Ahmet Talimciler

18 Nisan 2017

Sonuçlar bize neler anlatıyor?

Çevrenin merkezileşmesi sürecinin ve ortaya çıkan zenginleşmenin yarattığı yeni kentler ve bu kentlerdeki zenginlerden söz etmenin tam zamanıdır

Yaratacağı etkilerin çok uzun soluklu olacağı bir referandumu geride bıraktık! Her ne kadar Cumhurbaşkanı baş danışmanlarından bir tanesinin söylediği-Evet kampanyası çok zor şartlar altında yapıldı, eşit şartlarda yapılmadı- gibi bir seçim süreci yaşanmış olsa da! Elde var olan sonuçlar ülkeyi ikiye böldü. Ve yönetilmesi giderek daha da zorlaşacak olan bir sürecin önünü ardına kadar açıverdi. Bundan böyle iktidar yetkililerinin elimiz kolumuz bağlıydı, koalisyon süreci Demokles kılıcı gibi duruyordu veyahut bürokratik mekanizmalar bizi engelliyordu şeklinde sığınabilecekleri bir durumları kalmadı. Milli gelirin yükseltilmesinden tutun da terörün kökünün kazınmasına ve mutlu, mesut insanlar ülkesi Türkiye beklentilerine kadar pek çok vaat yerine getirilmeyi bekliyor.  Öte yandan iktidarın elini güçlendirmeyecek bir oran var ortada ve bu da hayır oyu verenlerin pozisyonunu güçlendiriyor. İşte tam bu noktada çok enteresan bir durum bizi karşılıyor. Son on beş yıl içerisinde geçirdiğimiz aşamalar sonrasında otuza çıkartılan büyükşehirleri girdiği bütün seçimlerde adeta silip süpüren iktidarın bu kez 17 büyükşehirde mağlup olması son derece önemli. Ki aralarında İstanbul, Ankara gibi iktidarın yıllardır kaybetmediği iki çok önemli merkez var. Bunun yanı sıra Manisa, Denizli, Antalya, Adana gibi kentlerin de olması dikkat çekici. Bu oylama ile birlikte ilk kez kıyı şeridinin uzadığı ve Adana’dan İstanbul’a kadar uzanan bir hattın çıktığına şahit olduk. Buna karşın ülkenin önemli bir kısmının harita üzerinde kırmızı ile gösterildiği bir tablo bizi karşıladı. Burada nispeten nüfus sayısı daha düşük olan kentlerin ağırlıkta olduğunu görüyoruz ve ayrıca evet oranları yüzde altmışlar, yetmişler seviyesinde dalgalanıyor.

"Referandum sürecinde neyi oyladığımız ve neleri değiştireceğimiz meselesinden ziyade tartışmaların darbe gecesi neredeydin?"  ile başlayarak FETÖ’cü milletvekillerine ve oradan da ülkenin bekası meselesine uzandığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Bu oylama bir kez daha göstermiştir ki bu ülkede oy veren yurttaşların kafalarının içerisinde çok ciddi bir komplo mantığına yatkınlık ve bizi bölecekler endişesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra mağduriyet meselesinin özellikle yurt dışında yaşanan gelişmeler üzerinden işlenmesi de çok ama çok ciddi bir karşılık bulmaktadır. Aslında her iki durum da oy verme davranışında bulunan kitleler arasındaki sosyolojik bakış açısı farklılığını ortaya koyan saiklerdir. Bir diğer üzerinde durulması gereken meselemiz ise hiç kuşkusuz her iki kesim içerisinde de bulunan birbirini istemeyen hatta nefret eden insan sayısındaki artıştır.

Çevrenin merkezileşmesi sürecinin on beş yıl içerisinde bir hayli net bir biçimde yaşandığı ve ortaya çıkan zenginleşmenin yarattığı yeni kentler ve bu kentlerdeki zenginlerden söz etmenin tam zamanıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının her fırsatta dile getirdiği yol, köprü, havalimanı ile gerçekleştirilen modernleşme hamlesinin yarattığı göz kamaştırıcı uygulamalardan memnuniyet içerisinde bulunan ülkemizin küçük kentlerinin nüfusundaki teveccühü bu açıdan da ele almak durumundayız. Sosyolojinin tam bu noktada bize söyleyeceği çok ama çok fazla sözü bulunuyor. Bir tarafta kendi içlerinden çıkan ve şahsında kendilerinden bir parça buldukları bir karizmatik lider figürü söz konusu. Öte yandan aynı liderin tıpkı kendileri gibi dinsel, geleneksel ve pragmatik yanları bulunuyor ve konuştuğunda daha öncekilerin yaptığı gibi onları yok farz etmiyor. Tam tersine söylemiyle de eylemiyle de onların adeta ete kemiğe bürünmüş halini yansıtıyor. Böyle olduğu için her ‘Eyy’ kelimesi biraz daha fazla kalplerine dokunuyor ve her dokunuşla birlikte kendilerini yalnız değil tam tersine çok daha güçlü hissediyorlar. Bunun farkında olan siyasal yaklaşım da her fırsatta bu noktalar üzerinden daha fazla kendisini kitlesi ile özdeşleştirecek açıklamaları yapmaya devam ediyor. Bu durum bir taraftan kemikleşmiş bir kitlenin sevgisini ve hayranlığını arttırmaya yararken öte yandan geride bırakılan ve her geçen gün biraz daha kendisinin örselendiğini hissedenler açısından tam tersi bir ruh halini ortaya çıkartıyor. Medyanın her fırsatta Dünya Lideri mesajı üzerinden yürümek istemesi ve neredeyse bütün seçim kampanyasını sayın cumhurbaşkanı üzerinden aktarması da tesadüf olmasa gerektir. Bu seçim ülke insanımızın tek adam figürü ile kurmuş olduğu bağlantının sürdüğünün bir kez daha teyit edilmesine vesile olmuştur. Ancak bundan sonra iktidar partisinin de bu doğrultuda yeniden dizayn edilmesi gerekecektir.

Her ne kadar seçim sonucu ana muhalefet partisi lideri açısından koltuğunu korumasına yardımcı olacakmış gibi gözüküyorsa da, bu tablodan iktidara aday bir parti çıkmaz. Çünkü dokunulmazlıklardan başlayarak kafa karışıklığı hiç kaybolmayan ve her fırsatta arada kalan bir parti ve lider var önümüzde. Evet oyu verenlerin büyük bir kısmının oy verme davranışının arkasında bunu isteyen lider olarak sayın cumhurbaşkanını görmeleri ve ona uymaları yatıyor. Buna karşın hayır oyu verenleri güdüleyen sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları değildir. Tıpkı seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisinin adaylarına verilen oyların büyük bir kısmının partiye değil hala Atatürk’e veriliyor olmasında olduğu gibi burada da asıl oylar Cumhuriyete verilmiştir. Önümüzdeki dönemde ülkemizin yaşayacağı sıkıntıları aşmada demokrasiyi öne alan ve devlete karşı yurttaşının yanında yer alacak uygulamaları dillendiren bir siyasal harekete ihtiyaç olacaktır. Farklı kitlelerin bir araya getirebilecek lidere olan gereksinim bugün düne nazaran çok daha fazladır.

Sosyoloji bize bir kez daha gösterdi ki bu ülkede sınıf temelli bir siyasal hareket söz konusu değildir. Burjuvalarımız burjuva zihniyeti ve buna uygun bir anlayış ile topluma, ekonomiye ve devletin konumuna yaklaşmaktan uzaktır. Bunun yanı sıra işçilerimiz açısından da sınıfsal bilinç durumu son derece tartışmalıdır. Kendisini devlet ile özdeşleştiren kitleler açısından devletin olanaklarından yararlanma meselesi giderek daha fazla pragmatik bir insan karakterinin oluşmasına yol açmaktadır. Böylesi bir durum ise ahlakın yanı sıra vicdanların ve adaletin de erezyona uğramasına ve çıkar/menfaat üzerinden hareket eden kitlelerin geride kalan her türlü değeri göz ardı etmesine neden olmaktadır. Bütün yapının böyle görülmeye başlandığı noktada ise yanlışlarla doğrular yer değiştirmekte ve hayatın akışı bambaşka bir yöne kanalize edilmektedir. Türkiye’nin sosyolojik açıdan yaşadığı dönüşümlere karşın insani boyutta bir türlü istenilen dönüşümleri gerçekleştirememesi üzerinde daha fazla durmak durumundayız.

Bir diğer husus ise bu ülkenin özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu’sunda yaşanan gelişmelerin yarattığı travmanın etkilerinin yurttaşlar nezdindeki oy verme davranışına nasıl yansıdığı durumudur. Çözüm süreci ile başlayan dönemde başka türlü yürüyen ilişkiler son birkaç yıl içerisinde tam tersi bir yöne dönmüş ve ardından Kürt siyasal hareketinin temsilcilerinin hapsedilmesi dönemi başlamıştır. Bir tarafta PKK ile özdeşleştirilen hayır hareketi öbür tarafta Federasyon tartışmaları içerisinde ilginç bir görünümü ortaya çıkartmıştır. Türkiye’nin kıyı şeridini ve büyük kentlerini içerisine alan hayırlarının yanında tüm ülkeye yayılan çoğunlukla orta büyüklükteki kentlerin evetleri ve son olarak güneydoğu ve doğu Anadolu’daki bir kısım kentteki hayırlar. Üç parçalı bir ülke görünümü ile karşı karşıyayız ve bundan sonra ülkeyi yönetmek çok daha fazla hassasiyet gerektiriyor. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de ortalığı germek, kendilerinin ne kadar önemli olduğunu göstermek isteyecek tiplerle karşı karşıya kalacağız. Ancak ne onlar ne de gündemi belirlediğini zanneden medyadaki kanaat önderlerinin herhangi bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Asıl belirleyici olan buradan sonra yaşayacağımız gelişmelere karşı nasıl bir duruş sergileyeceğimiz olacaktır.