Ahmet Talimciler

11 Eylül 2021

Sosyologların istihdam mücadelesi

Özlük haklarına ilişkin katsayı problemlerinin çözülmesi veyahut belirli alanlarda istihdam önceliklerinin açılması sosyologların yaşadığı sorunların kökten çözümlenmesi anlamına gelmeyecektir. Bunlar çok önemli kazanımlar olacak ve mesleğe atılmak isteyenlerin gözünde değer kazanacaklardır ancak atılması gereken çok daha kapsamlı adımlara ihtiyaç vardır

Sosyologların mücadele platformu tarafından hazırlanan sosyologların istihdam sorunları başlıklı yazı geçtiğimiz günlerde tarafıma ulaştı*. Bir taraftan üniversitede yıllardır sosyoloji bölümünde ders vermekte olan ve öğrencilerin alana katılmasına katkıda bulunan bir öğretim üyesi olarak sorumluluğum söz konusuydu. Öte taraftan ise uzun yıllardır medyada yazılar yazan birisi olarak olup bitenlere sessiz kalamazdım. Aslında söz konusu durumun sadece sosyologlara özgü olmadığını ve sıfır çeken bölümler üzerine yazdığım yazıda da belirtmiş olduğum gibi Türkiye’deki pek çok bölüm için benzer sorunların sürmekte olduğunu belirtmeliyim. 1980’li yılların sonunda Ege Üniversitesinde yükseköğrenim hayatına adımımı attığımda ülkemizde sadece 29 üniversite vardı. O dönemde de üniversite mezunları konusu tartışılıyor ve iş imkânları konusunda belirsizlikler sürüyordu. Fakat aradan geçen otuz yıldan fazla süre içerisinde hem nüfus açısından önemli bir artış gerçekleştirdik hem de bu süre içerisinde ülkeyi yönetenlerin popülist kaygılarla her şehre üniversite götürmeleri sonrasında sayı 200’ü aştı. Peki bu kadar çok üniversite ve bu kadar fazla üniversite öğrencisiyle birlikte istenilenler gerçekleşti mi? Kesinlikle gerçekleşmedi ve zaman sorunların ilacı olmanın ötesinde çok daha kronik problemlerin oluşmasına yol açtı. Her yıl üniversite kapısından bekleyen öğrenci sayısı artarken üniversitenin hem ağırlığı hem de toplumsal hayat karşısındaki değeri düştü. Niceliğin dayanılmaz ağırlığı karşısında nitelik kaybolurken evrensel üniversite idealini de yitirdik. Bu ise şekilsel bir anlayışın daha fazla dolaşıma sokulmasına ve ülkenin ihtiyacından çok daha fazla üniversite mezunlarının verilmesiyle sonuçlandı. Söz konusu durumun yarattığı kaosu aşma yolunda ilgili bölümler tek başına yeterli olamayacaklardır. O halde tüm sistemi yeniden gözden geçirmemiz gerektiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.

Konumuz sosyologların istihdamı olduğuna göre bir önceki yazıdaki sosyoloji bölümlerinin tercih edilmeme meselesini bu kez daha farklı bir yerden ele almanın tam zamanıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yıllar içerisinde felsefe grubu dersleri adı altında yer alan Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji ve Mantık derslerinin ağırlığını azaltması ve bu derslerle ilgili olarak üniversite sınavlarında çıkan soru sayısının azaltılması gerçeği ile işe başlayabiliriz. Psikoloji disiplinini Felsefe ve Sosyolojiden ayırıp farklı bir biçimde değerlendirmek durumundayız. Çünkü gerek alanın yıllar içerisindeki konumunda yükselen değer gerekse alanın temsilcilerinin kendi disiplinlerine sahip çıkmasıyla birlikte Psikoloji, Sosyoloji gibi ülkenin her üniversitesinde ve Açık Öğretim programlarında yer alan bir disiplin haline dönüşmedi. Ne yazık ki Sosyoloji Derneği ve derneğe üye olan veya olmayan öğretim üyeleri alanlarının korunması konusunda yeterli hassasiyeti göstermediler.

Bir diğer önemli sorun ise teori ile pratik arasındaki müthiş kopuklukta gizli gibi duruyor. Dünya hızla disiplinlerarası bir çalışma ortamına doğru yol alırken sosyoloji bölümlerinin büyük bir kısmı alana çıkma ve öğrencilerini içinde yaşadıkları toplumun sorunlarıyla karşılaştırma konusunda çok mesafeli davrandılar. Sosyolojinin uygulama kısmını devre dışı bıraktığınızda sadece ve sadece makro boyut üzerinden sorunları çözebileceğinizi zannettiğinizde gerçek hayatta işlerin hiç de öyle olmadığı durumuyla karşılaşıyor ve öğrencilerinizi de sosyolog ne iş yapar sorusunu el yordamıyla açıklamaya çalışmak durumunda bırakıyorsunuz. Oysa sevgili hocam Prof.Dr. Nilgün Çelebi’nin her defasında inatla yazmayı sürdürdüğü alana sahip çıkma ve makro ile mikro alanların yanı sıra mezo diye nitelediği alanları da gözler önüne çıkarmak durumundayız. Bu ise hiç kuşkusuz uygulamalı sosyoloji ile mümkün olacaktır. Yani platformun metninde de belirtmiş olduğu sosyologların pek çok alanda çalışabilecekleri düşüncesinin ete kemiğe büründürülmesiyle işler çok daha farklı bir hale bürünecektir.

Gönderilen metin içerisindeki şu cümlelere dikkatinizi çekmek isterim: …Nedeni bilinmemekle birlikte halen sosyolog unvanı ‘4/B’ cetveline yetkili makamlar tarafından eklenmemektedir. Oysaki toplumu ilgilendiren bütün politikalarda sosyoloji biliminden ve sosyologların çalışmalarından yararlanılması gereklidir. Sürdürülebilir devlet politikalarına ihtiyaç duyduğumuz son yıllarda ‘sosyoloji’ ve ‘sosyolog’ların önemi daha çok anlaşılmıştır. Uygulamalı sosyolojinin çözüm aradığı sosyal problemlerden olan terör, göç, kadına şiddet başta olmak üzere tüm şiddet türleri, Çocuk suçluluğu başta olmak üzere tüm su. Türleri, töre cinayetleri, çocuk gelinler, halk sağlığı, afet ve afet yönetimi, çevre, sanayileşme, kültür, teknoloji, sosyal medya, kentleşme, toplumsal cinsiyet, insan hakları, demokrasi, etnik sorunlar

ve benzeri gibi alanlar sosyologların çalışma alanıdır. Bu sorunlar göz önüne alındığında ‘sosyolog’larına sahip çıkması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kıymetli devlet insanları ve değerli basın mensuplarıdır. Toplum içerisinde meydana gelen sorunların tespiti, analizi ve çözüm olanakları bilim insanı sosyologlar ile mümkündür. Toplumun korunması, geliştirilmesi, güçlendirilmesi ve sürdürülebilir politikalar ile yönetilerek sürekliliğini arttırmak için ‘sosyoloji’ ve ‘sosyolog’lara ihtiyacı vardır.

 Bu cümleleri kaleme alan sosyologlara naçizane tavsiyem kendi alanınızla ilgili olarak başkalarının sizin yerinize bir şeyler yapması için beklemekten vazgeçin. Alanınıza sahip çıkma konusunda önce sizleri yetiştiren hocalarınızı zorlayın ardından aynı eğitimi aldığınız arkadaşlarınızla bir araya gelmek suretiyle bir güç oluşturma yoluna gidin. Türkiye’de sosyoloji lisans ve yüksek lisans eğitimi almadan doktora yapmak suretiyle kendisini sosyoloji doktoru olarak gören basın mensuplarının sizin derdinize ilaç olamayacağı gerçeğini lütfen unutmayın! (Bu arada böylesi garipliklerin kolay kolay başka hiçbir yerde olmayacağını yani lisans ve yüksek lisansı o alanda yapmadan doktora yapılamayacağını da okuyuculara hatırlatmak isterim. Ne yazık ki sosyoloji bölümleri bu konuda da alanlarına sahip çıkma basireti göstermemişlerdir. Uç bir örnek vererek durumu anlatmak belki çok daha yerinde olacaktır. Din sosyolojisi alanında çalışmak isteyen bir ilahiyat mezunu rahatlıkla sosyolojide yüksek lisans ve doktora yapabilir hatta akademik kariyerini sürdürerek doçentlik ve profesörlük makamlarına da ulaşabilir. Ancak benzer şekilde sosyoloji mezunu olan birisi ilahiyat fakültelerinin ilgili bölümlerinde yüksek lisans ve doktora yapabilmesi pek de mümkün olamaz!)

Bu ülkenin yukarıdaki alıntıda belirtildiği gibi sosyologlara ihtiyacı var ve bu durum her geçen gün biraz daha fazla hissediliyor. İçinden geçmekte olduğumuz yakıcı gelişmelerin toplumsal hayata yansıması konusunda sosyolojik araştırmalara bugün her zamankinden çok daha fazla gereksinimimiz var. Bunun için de başta sosyoloji bölümlerinin ve bu bölümlerin bağlantılı olduğu sosyoloji derneği ve sivil toplum kuruluşlarının da Türkiye’deki devlet bürokrasisi ile yakın temas içerisine girmeye ve ilerleyen yıllara ilişkin yapılması gerekenler konusunda raporlarla durumu ortaya koymaları gerekiyor. Bütün yaşanan olumsuzluklara karşın sosyolojinin ne kadar önemli bir alan olduğunu ve bu alandan mezun olan genç sosyolog adaylarının neler yapabileceklerini gösterebilmelerine olanak sağlanması son derece önem arz etmektedir. Çünkü sosyoloji içinde yaşadığımız dünyanın ve toplumun anlaşılmasında olmazsa olmaz alanların başında gelmektedir. Zygmunt Bauman sosyolojiyi ‘farklılık yaratan farklılıkları bulmaktır’ diye nitelendirir. Peter. L. Berger için ise sosyoloji aynı zamanda bir ‘bilinç türü’, bir bakış açısıdır. ‘Toplumun içindeki insanı, insanın içindeki toplumu görmeyi sağlayan bir bakış açısı’. 

Sosyologların kendilerine ilişkin mücadelelerini anlattıkları kırk sayfalık metni yazının girişinde link olarak verdim, orada daha ayrıntılı açıklamaları bulacaksınız. Olayın istihdam ve özlük hakları boyutunda yaşanan sıkıntıların çok ötesinde olduğu gerçeğini bir kez daha belirtmek isterim. Özlük haklarına ilişkin katsayı problemlerinin çözülmesi veyahut belirli alanlarda istihdam önceliklerinin açılması sosyologların yaşadığı sorunların kökten çözümlenmesi anlamına gelmeyecektir. Bunlar çok önemli kazanımlar olacak ve mesleğe atılmak isteyenlerin gözünde değer kazanacaklardır ancak atılması gereken çok daha kapsamlı adımlara ihtiyaç vardır. Örneğin felsefe grubu öğretmeni olmak için verilen derslerin tüm müfredatı sıkıştırdığı gerçeğini göz ardı edemeyiz aradan geçen yıllar içerisinde öğretmen alımları neredeyse sıfıra yaklaşmışken hala aynı anlayışla eğitim vermeyi sürdürmenin hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Benzer şekilde yeni gelişmelere ayak uyduracak derslerin ve toplumsal alanla çok daha bütünleşik bir sosyoloji programına ihtiyacımız var. Sosyolojinin ne olduğunu tarif etme meselesinde yaşadığımız sorunları aşabildiğimiz anda diğer sorunların da çok daha kolay aşılabileceği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Sosyolojinin ideolojik angajmanların çok ötesinde bir yerlerde durmakta olduğunu başta öğrencilerine sosyoloji öğretmekle görevli olan öğretim üyeleri idrak etmek durumundalar. Farklılıklarla yaşamayı öğretenlerin farklılıkları kabullenmeleri ve hoşgörüyü çok daha fazla dolaşıma sokmaları gerekiyor. Son bir notta iyi niyetli girişimde bulunan genç sosyolog adaylarına, lütfen kendinizi birilerine ifade edeceğim ve ben buradayım bizi görün demeye çalışırken dikkatli davranın. Önce kendinize ardından aldığınız eğitime ve bir araya gelebilme gücünüze güvenin.


file:///C:/Users/dell.DESKTOP-RP1OFQD/Downloads/SOSMP%20%C4%B0ST%C4%B0HDAM%202021-eyl%C3%BCl.pdf