Ahmet Tulgar

02 Şubat 2020

Fizikçi

Çok şakacıydı, çok sık kahkaha atardı. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldu ve hayatının sonuna kadar orada ders verdi. Başka dallarda okuyan öğrenciler de onun kürsüde olduğu salonu sık sık ziyaret ederdi

Ekim 2002’de Hürriyet gazetesi tarafından Serdar Turgut’un editörlüğünde "Fotoğrafların Anlattıkları" adlı bir kitap yayımlandı. 54’üncü yılında gazetenin arşivinden seçilen fotoğraflar üzerine, her birine bir fotoğrafın verildiği yazar ve gazetecilerin yanı sıra toplumun çeşitli kesimlerinden gelen kişilerin birer yazı yazması istendi. Kitapta benim de bir yazım var, bana verilen, Bebek sahilinde 1977 yazında çekilmiş, deniz banyosu yapan bir kalabalığın fotoğrafıydı.

Kuruçeşme’de doğdum, Beyoğlu, Fındıklı’da büyüdüm. Boğaz çocuğuyum yani ben de. Ama söz konusu fotoğrafa bir yazı yazmak için oturduğumda, Paşabahçe’nin, bir Boğaz semti olarak benim hayatımda Kuruçeşme ve Fındıklı kadar yer ettiğini fark ettim.

Orada, Paşabahçe’de, büyük hala, Saliha Beker’in yalısındaki misafirlik anılarımız çocukluğumun İstanbulu’nun yaşama biçiminin imgeleri olarak zihnimdedir.

Saliha Beker, bir Cumhuriyet aydınıydı. Atatürk’ün yakın çevresinde yer almış, o çevreden izdivaç yapmıştı. "Fotoğrafların Anlattıkları"nda şöyle bahsetmiştim ondan: "Atatürk’le dans ettiğini, ailenin diğer kadınlarının saklı bir hazla tekrar tekrar anlattığı monden büyük halamı hep denize arkasını dönmüş bir koltukta misafirlerini ağırlarken hatırlıyorum. Paşabahçe’deki evinin önünden uskumru tutulur, tel ızgarada pişirilirdi. Büyük halam kanser olup bir çocuk kabûsu gibi karardığında yatağını salona indirtti, denize doğrultturdu. Denize baka baka öldü."

Ölüme giderkenki cesareti ve yaşama sevinci beni çok etkilemişti çocuk yaşımda. Yalıya gelen her misafir grubundan birine İstiklal Caddesi, Suriye Pasajı’ndaki kışlık evinin anahtarını verir ve dolabından bazı kıyafetlerin bu akraba ya da dostuna çok yakışacağını ve gidip oradan almasını, kendisinin artık o kıyafetlere ihtiyacı olmadığını handiyse bir neşeyle söyler, sonra misafirlerini de neşelendirmek için radyodaki şarkıya eşlik ederdi.

Haluk Abi, Saliha Hala’nın oğluydu. Robert Kolej’de yatılı okuyordu ve eve çıktığı bir defasında annesi onu yanına oturtmuş ve ölüm ilanını dikte etmişti.

Ölümle bu maddi, fiziksel ilişki bir çocuk için rahatlatıcı olmuş olmalı. Saliha Beker’in ölüme giderkenki tavırlarına dair aile içindeki her sohbete kulak kabartır, ilgi ve merakla dinler, bir ferahlama hissederdim.

Haluk Abi, Haluk Beker hâlâ Robert Kolej tarihinin en başarılı öğrencilerinden biri olarak hatırlanır. Annesinin ölüm sürecinde de derslerini aksatmamış, şeref listesinden inmemişti.

Haluk Abi’ye ilişkin ilk anım, Paşabahçe’deki yalının önünde beni ve abimi sandala bindirip gezdirişi, tuttuğu uskumruları yalının iskelesinde yaktığı ateşte, tel ızgarada kızartışı olmalı.

Robert Kolej’in üniversite kısmı o dönemde henüz Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmemişti.

Haluk Beker, orada fizik okudu ve okul birincisi olarak mezun oldu.

Annem babam onu bize her fırsatta örnek gösterirdi.

Ama öyle muzip, öyle neşeli, öyle sosyal, öylesine bir hayat adamıydı ki, bir bilim insanı, bir fizikçinin o sırada bendeki imgesi ile onun bu halini bağdaştıramıyor, tam da bu yüzden onu daha çok seviyordum.

Sonraki yıllarda fizik biliminin insanı neşelendirdiğini, neden neşelendirdiğini görmeye, anlamaya başladım. Bu köşede yazdığım bir dizi yazımda kullandığım "seküler neşe" kavramını biraz da Haluk Abi’yi düşünerek üretmişimdir.

Üniversiteyi bitirdikten sonra gidip ABD’de yüksek okudu. Ama orada kalmadı, istemedi, Türkiye’ye döndü.

Anne tarafından tek akrabası biz kalmıştık. Anneme çok düşkündü. Türkiye’ye döner dönmez pastasını kapıp bize gelmişti yine.

İki çeşit pastayla gelirdi hep, biri çikolatalı, biri meyveli. Annemle yaptıkları sözleşme gereği pastalar yeni pişmiş, adını "cıvık pasta" koyacak kadar taze olmalı ve kaşıkla yenmeliydi.

Çok şakacıydı, çok sık kahkaha atardı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldu ve hayatının sonuna kadar orada ders verdi.

Başka dallarda okuyan öğrenciler de onun kürsüde olduğu salonu sık sık ziyaret ederdi.

Öğrencileri, fiziği onunla sevdiklerini söylerler.

Bu önemli: Fiziği sevmek.

Ben fiziğin bir sevme biçimi olduğunu düşünürüm. Dünyayı ve hayatı sevme.

Fizik bilimi yaşama sevinci verir insana. Neşe verir.

Maddi hayatın kıymetini bildirir.

Fizik, maddeye aşık eder insanı.

Fizik, bu yüzden dünyevi etik’in de damıtılacağı kaynaktır bence.

Toplumların dünyevi bir etik inşa etmesinin yollarını açar.

Ve dünyanın buna çok ihtiyacı vardır.

Haluk Beker geçen hafta öldü.

Onu hep sevgiyle hatırlayacağım.

"Fotoğrafların Anlattıkları"ndaki yazımı şöyle bitirmiştim: "Ne zaman denize bakacağız? Ne zaman denize bakacaksın korsan konuklarını, hınzır militanlarını ve uzak tehlikelerini yitirmiş ülkem? Yakın tehlikelerin korkağı! Kara parçam!"

Beyhan Beker, annem Şükran Tulgar, Haluk Beker