*Bu yazı, Zeytin Ağacı dizisi ile ilgili spoiler içerir
Netflix'in yeni dizisi Zeytin Ağacı kısa süre içerisinde büyük bir ilgiyi üzerine topladı. Hatta İngiltere'de Netflix top on listesine giren ilk Türk dizisi olmayı başardı. Peki neden bu kadar ilgiyi üzerine çekebildi ve bu kadar çok konuşulmayı başarabildi? Öncelikle dizinin ülke insanlarımızın son yıllarda giderek artan psikoloji, psikodrama ve yeni kişisel rahatlama yolları konusundaki hassasiyetlerine yönelik bir yere vurguda bulunduğunu belirtmeliyim. Aile dizilimi adı verilen ve yaşadıklarımızın kökeninde bizden önceki atalarımızın yaşadıklarına ilişkin olup bitenlere yönelik etkilerin söz konusu olduğu anlayışı, dizide önümüze çıkartılıyor. Dizide uzun yıllardır birbirleriyle arkadaş/sırdaş olan üç kadın karakterin varlığı ve içlerinden bir tanesinin kanserle olan mücadelesinde Ayvalık'ta bu uygulamayı hayata geçiren Zaman Bey karakterini öğrenmesi ile başlayan gelişmeler, kısa sürede diğer iki kadın karakterin de hayatlarının değişmesine yol açacaktır.
Önce oyuncu kadrosu ve seçilen isimler ile başlayalım. Üç kişinin ismi son derece önemli çünkü bu üç karakter aynı zamanda dizinin önemli noktalarını oluşturan isimler. Bunlardan ilki dizinin ana karakteri olan Ada (Tuba Büyüküstün), operatör doktor olan Ada'nın annesi ile olan sorunları ve babasını kanserden kaybetmiş olması onun bir tarafının sürekli olarak öfke dolu ve sürekli başına buyruk olması ile sonuçlanıyor.
Dizinin ana karakterlerinden birisi olan Zaman Bey (Fırat Tanış) ise aslında son bölümde öğrendiğimiz kadarıyla bir tıp doktoru ve oğlu ile arasına girenler nedeniyle hayatını bambaşka bir yöne çevirmiş bir kişilik.
Bir diğer önemli kişi ise Toprak karakterini oynayan Murat Boz. Toprak yıllar boyunca bir türlü kök salamayan ve oradan oraya savrulmayı sürdüren bir müzisyen olarak karşımıza çıkıyor. Bir diğer önemli yanı ise Ada'nın eski sevgilisi olması ve aralarındaki ilişkiyi bir türlü bitirememiş olmaları.
Kansere yakalanana Sevgi (Boncuk Yılmaz) avukat rolüyle karşımızda. Kocasının sağladığı konforlu hayat ile bir taraftan sosyal medya üzerinden yayınlar yapan öte yandan da bol bol harcamalar yapan Leyla (Seda Bakan) karakteri ise dizinin en şen şakrak karakteri olarak önümüze çıkıyor.
Ada'nın yıllarca Toprak'tan ayrılmasını bekleyen ve onunla evlenen Selim (Serkan Altunorak) ise yaşadıkları depremde annesini kaybetmesinin travmasıyla kendisini uyuyabileceği evleri yapmaya adayan bir kişi olarak ortaya çıkıyor.
Bir diğer önemli karakter ise meyhane işleten Fikret ya da Fiko (Rıza Kocaoğlu) Adanalı bir romantik olarak karşımızda ve dizinin son bölümünde Sevgi ile evleniyorlar. Leyla'nın kocası rolünde yaşadığı mali sıkıntılar nedeniyle kayıplara karışan ve karısının izini Ayvalık'ta bulan Erdem (Umut Kurt) karakteri de zaman zaman dizide karşımıza çıkıyor.
Dizinin en ilgi çekici ve en tahmin edilmez karakteri ise Sevgi'nin annesi olan Mukaddes ya da dizide sık sık duyduğumuz adıyla Muko (Füsun Demirel), dizinin son bölümüne damgasını vuruyor.
"Geçmişimiz biz hatırlasak da hatırlamasak da bir yerlerde kayıtlı olabilir mi? Nasıl ki bir kara kutu ne kadar darbe alırsa alsın içindeki bilgiler kaybolmaz. Geçmişimiz de öyledir. Tatlar, kokular, anlar, bir gün tekrar hatırlanmak üzere en doğru zamanı bekler. Ve geçmiş biz unutsak bile bizi etkilemeye devam eder mi?" dizi bu cümleler ile başlıyor.
Dizinin her bölümünde geçmişe dönük flash back'ler ve bu dönüşlerin yaşanan dönemdeki kişiler ile olan bağlantıları söz konusu. Kanser tedavisinde bir türlü istenileni başaramayan Sevgi son bir umut olarak hastanede karşılaştıkları hastanın annesinden öğrendiği Zaman Bey'in yanına gitmeye karar verir. Üç arkadaş Sevgi'nin isteğini gerçekleştirmek üzere ‘Yeni bir aşk' şarkısı eşliğinde yola çıkarlar. Sevgi ile Zaman Bey'in karşılaşmasında Sevgi'nin siz bana yardım edebilir misiniz sorusuna Zaman Bey şu yanıtı verir:
"Sevgi. köken aile açılımı tıbbi bir tedavi vaat etmez. O hekimlerin işi, bizim alanımız değil. Biz sadece hastalıkların ruhsal kökenleri ile çalışırız. Eğer kaynağa dokunabilirsek hastalık iyiye gidebilir. Tabii kesin değil. Sevgi kansere teşekkür edebilir misin?"
Sevgi: "Tabii ki hayır, ben hayatım boyunca sigara içmedim, sağlıklı yaşadım, hep iyi bir insan olmaya çalıştım. Ben bunu hak edecek bir şey yapmadım. Mümkünse defolup gitsin."
Zaman Bey: "Belki de bu hastalığın sana hatırlatmak istediği bir şey vardır. Gel bakalım."
Sevgi'nin hayatında Zaman Bey ile başladığı çalışma sonrasındaki değişiklik üç arkadaşın Ayvalık'ta yeniden buluşmasına ve Ada'nın Sevgi'yi tahlilleri için İstanbul'a götürmesi ile sonuçlanır. Ada'nın Zaman Bey ile tanışması ve ardından yaşananlar aslında dizinin bir tarafında pozitif bilim ve aklı temsil eden Ada karakteri ile alternatif bir yolu önümüze çıkartan Zaman karakteri arasında dizi boyunca sık sık tekrarlanacak olan konuşmaları ortaya çıkartacaktır. Yıllarca tıp eğitimi alan ve bilimle akla inanan Ada karakterinin gördükleri karşısındaki şaşkınlığı, tepkisellik olarak geri dönecektir. Ada, Sevgi ile olan tartışmasında ona doğrudan söyleyemediklerini dış ses olarak dile getirmektedir:
"Sevgi haklıydı. Öfkeliydim. Orada yaşadıklarımı doktor kimliğimle açıklayamıyordum. Hissettiğim ağrı, içimden çıkan o acı, öfke, ne yalan söyleyeyim bunların hepsi ilk başta ürkütücü gelmişti."
Eşinin kendisini aldatması sonrasında evden ayrılıp ameliyat yapmaya giden Ada'nın söyledikleri dizinin geçmişin hayatlarımızdaki etkilerine dair altı çizilen yönlerine vurguda bulunmaktadır:
"Hayatımızda bazı şeyleri tekrar tekrar yaşıyorsak. Ya da hep aynı döngü farklı şekilde karşımıza çıkıyorsa. Buna geçmişimizden gelen bilmediğimiz bir yara sebep olabilir mi? Geçmiş denince sadece kendi geçmişimiz gelir aklımıza oysa büyük annelerimiz, büyük babalarımız ya da onların anne, babaları da bizim geçmişimize dahildir."
Dizide sık sık geçmişimizdeki atalarımızı onurlandırma, onlarla yeniden bağ kurmaya dair cümlelere yer verilmektedir. Zaman Bey'in Leyla'nın anneannesi için yapabileceklerine ilişkin şu sözleri dikkat çekicidir:
"Anneannen için mumlar yakabilirsin, eğer onu onurlandırabilirsen, bolluk ve bereketin artabilir."
Leyla büyük annesi Eleni'yi onurlandırmak için denize yanan fenerler bırakır ve onun için güzel sözler söyler. Bu esnada Ada'nın sesinden şu cümleleri duyarız ve ikinci bölüm sona erer:
"Sizce sağlık sorunlarımız, darmadağın olan ilişkilerimiz, maddi ve manevi kayıplarımızın altında kuşaklar öncesine dayanan bir yara olması mümkün mü? Ve sadece o yarayı görüp kabul ederek bütün bunları değiştirebilir miyiz?... Geçmişini bizi ne kadar etkilediğini bilseydik, onunla yüzleşmekten yine de kaçar mıydık? Ya da biz kaçsak bile o bizim peşimizi bırakır mıydı?"
Üçüncü bölümde Mark Wolynn'in Seninle Başlamadı kitabının Ada tarafından okunmaya başlandığını görürüz. Kalıtsal aile travmalarımızın kim olduğumuza etkileri ve sorunların üstesinden gelmenin yolları alt başlığını taşıyan kitap, dizinin bize anlattığı geçmişimizdeki atalarımız ve onların yapıp ettikleri ile ilgili olan parçalara dairdir. Dizi ile söz konusu kitabın satın alınma sürecinin doğrudan etkileneceğini düşünüyorum. Ada, kitabı okurken şu cümleleri duyarız:
"Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayların parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler, içimizde taşıdığımız acının gizli dilini oluşturmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz, parçalar sadece yön değiştirirler. Korkularımızın ve hastalık belirtilerimizin ardında bağlantı kurduğumuz zaman çözüm için yeni olasılıklara açılmış oluruz."
Ada, elinin titremesinin nasıl geçtiğini öğrenmek için Zaman Bey'in yanına gider ve birlikte hastalanan bir zeytin ağacının yanında konuşmaya başlarlar.
Doktor hanım sizce ne derdi var bu zeytinin?
Ada: "Uzmanlık alanım olmayan konularda yorum yapmam. Siz benim sorularıma yanıt verecek misiniz?"
Zaman: "Ağacın kökünü kazar ve konuşmaya başlar, şimdi bu ağaç nereden baksan 50-60 yaşında var. Bu ağacın toprağın üstünde görüldüğü kadar altında da var. Kökleri hastaysa kökleri tedavi etmeden ağacın dallarını tedavi etmenin bir anlamı var mı? Yok. Eğer, kökler ölmeye başlarsa, ağacın hayat damarları tıkanır. Ağacın hayat damarları tıkanırsa hücrelerin besin kaynakları kesilir, besin kaynağı kesilen hücreler de yavaş yavaş…"
Ada: "Ölür, kalp damar cerrahisini vereli çok oldu. Avatar izleyeli de bayağı zaman oldu."
Zaman: "Doktor Hanım dur ya. Sorduğun soruların cevabını almaya mı zamanın yok, yoksa bir zeytin ağacının altında durup dinlenmeye mi? Bak farz et ki bu zeytin sensin, bu da senin soy ağacın. En kökten yukarı doğru gelip seni besleyen damarlar var. Bu damarlar, hikâyeler taşıyor, acılar taşıyor, zenginlikler ve hazineler taşıyor. Annen, onun annesi ve onun annesi. Birbirinize görünmez bağlarla bağlısınız. Bu bağı yok saymak, kendi dişi yanına küsmek olur. Dişi yanın senin yaratıcı yönün, şefkatin. Sevgiyi alabilmen ve verebilmen demek. Bizim orada yaptığımız köklerdeki yarayı bulmak ve oraya böyle küçük bir dokunuş yapmak."
Dizide sık sık geçmişe dönük geri dönüşler ve arada çalan şarkılar dikkat çeker. Örneğin dizinin altıncı bölümünde Ada'nın annesi ve babasının birbirleri ile dönemin pastanesinde oturup evlenme kararı almaları esnasında Büklüm Büklüm şarkısı çalmaktadır. Ada'nın annesinin İzmir'de hastaneye yatması sonrasında Sevgi ile Fiko'nun yola çıktıkları arabada ise eski tarz kasetler ve kasette de Müslüm Gürses'in Hangimiz Düşmedik Kara Sevdaya şarkısı çalar, Sevgi bu şarkıyı arabesk bulduğu için Sezen Aksu'nun Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam şarkısını çalmaya başlar. Murat Boz'un şarkılarının da bölümlerde çaldığını hatırlatmalıyım.
Yedinci bölümün sonunda söylenen şu cümleler dizideki aile dizilimi konusunu net bir biçimde önümüze koyar niteliktedir:
"En güçlü bağlar doğmamızı sağlayan insanlarla aramızdaki bağlardır. Eğer bu bağlarda düğümler varsa bugünkü hayatımızda bir şekilde ayağımıza dolanır. Belki de şans ya da şanssızlık dediğimiz her şey geçmişte atılmış ya da atılmamış adımların sonucudur."
Bu bölümde Zaman Bey'in ağzından baba kavramına ilişkin olarak şu cümlelerin dökülmesini de bir kenara not etmeliyiz çünkü bu cümleler bir anlamda ülkemizdeki baba figürüne yönelik bakış açısını da ortaya koymaktadır:
"Baba demek bolluk demek, bereket demek, senin para kazanmak demek. Sen babanla arandaki ilişkiyi düzeltemezsen hayatına bir çeki düzen veremezsin? Öyle değil mi?"
Dizinin son bölümü belki de en çok göndermenin olduğu ve başta Zeytin Ağacı isminin de neden ortaya çıktığını anlamamızı sağlayan bölüm olarak görülüyor. Üç kızın salıncakta oturup bir şeyler yedikleri sahnede Ada, Sevgi'ye dönüp bak benden böyle sözleri çok duymazsın diyerek ‘Ya Sal Gitsin' ifadesini kullanır. Yaşadıklarına dair Zaman Bey ile yaptığı konuşmada ise şu cümleler dikkat çekicidir:
"Şimdi sizin dediğinize göre geçmişi olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Ya bunu yapamıyorsak, yani ben dedemi, babamı, yaptıkları için affedemiyorsam."
Zaman: "Şimdi affetmek demeyelim de kabul etmek ya da bitirmek diyelim mesela. Çünkü affetmek dediğimiz zaman kendimizi birilerinden daha üstün bir seviyede tutmuşuz gibi oluyor. Biz kimseden üstün değiliz değil mi? Hele bizden önce yaşayan atalarımızdan asla."
Ada: "Peki ben şunu anlayamıyorum, doğduğum aileyi ben seçemiyorum. Onların yaptıklarından ya da yaşadıklarından bana ne? Neden uğraşayım bunlarla adil değil ki."
Zaman Bey kendi ailesinin hikâyesi üzerinden Ada'ya soru yöneltir: "Senin avucunda ne var Ada? Geçmişi hep öfke yüklü bir küfe gibi sırtında mı taşıyacaksın. Yoksa küfenin içinden sana gerekli olanları alıp kendine yeni bir yol mu açacaksın."
Ada: "O an belki de ilk defa Zaman Bey'i anlamaya başladım. Sadece kendimde değil kızlardaki değişimi de fark etmeye başladım. Aradığım cevaplar aslında gözümün önündeydi."
"Geçmiş, biz hatırlasak da hatırlamasak da bir yerlerde kayıtlı olabilir mi?"
Dizinin sonu her şeyin hallolduğu ve tam anlamıyla mutlu sonun geldiği düşüncesinin öne çıkartıldığı bir noktadan yine başa dönüldüğü yere bir geçişle devam eder. Sevgi ile Fiko Zaman Bey'in evinde evlenirler ve keyifle yemek yerler. Zifaf gecesinde Sevgi annesinin kendisine yazdığı mektupla birlikte aslında yaşadığı hayatın içinde küçük yaşta kaybettiği babasına ilişkin çarpıcı gerçekleri öğrenir ve hastalığı yeniden nükseder. Zaman Bey'in çalışmalara son verme ve uzun bir yolculuğa çıkma fikrini bu kez Ada değiştirir ve önümüzdeki sezon devam edecek bir finalle birlikte dizi sona erer.
Buraya kadar dizinin içerisinde olup bitenleri olduğu gibi aktarma yoluna gittim şimdi ise olanlara dair düşüncelerimi sıralamaya başlıyorum. Öncelikle son yıllarda ülkemizde psikoloji ve onunla ortaya çıkan başta kişisel gelişim anlayışına dair etkilerin dizilerde de karşılık bulduğu bir dönemden geçmekteyiz. Televizyon ekranlarındaki başta Gülseren Buğdaycıoğlu'nun kitaplarından üretilen diziler olmak üzere, bu alan bir hayli mümbit diyebiliriz. Fakat burada sonda söyleyeceğim hususu en başta dile getirmenin belki de tam sırasıdır. Bu ve benzeri bütün dizilerin var olan bütün bu eşitsizlikler ve adaletsizlikler karşısında önümüze çözüm adı altında koyduğu şeyin tam anlamıyla bir kandırmaca olduğu gerçeğini yüksek sesle haykırmak durumundayız. Altı yıl önce yazdığım satırlarda şu cümleleri kullanmıştım:
Kişiliğimizin üzerinde geçmişten getirmiş olduğumuz defolarımız gizli. Ne kadar parlatmaya uğraşırsak uğraşalım, gerçek bir yerden gözümüze doğru fışkırıveriyor. Geçmiş elbette bugünü anlamak ve yarını anlamlandırabilmemiz açısından önem arz etmekte. Ancak bugün olup bitenler konusunda bütün sorumluluğu geçmişte olan bitenlere atfetmenin hem kolaycılık hem de aslında bir nevi sorumluluktan kaçış olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Bugün yaşadıklarımız hususunda bu bakış açısının bizi kolaylıkla kaderci bir anlayışa mahkûm etmesi ve buradan çıkış için de bu bakış açısıyla yine belirli kalıpların içerisine sokması kaçınılmaz olmaktadır. Kader ile sorumluluk arasında sıkışan ülke bireylerimiz açısından bu durum aslında tam da kolayca sahiplendikleri sorumluluğu başkalarına atma hususunu daha da güçlendirici bir etkide bulunmaktadır.
Dizide öne çıkan bir diğer hususun akıl ve bilim karşısında alternatif yöntemlerin parlatılması durumu olduğudur. Bu iki alanın birbirinden tamamen ayrı olmadığı gerçeğini göz ardı etmeden fakat dünyada yükselen alternatif bakış açısı ve oradan beslenen diğer inanış biçimlerini de iyi analiz etmek zorundayız. Çünkü bu noktada yapılacak hataların bizi bir anda bambaşka bir noktaya savurabilmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Çok ince bir çizgi söz konusu ve bu çizgi içerisinde yukarıda belirtmiş olduğum kader ile sorumluluk arasındaki insan tipolojimize bakıldığında bizdeki durumun tamamen kaderden yana savrulabileceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok!
Yine dizinin içerisinde sal gitsin, anı yaşamak, why not coconout gibi carpe diem öğretisinin alttan alta verildiği bir bakış açısını da fazlasıyla görmekteyiz. Hayat kısa narlar çürüyor cümlesi eşliğinde Fiko'nun Sevgi'ye evlilik teklifinde bulunduğu sahne bu durumu net bir biçimde gözler önüne seriyor. Öte yandan üç kız arkadaşın rahatlıkla İstanbul'dan Ayvalık'a gidip gelmeleri, hayatlarını kolaylıkla sürdürebilme potansiyellerine sahip olmaları vb. gibi pek çok hususu da göz ardı etmemek durumumdayız. Bir nevi orta ve üst sınıf rahatlığıyla yaşanan hayatlar ve o hayatlara dair gidip gelmeler söz konusu. Rakı Balık Ayvalık üçlemesinden tutun da hayatın büyük oranda belirli bir sosyal çevre içerisinde akıp gitmekte olduğu bir dizi var karşımızda.
Bu dizide bize aktarılan en net düşünce ise bütün yaşadıklarımızın kökeninde sadece bizim değil bizden önceki atalarımızın da etkisi olabileceği gerçeği. Zaman Bey'in Ada ile yaptığı konuşmada kendi büyükannesinin İran'dan çıkmış olduğu yolculuk sonrasında Ayvalık'ta kök salması ve orada yetiştirdiği Zeytin Ağaçları ile geleceğe yani Zaman Bey'e uzanan bir çizgiye ulaşması ortaya konuluyor. Burada istenilen bizim ondan ne alıp ne almayacağımız düşüncesi.
Keyifle izlenilen ve hoş görüntülerin olduğu bir dizi var karşımızda oyunculuklar konusunda aynı şeyleri söyleyemeyeceğimi belirtmek durumundayım. Öte yandan dizinin bu ülke insanın bir anlamda hassas karnı olarak niteleyebileceğimiz aile efradına dokunuyor olması ise önem taşıyor. Aile denilen kurumla kurmuş olduğumuz ilişkinin sıkıntılı olduğunu ve bu kurumla olan bağlarımızı bir türlü çözemediğimiz için de sürekli olarak problemler yaşamaya devam ettiğimizi bir anlamda bizim önümüze koymuş oluyor.
Hayat denilen koşuşturma içerisinde yapıp ettiklerimizin yarattığı etkileri ve geçmişten getirdiklerimizi birleştirme noktasında dizi izlenir bir nitelik arz ediyor. Buna karşın bütün olup bitenlerin çözümünün geçmişte olduğu noktasında ise bugünü ve bugün yaşananları devre dışı bırakmak suretiyle, kişilerin sorumluluk almaları ve net bir yapı ortaya koymalarının önüne geçiyor.
Hayat karmaşık bir süreç ve bu sürecin içerisinde hepimiz açısından başta ailelerimizden getirdiklerimiz olmak üzere pek çok noktanın büyük etkileri bulunabiliyor. Hatta sevgili hocam Prof. Dr. Nilgün Çelebi geçtiğimiz günlerde Bourdieu'nun Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Sermaye kavramlarına ek olarak Psikolojik Sermaye nitelemesinde bulunmuştu. Bu açıdan bu noktayı da göz ardı etmemeliyiz ancak bütün olup biteni de geçmişe yüklemek suretiyle temize çıkmamalıyız. Yapıp ettiklerimizin sorumluluğunu taşımayı bilmeli ve geçmişten getirdiklerimizi geleceğe en iyi şekilde aktarmak suretiyle bu dünyadaki yolculuğumuzu en iyi şekilde tamamlayacak adımları korkmadan ve sonuna kadar atabilmeliyiz. Asıl olanın hayat olduğunu ve hepimizin bu yolculukta geçici olduğun bilerek yola devam edebilmek dileğiyle.