Sürekli olarak Batı'nın ahlâksızlığını ve bunun yarattığı tahribatın boyutlarını konuşup duruyoruz. Buna karşın başka bir yolun mümkün olabileceğini ve bunun da daha ahlaklı ve vicdanlı bir anlayışta vücut bulabileceğini dile getiriyoruz. İşte tam da bu noktada söylediklerimizle, yaptıklarımız arasındaki hassas denge birbirlerine karışıveriyor ve suçladıklarımızın da ötesine geçebilecek uygulamaları hayata geçirebiliyoruz.
Kendi gibi olamamanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilirken sürekli olarak başka birisi olduğumuzu göstermeye gayret ediyoruz. Oysa ömür dediğimiz ‘kundak ile kefen arasında’ geçirilen zaman diliminin aslını oluşturan şey ne kadar zengin veyahut ne kadar fakir olup olmadığımız değildir. Tıpkı yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da bize kalacak olan yegane özelliğimiz içini doldurabildiğimiz, erdemli bir insan olarak, ismimizin yanına koyabildiklerimizdir.
Bunu başarabilmenin yolu ise şekle şemale veyahut kılık kıyafete takılmadan 'Öz’e odaklanarak yaşayabilmektir. Özü sözü bir olabilmek ve insanların güvendiği, güvenlerini boşa çıkarmayan bir insan olarak hayatınızı sürdürebilmektir. Eline, diline, beline hakim olabilmek şeklinde yıllar içerisinde bu coğrafyanın öğrettiği anlayışı, hayatınıza uyarlayabilmek ve harama el sürmemektir.
Bu ülkede birileri sürekli olarak kendileri dışında kalan diğerlerinin hayatlarının nasıl olması gerektiği ve bunun için nelerin yapılmaması gerektiği konusunda ahkâm kesip duruyorlar. İşin ilginç kısmı bu kişilerin sürekli olarak ahlâk üzerinden konuya giriş yapmaları ve söylediklerine uyulmadığı takdirde ise konuyu dönüp dolaşıp cinselliğe bağlamalarıdır. Sanki bu arkadaşların bütün aklı fikri sadece oradaymış gibi bir izlenime rahatlıkla kapılabilirsiniz. Çünkü ağızlarını açtıkları her anda konu mutlaka ama mutlaka aynı yere bağlanıyor.
Batı'nın ahlâksızlığı, namussuzluğu karşısında burada bambaşka bir dünya var ve bu kişiler bize bütün bunları ahlaksızlık üzerinden değil bambaşka bir şeyden bahsediyormuşçasına normal olduğunu görmemizi istiyorlar! Kız çocukları küçük yaşlarda evlenebilirler, başı açık gezen kadınlar başlarına gelecek olanı hak ederler, sakal uzatmayan erkekler uzaktan bakıldığında kadın olarak görüleceği için insanın aklına başka düşünceler getirebilirler!
Şekilsellik takıntımız sadece sakalla, bıyıkla ilgili değil aynı zamanda neyi giyip giymediğimiz meselesi de bu ülkede en büyük sıkıntı kaynaklarından bir tanesini oluşturuyor. Evet bu ülkenin bir kesimi açısından başörtüsü takan genç kızlar, kadınlar ile yıllar boyunca oluşturulan algı son derece sıkıntı verici hatta bunun da ötesinde ızdırap verici olarak işlemiştir. Buna karşın son dönemde giderek artan ve daha yüksek sesle seslendirilen başı açık kadınlar ile algılar meselesi de aynı yolda hızla ilerlemeye devam etmektedir.
Başı açık kadınları kabuğu soyulmuş meyveye benzetenlerden tutun da, çok daha incitici ifadeler kullananlara kadar ilerleyen bir zihniyette giderek daha fazla kabul görüyor. Kısacası olan her zamanki gibi kadınlara olmaya ve onların hayatlarının erkeklerin istedikleri sınırlar içerisinde yaşatılmalarına zorlanmaları şeklinde gerçekleşiyor. İnsanın aklına başka düşüncelerin geldiği bir ülkede kadının kıyafetinin pek bir önemi olmayacaktır. Çünkü söz konusu zihniyet için uzaktan baktığında uzun saçlı olması, sakallı olmaması zaten bir çağrışım sebebi olarak görülüyor.
Gelelim bir diğer şekilsel benzetmeye, futbolumuzun şeytanı Rıdvan Dilmen, katıldığı bir televizyon programında sayın cumhurbaşkanımızı parkasız Deniz Gezmiş olarak tanımladı. Sosyal medya üzerinden gelen yoğun eleştirilerin yanı sıra asıl tepki iktidar partisinden değil Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. Cumhurbaşkanının bir terörist ile aynı cümle içerisinde anılmasını kabul edilemez bulduğunu dile getirdiler.
Farklı ideolojik geleneklerden gelen iki kişiyi aynı pota içerisinde eritme girişimine neden ihtiyaç duyulur sorusu, bizim ülke olarak kafa karışıklığımızın göstergelerinden bir tanesidir. Çünkü kişileri kendi özgül ağırlıkları ile kitleler ile buluşturmak yerine başka bir figürle benzeştirmek ve böylece ortaya koyma girişimi sıkıntılıdır. Üstelik bizde aynı gelenek üzerinden örnekler vermek yerine tam karşıt gelenekten örnek vermek gibi bir gariplik de işin içerisine dahil edilmektedir.
Emperyalist ülkeler ile savaşma/mücadele etme meselesinde bile bu ülkedeki kafa karışıklığı ortadan kalkmış değildir ve bu gidişle de kalkmayacaktır! Çünkü burada da olan biteni değil şekilsel olarak bize yansıyanı görmeyi tercih etmeyi sürdürüyoruz. Bu durum işimize de geliyor ve bu sayede kendimizi bir pozisyonun/yanın içerisine kolayca yerleştirmek suretiyle, kendimiz dışında kalanları ihanetle de suçlayabiliyoruz! Oysa insanların neyi ne kadar sevebildiklerini ölçecek olanlar iktidar sahipleri değildir ve gerçek her zaman göründüğü kadar berrak olmaya da bilir.
Her birimizin gerek kişisel tarihleri gerekse de içinde yaşadığımız ülkenin ve dünyanın tarihinin içinden geçtiği ilginç zamanlardayız. Üzerinden yıllar geçse bile konuşulmaya devam edilmeyi sağlayan insanların giydikleri veya üzerinde taşıdıkları değildir! Yüreklerinde ortaya koydukları ve insanlara geçirebildikleri duygularıdır. Kısacası şekilleri değil öz’leridir ve öz’ünüz olmadan varabileceğiniz nokta sadece şekilselliğin sınırlı boyutları ile kaim olabilecektir. Oysa yerelden evrensele ulaşacak olan duygu yoğunluğunun ardında sahicilik, erdem, hakikat, adalet, cesaret ve vicdan yer alır.