1,“(…) Üzüldüm" dedim. "Biliyor musun" diye devam ettim sonra, "güzellik doğrudan genişlemeyle, genişlikle alakalı bir şey. Güzellik genişleme ister. Çiçeğin açması, kelebeğin kanatlarını açtığında tırtıldan çok daha geniş bir şey olması gibi. Geniş yerler ister güzellik. Drago'yu tanıdığımda o benzin istasyonunda, güzelliğini genişletiyordu gelenin gidenin bakışlarında. Adını sonra koymuştum bunun. Maribor, Slovenya, Yugoslavya, her yer onun sahnesi olmuş olmalı. Güzelliğini sergilediği… Bana hemen gösterdiği o tatil fotoğrafları, senin anlattığın o düğün gecenizdeki dansı… Hepsi buna delalet ediyor. Belki kendimi ve seni avutuyorumdur ama Yugoslavya'nın bütünlüğünü korumasını bu yüzden böylesine arzu etmiş olması büyük ihtimal. (…)
2, Diğer mevsimler beklemeyi çağrıştırır, beklemekle geçerken; ilkbahar, müjdeyi almak gibidir. Diğer mevsimlerde ağaç gölgesinde serinliği, saçak altında yağmurun dinmesini, barınakta karın kalkmasını beklerken, ilkbaharda hayata dair müjdeler alırız. Beklediğimize değer, muradımıza ereriz. Üstelik bu murad bir erek değil, bir süreklilik muradıdır. Kesintiye uğrayacak olsa da yine yeniden ereceğimiz bir murad. Yaşadıkça bir daha, sonra bir daha ve böyle devam… Yaşadıkça. Bu haliyle ilkbahar en fazla ‘şimdiki zaman’ olan mevsimken, bir yandan da tarihi en iyi anlatan mevsimdir: Öznesiz, ereksiz bir süreç.
İlkbahar, ortaklaştırır
3, İlkbahar herkese gelen bir şeydir. Her şeye gelen. Müjdeyle, şefkatle. İlkbahar doğanın en şefkatli halidir. Şefkatin en güçlü imgesi. Yoksullar, evsizler, kamplardaki sığınmacılar için günlerin ve gecelerin zorluğu hafifler, hafifler, hafifler giderek. İlkbahar ortaklaştırıcı mevsimdir. İnsanla doğayı ortaklaştırır, insanı doğada ortaklaşmaya, ortaklaşmacılığa çağırır. Sınıfsal zulmün karşısına doğanın, şefkatiyle çıktığı mevsimdir ilkbahar. İlkbahar komünizmin imgesidir. Sınıflı toplumun bağrında sınıfsız toplumun olanaklarının, olasılığının doğduğu.
(…) Bir belgesel film yapıldığını düşünün. Sanki Nuh Peygamber’in gemisiymişçesine her hayvan türünün bulunduğu, toplandığı; zengin bir botanik bahçesinde gibi milyonlarca bitki türünün yaşadığı bir düzlem, bir metin filme alınıyor. Kullanılan teknik sonucu sonradan bu film ekrandan, filme alınan süreden, reel zamandan çok daha kısa bir sürede, fakat kesintisiz ve atlamasız geçiyor. Bütün biyolojik süreçleri birbiri ardına –bu yanlış-, aynı anda, biri bitmeden öbürü başlarken, birinin etkisiyle diğeri hızlanır ya da yavaşlarken, biri aniden, bir diğeri yavaş yavaş, biri hep, bir diğeri hiç, sadece bir kere, bir diğeri sayısız defalarca, üçü beşi çoğalır, biri onu azalırken, nerede başlayıp nerede bittiği bilinmez, birbirinin içinden çıkar, birbirinin içine geçer, birbirinde sürerken, pıtırtılar, tıkırtılar, ayak sesleri ve haykırışlar, kan, döl ve polen, yarılan meyveler, yırtılan deri, tırtıl ve kelebeğin birbirini içermesi, aslan ve geyiğin birbirini dışlaması, timsah ve sırtındaki kuşun bir arada oluşu, nasıl bir senfoni, pastoral, heroyik, bitmeyecek; film bittiğinde gerçek zaman hâlâ sürecek. Kaotik, bruitist (müzikte makine sesini taklit eden vurmalı çalgı sesi), atonal.
Lenin, İsviçre’de sürgünde Dadaistler ve Fütüristler’le, modern sanatın bu vahşi çocuklarıyla- enfants sauvages- buluşup tartışırken, (sonradan, yani devrimden sonra da onlarla iyi geçinecektir) Rusya’da ayaklanan işçiler yüzlerce fabrika sireniyle, bazen biri ötmeye başladığında içlerinden biri soluklanırdı, tarihin en kakofonik, bruitist müziğini yazıyorlar, modern müzik üretici güçlerin bağrından fışkırıyordu. (…) Lenin’in Dadaistler’le buluşması ile sirenlerin çılgın müziğinin senkronisi rastlantı değildi. (…) İlkbahar Marx’a saygı ile söyleyecek olursak, üç mevsim dünyayı yorumlayan insanın, dünyayı değiştirebileceğini sandığı, hissettiği mevsimdir.
Ölümü unuttuğumuz mevsim
5, İlkbahar bu haliyle politik ama bir yandan da bundan daha fazla estetik, sanatsal, edebidir. Sanatçıya ve yazara imgesel bir bolluk sunan mevsim… Yazarın bir romana, bir öyküye başlaması, okurun bir kitabı açması gibi yeniden başlaması hayatın… Tazelenmiş. İlkbahar doğanın açık yapıtıdır. Çok sayıda olasılık sunar insana, bir durum değil bir süreçtir. Bir oluştur. İnsanı doğadaki bu olasılıklara davet eder ilkbahar.
6, İlkbahar hayatın diyalektiği sayesinde ve hayatın diyalektiğine rağmen ölümü görmezden geldiğimiz, ölümü unuttuğumuz mevsimdir. İlkbahar ölümü unutup hayatı gördüğümüz, hayatın en fazla göründüğü, hayatı en fazla gördüğümüz, “bir ilkbahar daha gördüm” dediğimiz, “bir ilkbahar, bir ilkbahar daha görsem” dediğimiz zamandır. Böyle böyle yaşadığımız. İlkbahar en fazla tasvir ettiğimiz, en fazla resmettiğimiz mevsimdir. Ama hep bir şeyler eksik kalır, hep bir şeyler tuvalin, kadrajın dışında kalır. Bir sapın ucundaki çiçek, bir kelebeğin bir kanadı, bir ağacın tepesi, derenin döküldüğü göl. İlkbahar ele avuca sığmaz, avuçtan kayar. İlkbahar hınzırdır, uçarıdır. Aşk gibi. Aşıklar gibi. İlkbaharda öğrenciler okuldan kaçar, aşıklar kırlara kaçar. İlkbahar kaçışların mevsimidir.
7, İlkbahar uyanışın mevsimidir. Doğa uyanır, vücut uyanır. Buzlar erir, salgılar hızlanır. Herkeste, her şeyde hayat kabarır. İlkbahar suyun, salgının mevsimidir. Suyun ve dölün. İlkbahar insanların soyunmaya, eşitlenmeye, zenginlik ve statü işareti giysilerinden sıyrılmaya başladığı, mevsim yağmurlarında yıkanmaya, sevişmeye hazırlandığı zamandır.
8, İlkbahar başlangıçların mevsimidir. İlkbahar tamamlanmamışlıkların, bitmemişliklerin. İlkbahar süreçlerin mevsimidir, oluşların. İlkbahar her şeyin umut, daha umut, henüz umut oluşunun mevsimidir. Umudun mevsimi.
9, İlkbahar insanın kendine en fazla güvendiği, kendini en verici sandığı, kendi vücut ısısını moleküler olarak doğaya aktararak havayı ısıttığına, ektiği tohumlarla toprağı şenlendirdiğine inandığı mevsimdir. Oysa insan doğaya vermemekte, doğadan almaktadır bu haliyle. Ve ne ekerse onu biçecektir artık. Vücut ısısı ile değil, kapitalizmin hayatlarımıza ömür törpüsü sürtünüşünün ısısıyla ısıtmaktadır insan dünyayı epeydir ve kâr arzusu ekiyorsa hâlâ, felaket de biçecektir elbet. İlkbahar insanı her gelişiyle bir kez daha uyarır.