Ahmet Talimciler

09 Ocak 2021

Uzaktan eğitimin ölçül(eme)mesi  

Yukarıdaki tabloda dikkat çekici olan internet erişimi yüzünden sınavlarda sıkıntı yaşadığını belirtenlerin oranının yüzde 34.6 gibi bir hayli yüksek bir rakam olması. Yani her üç kişiden birisi sınavlarda sorun yaşıyor. Yani kopya çekme sorunundan çok daha yakıcı bir biçimde önümüzde daha sınava sağlıklı bir biçimde ulaşamayan bir kitlenin bulunmakta olduğu gerçeği yer alıyor

Önümüzdeki Mart ayı itibariyle uzaktan eğitim sistemiyle olan ilişkimiz bir yılı dolduracak ve bu süre zarfında gerek öğrenciler gerekse de onların öğretmenleri, öğretim üyeleri gerçekten son derece zorlu bir süreç yaşadılar. Her şeyden önce toplumsal hayatın diğer bütün alanlarında olduğu gibi eğitim alanında da toplumsal eşitsizlikler çok daha görünür bir pozisyona erişmiş oldu. Devlet okulları ile özel okullarda eğitim gören öğrenciler arasında hem okula gitme hem de okula gitmediği zaman dilimleri içerisinde uzaktan derse girme anlamında büyük farklılıklar oluştu. Her ne kadar bu farklılıklar ve ayrımlar dile getirilmese bile durumun böyle olduğu, gayet iyi biliniyor. EBA sisteminin sık sık çökmesinin yanı sıra öğrencilerin düzenli olarak ders görmeleri kadar görmekte oldukları derslerin değerlendirilmesi meselesi de ayrı bir sorun olarak önümüzde durmaya devam ediyor.

Burada öğrencilerimizin özellikle de sekizinci ve on ikinci sınıflarda eğitim hayatlarını sürdürmekte olanların durumunun biraz daha farklı olduğunu belirtmek durumundayım. Çünkü söz konusu öğrenciler aynı zamanda öğrenim yılının sonunda yapılacak olan lise giriş sınavları ve üniversite sınavları ile geleceklerini şekillendirmeye çalışacaklar. Fakat bu öğrencilerin son bir yıldır yaşamakta oldukları gerilim ve eğitim sorunları ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, onların sınavlarında etkili olacak. Yani yaşamakta olduğumuz pandemi sürecinin özellikle sınava girecek olan bu öğrenci kitlesi üzerinde büyük bir gelecek kaygısını da beraberinde getirmekte olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Bu durumu üniversite sınavına girecek öğrencilerden bir tanesi olan oğlum aracılığıyla bizzat deneyimliyorum. Belirsizliğin böylesine büyük bir şekilde etkide bulunduğu bir dönemde okulla kurulan bağlantı kadar derslerin veriliş tarzı ve buradan üniversite sınavlarına odaklanabilmek o kadar da kolay bir durum değil.

Pandemi süreci aslında eğitim alanında yaşadığımız sıkıntıların bir anlamda gözler önüne serilmesine de vesile olmuş oldu. Bu durum gerek ilköğretim ve lise sürecinde gerekse de üniversite düzeyinde artık fazlasıyla hissediliyor. On iki yıl boyunca farklı derslerden bilgi yüklemesi yapmaktan başka bir şeyi başaramadığımız bir eğitim sistemi ile bu çocukları üniversite sınavlarına sokuyoruz. Ardından bu sınavdan aldıkları puanlar üzerinden geleceklerini şekillendirdiğimizi zannediyoruz. Buna karşın üniversitede okuyan ve oraya girmeye çalışanlarla birlikte sayıları giderek artan bir nüfusun işsizliğinin ötelemekten başka bir şeyi gerçekleştirmiş olmuyoruz. İşte bu yeni dönem bir anlamda yaldızın döküldüğünün de resmi olarak okunabilir. Çünkü hayata hazırlamayı beceremediğimiz çocuklarımızı, gençlerimizi bu kez teknoloji ile yaşadığımız imtihan üzerinden bir kez daha kaybediyoruz. Ve işin ilginç kısmı burada da yine sınıfsal bir durum kendisini iliklerimize dek hissettiriyor. Çünkü yapılan çalışmaların göstermiş olduğu gibi ülkemizdeki evlerde bilgisayar sahibi olmayan ve internete erişemeyen bir kitlenin varlığı dikkat çekiyor. Ayrıca yerlere göklere sığdırılamayan internet erişim düzeyimiz de özellikle sınavlarda öğrencilerin başını ağrıtmaya devam ediyor. Benzer sıkıntı derslere girmede ve derslere devam etme konusunda da yaşanıyor.

Sınav denilince ise özellikle üniversiteler arasında devlet ve vakıf üniversiteleri olmak üzere müthiş bir ayrım yaşandığı dikkatlerden kaçmıyor. Zaten biraz sosyal medyayı takip ettiğinizde sık sık vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin, okul yönetimlerinin sınavların yapılması hususunda kendilerine dayatılmaya çalışılan uygulamaları protesto ettiklerini görüyorsunuz. Hatta bu durum sadece burada kalmıyor zaman zaman bazı okullarda öğretim üyeleri ile öğrenciler arasındaki tartışmaların yine bu mecraya yansıması sonrasında kamuoyunun önüne de taşınabiliyor. Birkaç gün önce Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hukuk fakültesinde bir öğretim üyesinin öğrenciler hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle okul yönetimi açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Bilkent Üniversitesi sınavlarda kopya çekmeyi önleyebilmek için on bir bin öğrencisine birer ayna göndermek suretiyle kameranın açılmasını ve ayna sistemi ile kopya çekmenin önüne geçmeyi amaçlamıştı. Yine aynı üniversitenin öğrencilerine kopyaya karşı yemin metni hazırladığı da yine haberlere konu olmuştu.

Söz konusu kopya girişimlerine karşı özellikle vakıf üniversitelerinin bazılarının öğrencilerini sıkça kamera açmaya zorladığı gerçeği. Eğer öğrenciler kamera açmazlarsa sınavlara alınamayacaklarıyla veya kendilerine not verilmeyeceği gibi ifadelerle var olan durumu kabul etmeleri konusunda uyarılıyorlar. Hatta bazılarında söz konusu kayıtların Yüksek Öğrenim Kurumuna gönderildiği için kamera açmanın zorunlu olduğunu belirtenler bile bulunduğunu bizzat öğrenciler dile getiriyorlar. İşin ilginç yanı ise öğrencilerden kamera açmayı talep eden ve onları bu şekilde disiplin altına almak suretiyle eğitim sürecini mükemmelleştirdiğini zannedenlerin bizatihi kendilerinin sınav esnasında sigara içmek gibi eylemleri yerine getirebilmeleri.

ODTÜ'de pandemi sürecinde eğitime ilişkin gerçekleştirilen bir araştırmanın bulguları bu açıdan önemli ipuçlarını içeriyor. Üniversitenin farklı bölümlerinde yer alan dört bin beş yüzden fazla öğrenciyle gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları var karşımızda.

Yukarıdaki tabloda dikkat çekici olan internet erişimi yüzünden sınavlarda sıkıntı yaşadığını belirtenlerin oranının yüzde 34.6 gibi bir hayli yüksek bir rakam olması. Yani her üç kişiden birisi sınavlarda sorun yaşıyor. Yani kopya çekme sorunundan çok daha yakıcı bir biçimde önümüzde daha sınava sağlıklı bir biçimde ulaşamayan bir kitlenin bulunmakta olduğu gerçeği yer alıyor. Araştırmada uzaktan eğitimin kalitesine öğrencilerin verdikleri yanıtlarda hepimizin üzerinde durması gereken noktaları gözler önüne seriyor. yüzde 1'den az öğrenci çok iyi yanıtını veriyor. yüzde 7 kadarlık bir kısım da iyi olduğunu belirtmekte. Buna karşın yüzde 30'u orta olduğu kanaatindeyken, geri kalan yüzde 62'lik kısım eğitimin kötü olduğunu düşünüyor ki bunların yüzde 40'ı kötü, yüzde 22'si ise çok kötü olduğunu belirtiyorlar.

Buradaki bir diğer önemli tablo çevrim içi dönemde yapılan derslerin yaratmış olduğu yükün normal dönemde yapılanlardan çok daha fazla olduğuna ilişkin olan rakamlarda kendisini gösteriyor. Öğrencilerin yüzde 79'u daha yoğun bir süreçten geçtiklerini beyan ediyorlar. Gerçekten de uzaktan yapılan eğitim süreci hem öğrenciler açısından hem de onlara dersleri anlatan öğretmenleri/öğretim üyeleri açısından çok daha yorucu bir temponun yaşanmasına neden oldu. Çünkü alışkın olduğunuz tarzın dışında bir biçimde ders dinleme ve ders anlatma ile karşı karşıya kaldık. Bu durum sınıf ortamı içerisindeki yılların getirdiği deneyimlerden çok daha farklı bir durumu karşımıza çıkarıverdi. Artık büyük bir çoğunluğumuz ders anlatırken öğrencilerimizi göremiyoruz ve bizler ders anlattığımız esnada öğrencilerimizin ne kadar derslere konsantre olup olmadığının farkında değiliz. Benzer süreç anlatılanların ne ölçüde karşılık bulduğunu anlamaya geldiğinde ise çok daha sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Uzaktan yapılan sınavların kopya ile sonuçlanmaması adına birtakım tedbirlerin alınmasına çalışılıyor fakat asıl önemle üzerinde durulması gerekenin sınavlardan çok daha fazlası olduğu gerçeği ise yine ıskalanıyor.

Üniversite aşamasındaki öğrencilere hakaret edilmesi, tehditlerde bulunulması gibi yaklaşımlar bir kez daha içinde bulunduğumuz sistemin acilen gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyan emarelerdir. Üniversite gerek lisans düzeyinde gerekse de lisansüstü aşamalarda ne öğretim üyelerinin kaprislerinin gerçekleştirilme mekanlarıdır ne de akademi adı altında asıl işlevinden uzaklaşmanın normal kabul edilebileceği yerlerdir. Tam aksine özgürlükler kadar akademik teamüllerin ve geleneğin de muhafaza edilmesi gereken kurumlardır. Bu amaçla tamamen kişiselleştirilen ve birer adacığa dönüştürülen anabilim dalları başkanlıkları adı altında düzenlenen yüksek lisans, doktora sınavları ile araştırma görevliliği alımlarındaki tuhaflıkları da görmezden gelmemeliyiz. Örneğin iletişim alanında yapılan bir doktora alım sınavında "empatinin nörobiyolojik temellerini" anlatınız gibi son derece belirsiz ve ucu açık sorular sorabilmeyi de tıpkı rektörlerin atama ile gelmesinde olduğu gibi tartışabilmeliyiz. Akademi dokunulmaz değil tam aksine dokunulan ve hissedilen bir kurum olarak varlığını sürdürdüğünde gerçek anlamda işlevlerini yerine getirebilecek alanları açabilecektir. Aksi her durumda yapılacak olanlar sadece günü kurtarmaktan öteye geçmeyecektir ki yaşadığımız dönem tam da bunu bir kez daha gözler önüne serdi.



* https://alpkeles99.medium.com/odtyüzde C3yüzde BCde-uzaktan-eyüzde C4yüzde 9Fitim-dyüzde C3yüzde B6nemi-nasyüzde C4yüzde B1l-geyüzde C3yüzde A7iyor-1dd5c809aaea