme ve faaliyetlerin bulunup bulunmadığına ilişkin teftişler yapıyor. Suikasta giden yolda o cephede de son zamanlarda "sürpriz" bazı gelişmeler meydana geldi ve kurum ile İran Yönetimi'nin arası gerildi.
Oysa daha birkaç ay önce, ABD ile İran arasındaki ilişkilerin yeni dönemde yumuşayabileceği beklentisi ne kadar gerçek ise, UAEA ile İran arasındaki ilişkilerin de daha iyiye gitmekte olduğu o kadar temelli görünüyordu. Şubat ayında yaşanan ve Tahran'ın elindeki nükleer stoku kurum gözlemcilerine deklare etmediği iddiasıyla yaşanan kriz aşılmıştı. Hatırlayanlar vardır, UAEA, o tarihte İran'ın son 3 ayda zenginleştirilmiş uranyum tedarikini 3 katından daha fazla arttırdığını ileri sürmüştü. UAEA'nın üye ülkelere gönderdiği gizli raporda, İran'ın 3 Kasım 2019'daki önceki ölçümde 372,3 kilogram olan toplam zenginleştirilmiş uranyum stokunun 19 Şubat itibarıyla 1020,9 kilogram olduğu, yani bir tonu aştığı iddia edilmişti. Oysa, İran'la 2015'te imzalanan anlaşma, Tahran'a elinde 202,8 kilogramlık stok tutma izni veriyordu.
Yaşanan kriz, yanlış anlamalar ve ilişkilerdeki gerginlik zamanla aşılmış, Tahran Yönetimi, Ajans'ın uzun bir süredir denetime açılmasını talep ettiği iki tesise geçtiğimiz ağustos ayında giriş izni vermişti. Yani İran "gel kendin gör" demiş ve bu durum Ajans nezdinde büyük bir memnuniyetle karşılanmıştı.
UAEA Başkanı Rafael Mariano Grossi, eylül ayının ortalarına doğru bu çalışmalar kapsamında yaptığı bir açıklamada, iki tesise İran'ın giriş izni vermesinin ve UAEA yetkililerinin bu tesislerden birine giderek, analiz numuneleri almasının memnuniyet verici olduğunu belirtiyordu. Bu ülkeyle ağustos ayında varılan anlaşmanın taraflar arasında iş birliği ve karşılıklı güveni artıracağını söyleyen Grossi, Ajans müfettişlerinin diğer tesise de Eylül ayı sonunda gireceğinin altını çiziyordu
Düşman sevindiren gelişmeler
Her şey güzel ilerler görünürken, söz konusu gelişmenin üzerinden iki ay geçmedi, UAEA, Kasım ayının ikinci yarısında İran'ın kuruma ilettiği "gizli" bir mektubuna dayanan ve yönetim kurulu üyelerinin henüz incelemediği, "gizli" ibaresi taşıyan bir raporu Tahran'la ilgili suçlayıcı ifadeler eşliğinde basına sızdırdı. Rapora göre, İran'ın Natanz'daki yeraltı tesisinde, gelişkin "IR-2m" uranyum zenginleştirici santrifüjler için uranyum hekzaflorür (UF6) gazı üretimine başlamıştı. Raporun basına sızdığı saatlerde bir açıklama yapan UAEA Başkanı Rafael Mariano Grossi de, "İran'da Ajansa daha önce bildirilmeyen bir yerde izotopik olarak değiştirilmiş parçacıklar da dahil olmak üzere antropojenik kökenli birden fazla uranyum parçacığının varlığı, bu ülke tarafından tam olarak ve derhal açıklanmalıdır," şeklinde konuşmuştu.
İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Viyana Ofisi Daimî Temsilcisi Büyükelçi Kazım Garib Abadi de, aşağı kalmadı ve UAEA'yı daha yönetim kurulu üyelerinin incelemediği, "gizli" bir raporu basına sızdırmakla suçladı. İran, kurumu "yalnız güncel gelişmeleri rapor etmekle değil aynı zamanda güvenli denetime yönelik bilgilerin gizliliğini sağlamaktan da sorumlu" tuttuğunu dile getiriyor, kurumu gizlilik mekanizmalarını gözden geçirmeye davet ediyordu.
Tahran ile UAEA arasında ilmek ilmek örülmeye çalışılan güven ilişkisinde ciddi bir çatlak yaratılmıştı. Güven çatlağı Fahrizade suikastının ardından biraz daha genişledi. Grossi, suikast sonrasında, bir bilim adamının öldürülmesine atıfta bulunmadan, "Hiç kimse denetimleri azaltarak veya kısıtlamayla kazanmaz" şeklinde bir açıklama yaptı. Garib Abadi de, bir bilim adamının suikastına ilişkin net bir tavır sergilemesini istediği Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na (UAEA) tepki göstererek şöyle konuştu:
"İran'ın bilim adamlarının suikast tehdidiyle karşı karşıya olması, nükleer tesislerinin saldırı tehdidi altında olması veya sabotaja uğramasıyla ilgili UAEA sorumluluk sahibidir."
Velhasıl gelişmeler hem İran'da iç çatlaklar arzulayan kesimleri hem de İran ile Ajansın arasının açılmasını isteyen tarafları sevindiren bir seyir izlemişti.
Suikasta misilleme muamması
Gelinen noktada, İran Fahrizade suikastına karşılık verirse, Joe Biden Yönetimi'nin Tahran'a karşı yumuşama ihtimalini sıfıra indirebilecek. Karşılık vermediğinde ise suikastta İran istihbarat birimlerinin zaafı olduğunu ileri süren ve ülkede reformistlere yakınlığıyla bilinen siyasi çevrelerin eli güçlenip hükümeti zayıflatabilecekler. Yani aslında bir anlamda suikastı düzenleyen odaklar, iki durumda da kaybetmiyor gibi görünüyor.
Ayrıca suikastın sonuçlarını misillemenin şiddetine bağlamak ne kadar doğru, tartışılır. Zira, İsrail'in fail olarak işaret ettiği İsrail'de yayın yapan Maariv gazetesinin ileri sürdüğü üzere, Fahrizade suikastının zaten tek başına İran'ın nükleer programını yıllarca sürecek bir gecikmeye uğratmış olması gibi bir ihtimal de var ortada. Bu durumda, İsrail İran'ın misillemede seçeceği yoldan bağımsız olarak kazançlı çıkmış da sayılabilir.
Ancak İran'ın vereceği karşılık bölgeye yönelik kalıcı barış umudunu canlı tutanlar açısından yine de çok önemli. Zira kimi karşılıklar, düşmanı da onun düşmanı tarafından tasarlanan sahada oynamaya zorlayabilir. O sahada da bazen geçer akçe, geçmişte de bazı örneklerini gördüğümüz üzere, "yumuşama" olabiliyor! Bu önemli, zira son zamanlarda Ortadoğu'dan 2021'in 2020'den daha zor geçebileceği ihtimalini kuvvetlendiren sinyaller alınıyor. Ters yöndeki sinyallere fazlasıyla ihtiyacımız var.
Netanyahu: "Bu ismi unutmayın"
Bu bölgede en son isteyeceğimiz şey, ABD uçaklarının bizzat İran içindeki bazı tesisleri hiçbir uluslararası meşruiyete dayanmadan "cezalandırma" amaçlı olarak vurarak yeni ve ateşi daha geniş bir coğrafyaya yayan bir çatışmalar silsilesinin pimini çekmesi olacaktır. Bölge barışına yönelik umudu iyice çöpe atabilecek böyle bir gelişme, Muhsin Fahrizade'yi, değil dünya sıradan bir İranlı bile tanınmazken, 2018 yılındaki bir sunumunda, onu nükleer başlık taşıyabilen orta menzilli balistik Şahab füzeleri geliştirmeye yönelik İran projesinin sorumlusu olarak deklare ederek, "yabancı istihbarat örgütlerine" tanıtmış ve "bu ismi unutmayın" demiş olan Benyamin Netanyahu ile aynı yıl bir TV kanalına "Fahrizade dokunulmaz değildir" demiş eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert ve ekipleri dışında herhalde kimseyi sevindirmeyecektir.