2020 yılını geride bırakmaya çok az bir zamanımız kaldı ve bu yıl hepimiz açısından kolay kolay hatırlanmak istenmeyecek bir yıl olarak hafızalarımızdaki yerini alacak gibi duruyor. Öte yandan bitmeye yakın yine kadına yönelik şiddet haberleri ile sarsıldık üstelik bir günde üç farklı kentimizden gelen ölüm haberleri ciğerlerimizi yaktı! Yıllar hızla akıp gidiyor fakat her geçen yılın ülkemizde kadınların yok edilmesi açısından bıraktığı izler büyüyerek sürüyor. Üç can daha sevdiklerinden alındı ve üstelik bu canları alanlar da onları sevdiklerini iddia edenler! Bu öylesine tuhaf bir sevgi ki, kültürel kodlarımıza küçük yaşlarda ilmek ilmek işlenen ve hafızalara zerk olunan "ya benimsin ya toprağın" anlayışından başka bir olasılığa izin dahi vermiyor. Hayatı kendisine zehir ederken, en sevdiği olarak gördüğünü yok edebilmeyi erkeklik olarak addediyor. Sadece bu yıl içerisinde eş, eski eş, sevgili, eski sevgili, baba, oğul ve yakın akrabası olana erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 381'e ulaşmış. Her defasında aynı sözleri konuşmaktan ve aynı acıları yeniden yaşamaktan hiç ama hiç sıkılmayan bir ülke haline dönüştük.
Fotoğraf: Hakan Bintepe
Gelin bu kısır döngünün eski sayfalarından birkaç örneği yeniden hatırlayalım. Yine bir Aralık ayının son günlerinde tam on yıl önce gazetelere morarmış gözleri ile çekilmiş fotoğrafları yansıyan, gittiği tüm yetkili mercilere kocasının kendisini öldüreceğini belirttiği halde korunamayan Ayşe Paşalı'yı hatırlıyor musunuz? Ayşe Paşalı eşinin şiddetine uğramıştı ve İbrahim Yetkin "pişman olduğunu" beyan ederek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Tehditler karşısında yapılan suç duyuruları herhangi bir sonuç vermemiş ve koruma talebi geri çevrilen Ayşe Paşalı, göz göre göre öldürülmüştü. 7 Ekim 2011 Manisa'da boşandığı eşi tarafından öldürülen Şefika Etik ismini kaçımız anımsıyor acaba? Hani dönemin yazılı gazetelerinden bir tanesi banyoda eşi tarafından sırtından bıçaklanan Şefika Etik'in cansız bedenine saplanan bıçakla beraber üstelik sansürlemeden fotoğrafını belki ibret alırlar diye yayınlamıştı! Hatırlatınız mı? Eşine on dokuz yıl boyunca şiddet uygulayan İbrahim Etik'ten kaçıp sığınma evine yerleşen Şefika Etik, konuşma bahanesiyle eve kapatılmış ve öldürülmüştü. Eşini öldüren İbrahim Etik ise "İhanete uğradım bıçakladım" sözlerinin arkasına sığınıyor ve öldürmenin yanı sıra eşinin bulunduğu evi yakmayı da ihmal etmiyordu.
Yıllar içerisinde her biri sadece birer rakam olmayan yüzlerce kadın katledildiler. Bazılarının isimlerini sadece canlarına kıyıldığı gün verilen haberlerde duyabildik ne yazık ki oysa Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Ceren Damar, Şule Çet, Emine Bulut, Pınar Gültekin, Zeynep Şenpınar'ın isimleri yaşananlarla birlikte çok daha fazla kamuoyunu meşgul etti. Bugün hayattan koparılan üç isimden bir tanesi olan öğretim üyesi meslektaşım Aylin Sözer de tıpkı yazdığım bu isimlerin arasına eklenecek. Kendisi hunharca Kemal A. tarafından katledildikten sonra yakılmak suretiyle aramızdan çalındı. Çocuğundan koparıldı, öğrencilerinden, sevenlerinden uzaklaştırıldı artık onsuz bir hayatı yaşamak zorunda bırakıldılar. Tıpkı isimlerini saydığım ve bu yazı boyunca sayamadığım yüzlercesi de benzer şekilde aramızdan çeşitli bahaneler gerekçe gösterilerek alındılar! Katiller aynı zihinsel yapının ürünü olarak aramızda dolaşmayı sürdürüyorlar. İnsana düşmanlar, sevgiye düşmanlar, güzel olan her şeye düşmanlar ve hepsinin ötesinde kendilerinden başka hiç kimsenin yaşam hakkı olmasına da tahammül edemiyorlar. Ellerinde baştan sona sakat bir zihinsel kurgu ile oluşturulan çarpık bir erkeklik imgesi var ve işin ilginç yanı erkekliği, adamlığı sadece şiddetle ispatlayabileceklerini sanacak kadar da zavallılar!
Bu ülkenin sınırları içerisinde bir kadın yakılarak katledildi ve ne yazık ki sosyal medyanın etkisi ile çok büyük bir ihtimalle onu katleden kişi, ömür boyu hapis cezası alacak. Peki geride kalanlar ne olacak? Yukarıda saydığım isimlerin çocukları, ana-babaları, kardeşleri açısından yaşamın nasıl sürdüğünü bir de onlara sorun bakalım. Annelerini katleden ve kendilerinin babası olan kişinin hapiste olduğu o çocukların hayatlarındaki travmaları nasıl yok edebilirsiniz? Kadın cinayetlerini normalleştirme eğilimi içerisine girdiğimiz her gün biraz daha fazla kadının öldürülmesinin önünü açacak bir anlayışı beslemekte olduğumuz gerçeğini unutmamalıyız.
Kadını ötekileştiren ve erkeğin arkasına yerleştiren bakış açısı ile kadınlar öldürülmeye, tecavüze uğramayan ve örselenmeye devam ediliyorlar. Geldiğimiz noktada ayrışmadan, kadın-erkek ayrımı yapmadan kadın cinayetlerinin sonlandırılması için sesimizi yükseltmeliyiz. Kadınları öldürenleri çoğu zaman biliyoruz, kanun önüne çıkartıyoruz ancak asıl suçlu olan erkek egemen zihniyet kalıplarını ortadan kaldırmadığımız müddetçe, sadece geçici etkide bulunabiliriz. Başta hukuksal nosyonumuz olmak üzere, gündelik hayatımızın işleyiş kalıplarında topyekûn bir dönüşüme gereksinim duymaktayız.
Ahlakın ve değerlerin içini boşalttıkça kadınların öldürülmeleri de hızlanıyor. Kadınlar öldürülüyor ve oluşturulan hafifletici gerekçelerle ölümlerin ağırlığı azaltılıyor. Vicdan yoksunu bir toplum olmaya doğru hızla ilerlerken kadın cinayetleri aslında hepimizin yaşantılarında ne kadar tutarlı olduğumuzu da bir tokat gibi yüzlerimize çarpmaya devam ediyorlar. Riyakarlık bulaşıcıdır ve gerçeğin üzerini gizlemeye yararken, bunu yapanları da başka birisi haline dönüştürür.
Ülke olarak hepimiz kadın cinayetleri konusunda söylediklerinin tam tersini yapmayı adet haline dönüştüren bir toplum haline geldik. Bu ise tüm toplumsal değerlerin çürümesinin önünün ardına kadar açılmasına olanak sağlayabilecek bir ortamın içinde olduğumuzu göstermektedir. Eğer kadın cinayetlerinin önüne geçemezsek, hızla tüm değerlerimizi yitirmeye ve birbirimizi yemeye devam edeceğiz demektir! Hiçbir şey öldürülme gerekçesi olarak kullanılamaz ve hiçbir davranış biçimi öldürmeyi hafifletebilecek bir şekle büründürülemez. Hiçbir kadının ölümü karşısında üretilen mazeretlerin bahanesi olamaz, bu mazeretlere sığınanların, yaşamakta olduğumuz cinayetlerde pay sahibi olduklarını göz ardı etmemeliyiz. Tetiği çeken, evi ateşe verenler kadar onların bütün bu yaptıklarını onaylayanlar da öldürülen canlardan mesuldürler.
Kadına yönelik şiddeti maruz görecek her türlü yaklaşıma karşı hukuksal yaptırımları güçlendirebilir ve iyi hâl denilen tuhaflığı burada ortadan kaldırabiliriz. Kadın cinayetlerinin haberleştirme tarzında halen var olan mağduru afişe eden dili ortadan kaldırabilir ve tam tersine suçluyu afişe edecek olan bir yaklaşımı öne çıkartabiliriz. Her alanda olduğu gibi burada da yaşanmış öyküleri daha fazla öne çekerek, farklı deneyimleri kitleler ile buluşturacak televizyon programları hazırlayabiliriz. Şiddetin nereden gelirse gelsin ve hangi çeşidi olursa olsun başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere hepimize yönelik bir tehdit olduğu gerçeğini, toplumun kanaat önderleri aracılığıyla kitlelerle buluşturmalıyız. Kadının olmadığı yerde erkeğin de eksik olacağını, kadınların toplumsal hayatın olmazsa olmazları olduklarını tüm gücümüzle haykırmalıyız. Kadına karşı şiddete karşı hep birlikte dur demenin zamanı geldi, geçmesine müsaade etmeyelim!
Hayat, her türlü blöfe rest çekebilecek kadar derin, anlamlı ve karşıtlıkların bir arada yaşanabildiği bir zaman dilimidir. Bunu ne hiç kimsenin bir diğerinin elinden almaya hakkı vardır ne de yapılanları mazur gösterebilecek herhangi bir terazi mevcuttur. Bırakın insanlar istedikleri gibi yaşayabilsinler ve hayallerinin peşinden koşabilecek kadar yeryüzünde ben de varım diyebilsinler. Bizler ne yargılama ne de olan biten üzerinden karar verebilme hakkına sahip değiliz. Herkesin hesabı ve yaşam tarzı kendisini bağladığı müddetçe, yaptıklarının ve de yapmadıklarının da sorumlusu yine ve sadece kendisidir.
2021 yılının hepimiz için umutlu, sağlıklı, huzur ve barış dolu günler getirmesi dileğiyle.