Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk liselerde önümüzdeki yıllarda devreye girecek olan yeni eğitim modelini açıkladı. Bu yeni modele göre öğrencilerimizi, HEY(Hayal, Etkinlik, Yaşam) adı altında ders sayılarından başlayarak pek çok yeniliğin beklediğini böylece öğrenmiş olduk. Önce var olan tabloyu bir özetlemek belki de yaşanabilecek olan gelişmelere ilişkin bazı ipuçlarını da bizlere sunacağı için yarar sağlayacaktır. AKP iktidarı içerisinde geçen yaklaşık on yedi yıl boyunca üzerinde en fazla oynanan alanın eğitim olduğunu ve her atanan yeni milli eğitim bakanı ile birlikte ‘devrim’ adı verilen uygulamaların dolaşıma sokulduğuna tanıklık ettik. Buna karşın ne yazık ki bir türlü istenilen devrim gerçekleşmedi ve ülkemizin eğitim sistemi dünya ile rekabet edebilecek bir seviyeye ulaşamadı.
Eğitimin ideolojik bir alan olması ve bu alana yapılan aktarımların kısa vadeden ziyade asıl etkisini uzun vade içerisinde ortaya çıkarabileceği gerçeği, bu hayati konunun neden önemsenmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. İlkokuldan başlayarak lise son sınıfa kadar on iki yıl boyunca çocuklarımızı, gençlerimizi uzun saatler boyunca okulda tutmayı hedefliyoruz. Ve ne yazık ki bu okulda tutma politikası, söz konusu olan bu kitleye keyifli bir öğrenim hayatı ile birlikte onları sağlıklı bir geleceğe taşıyabilecek donanıma ulaştıramıyor! Çünkü ister devlet okullarında isterse de özel okullarda olsun var olan ağır müfredat nedeniyle bu çocuklar, haftada 40 saat boyunca okullarda tutuluyorlar. Ne yazık ki bu tutulma süresi içerisinde dersin yanı sıra bir takım eğitsel aktiviteler adı altında zaman geçirmeye mecbur bırakılıyorlar.
Son derece kötü hazırlanmış kitaplarla birlikte geleceğe hazırlamayı düşündüğümüz bu çocukların kafalarını belki de bir daha hiç kullanmayacakları bilgilerle doldurmak zorunda bırakıyoruz. Bu satırların yazarı olarak benim de on beş yaşında onuncu sınıfa giden bir oğlum olduğunu ve onun kitaplarını elime aldığımda irkildiğimi belirtmek durumundayım. En son Pazar günü tarih sınavı için sorulara baktığımda söz konusu tarih kitabının, bir çocuğa tarihi sevdirmek dışında her işe yarayabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Uzun zaman dilimleri içerisinde okulda tutulan bu kitlenin, zihinsel alışkanlıklarının yanı sıra okulla kurdukları bağlantının da değiştiği gerçeğini hala idrak edebilmiş değiliz. Çocuklarımızı tıpkı yıllar öncesinde bizlere ve bizden sonraki diğer kuşaklara yapıldığı gibi sınıf içerisinde bir örnek sistemin içerisine sokarak adeta tornadan geçirmeye devam ediyoruz.
Sayın Bakanın açıklamaları geleceğe ilişkin farklı bir perspektif çizmek istenildiği noktasında bulunuyor. Buna karşın örneğin ders sayısını azaltılmasına rağmen toplam haftalık ders saatinin değişmediği gerçeği bizi yeniden karşılayıveriyor. Bir diğer dikkat çekici husus burada beş saatin HEY temasına ayrılacak olması. Baştan oyun bozanlık yapmış gibi olmayayım ancak okul hayatım boyunca ve sonradan gelen zaman dilimleri içerisinde gördüğüm en net uygulama böylesi belirtilen saatlerin, çoğunlukla okul yönetiminin inisiyatifi ile farklı derslerle doldurulması olmuştur. Buradaki bir diğer sıkıntı ise söz konusu olarak belirtilen bu zaman diliminde hangi öğretmenlerin görev alacağı sorusudur.
İlkokuldan başlayarak lise son aşamasına kadar toplamda yirmi milyonluk bir kitleden söz ettiğimizi bir kez daha hatırladığımız takdirde tüm ülkeyi çok yakından ilgilendirmekte olan değişikliklerle karşı karşıya olduğumuzu rahatça söyleyebiliriz. Buna karşın her nedense bu tarz tüm ülkeyi ilgilendiren ve geleceğimizi şekillendirecek olan değişiklikler konusunda toplumsal bir mutabakatın sağlanması gibi bir anlayışın devreye sokulmuyor olması da ayrı bir sıkıntı kaynağıdır. Çünkü farklı görüşlerin söyleyebileceği ve önereceklerinin de dikkate alınması çok daha yararlı olacaktır.
Öte yandan iktidarı ve iktidarın uygulamalarını eleştirirken toplumun farklı katmanlarında görev alan meslek erbaplarının kendi alanlarına ilişkin geleceğe dönük neler yapılması gerektiğine ilişkin çalışmalarının bulunmuyor veyahut az sayıda bulunuyor olması da büyük bir handikaptır. Siyasetin ayrıştırıcı dili ve gerginleşen yapısı nedeniyle ortaya konulması düşünülen her türlü yeniliğin bu açıdan damgalanıyor olması da ülkemizin bir diğer önemli kanayan yarasıdır. Bir başka ifadeyle ülke insanları olarak bir araya gelerek birlikte ortak bir konsensüs içerisinde ülkenin geleceğini ilgilendiren hususlarda buluşamıyoruz. Yapılanları ve yapılması düşünülenleri kısa yoldan eleştirmek suretiyle taraf olma yolunu tercih ediyoruz.
Bakanımızın açıkladığı derslerle ilgili olarak söyleyebileceğim en net ifade Türk Dili ve Edebiyatının zorunlu tutulmasının anlaşılır olmasına karşın Fizik, Kimya, Biyoloji derslerinin Fen Bilimleri Grubu altında; Tarih, Coğrafya, Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe ve Mantığın ise Sosyal ve Beşeri Bilimler Grubu altında toplanmasıdır. Benzer biçimde yabancı dil dersleri de Yabancı Dil Grubu içerisinde seçmeli hale dönüştürülmüştür. Matematik için de aynı tarz bir uygulama yapıldığı ileri sürülmüş buna karşın sayın bakan sosyal medya hesabından bunun doğru olmadığını belirtmiştir. Burada Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin bütün sınıflarda tıpkı Türk Dili ve Edebiyatı gibi zorunlu olduğunu da hatırlatalım. Buna karşın belirtilen ders gruplarından öğrenciler bir ders seçecekler. Yani Tarih, Felsefe, Mantık, Psikoloji, Sosyoloji, Coğrafya görmeden mezun da olabilecekler. Benzer bir durum Beden Eğitimi, Müzik ve Resim dersleri için de geçerli.
Bu yeni derslerin uygulanmasının 2020-2021 öğrenim yılında başlayacağını ve bu zamana kadar ne gibi düzenlemelerin yapılabileceğinin daha da netleşebileceğini de belirtelim. Gelelim yazının başlığı kısmına Beden Eğitimi derslerinin seçmeli hale dönüştürülmesi meselesine. Yirmi milyonluk okullu kitleniz elinizde bulunmasına karşın bu kitleyi sportif etkinlikler ile buluşturabilecek atılımları hayata geçiremediğiniz için ne yazık ki 80 milyonluk ülkenin sporcu potansiyeli hiç de olmaması gereken bir çizginin ötesine geçemiyor. Şimdi bu büyük sorunun üzerine bir de okul süresi boyunca belki de hiç fiziksel antrenman yapabilme ve sporu bir hayat tarzı olarak öğrenebilme potansiyelinden mahrum kalacak olan büyük bir kitle ile karşı karşıya bırakılıyoruz.
Okul döneminde sporla karşılaşmayan ve sporun bir hayat tarzı olduğunu öğrenemeyen kişilerin, hayatlarının ilerleyen evrelerinde spor yapma ihtimali çok ama çok düşük oranlarda kalmaya mahkûmdur. Hızla gelişen teknolojinin yarattığı hareketsizlik ve yanlış beslenme ile birlikte hayatlarımızı giderek daha fazla tehdit eden obezite ile birlikte oluşan pek çok hastalık-ki başta kalp, şeker, tansiyon vd.- açısından önümüzdeki dönem ülkemizi çok daha sıkıntılı bir süreç bekleyecektir. Ağacı yaşken eğmek yerine onun hızla içten çürümesine yol açacak eko sistemlerin oluşmasına bu vesile ile ortam sağlamış olacağız. Bu noktada çocukları, gençleri kaybetmek geleceği kaybetmek anlamına gelecektir.
Bunun için ise ilk olarak toplumsal kuralların, aidiyet hissinin, ekip çalışmasının öğretildiği, kişilik ve karakter yapılarının oluşturulmasına katkıda bulunan sportif etkinliklerin seçmeli değil zorunlu bir biçimde müfredat içerisinde olması icap etmektedir. İkinci olarak çocuklarımızın, gençlerimizin içlerindeki enerjilerini dışarı atmalarında en etkili alan olan sporu, mutlak surette devreye sokmak zorundayız. Aksi halde bunun yaratacağı etkilerin çok daha farklı boyutlarda toplumsal hayata şiddet olarak geri döneceği gerçeğini unutmamalıyız. Spor yapma beraberinde alkol, sigara, uyuşturucu gibi bağımlılık verici maddelerden uzak durmanın da anahtarlarındandır. Bu açıdan beden eğitimi dersleri aracılığıyla ne kadar çok kişiye dokunabilirsek o kadar çok sayıda bu tip alışkanlıklardan uzak kalmaya katkıda bulunabiliriz.
Bir diğer önemli husus hareket etme ve zinde kalmanın bir ömür boyu sürmesi gerektiği fikrinin daha küçük yaşlardan itibaren bu kitleye öğretilmesi gerektiğidir. Beden eğitimi derslerini klasik boş geçen ders formatından kurtarmak suretiyle asıl işlevine döndürmenin tam sırasıdır. Burada farklı spor dallarının öğretildiği, sporcu taramalarının gerçekleştirildiği ve bu büyük kitlenin her daim sporun içerisinde tutulmak suretiyle geleceğe hazırlandığı bir dinamiği hayata geçirmeliyiz. Böylece hem ülkemizi uluslararası alanda temsil edecek olan sporcu havuzumuzu genişletebilir hem de daha sağlıklı bir neslin oluşmasına katkıda bulunabiliriz. Spor yapan kuşaklar Fair-Play duygusunu, rakibe saygı duymayı ve ötekinin haklarının önemini çok daha erken yaşlarda kavramaya başlarlar. Bu yüzden Beden Eğitimi dersleri gibi hayati bir alanı seçmeli hale dönüştürmek büyük bir boşluğun oluşmasına yol açacaktır.
Rahmetli sevgili dostum Cem Can’ın sözleriyle bitireyim: ‘Sporda Kullanılan Fiziksel Beceriler Bir Gün Yok Olup Gider Ancak Karakter Yapıları, Varlıklarını Ömür Boyu Sürdürürler’.