Ahmet Talimciler

13 Mart 2018

Saygı göstermemek

Bir zamanlar varlıklarıyla bizim yolumuzu aydınlatanlar, içinden geçtiğimiz dönemde hızla kaybolmaları ile yine bize yol göstermeye devam etmektedirler

Etrafımızda olup biten her şeyden ve herkesten şikâyet etme halimiz artarken bir taraftan da kendimizi konumladığımız yerin, her geçen gün biraz daha yükselmesi ile birlikte yaşadıklarımız giderek içinden daha da çıkılmaz bir hal alıyor. Bu öylesine tuhaf bir ikilemi beraberinde getiriyor ki, çevremizdeki herkesten saygı görmeyi talep ediyoruz. Buna karşın aynı saygıyı, gösterme hususunda en ufak bir adım atmak bile istemiyoruz. Hepimizin acelesi var ve öylesine yoğun bir hayat koşuşturmacası içerisindeyiz ki, bir zamanlar Atilla Atasoy’un ‘zaman meyhanesi’ olarak tanımladığı şarkısındaki gibi hayatlarımızı karman çorman bir hale dönüştürüyoruz.

Ne bizden küçüklere ne de büyüklere yönelik davranışlarımızda bir ayarımız bulunmakta! Samimiyet ile yalakalığı, ciddiyet ile mesafeyi korumayı ve belki de bütün bunların ötesinde insan olmakla adamlığı birbirine karıştırıp duruyoruz. Bu durumun en net görülebildiği hallerimiz ise ünlülerin ölümlerine verdiğimiz yakıştırmalarda kendisini gösteriyor. Ölen kişinin, bir zamanlar oynamış olduğu karakter üzerinden anılması bir yere kadar anlaşılabilir bir durumdur. Ancak ölümün ardından yapılacak olan tarifler bunun çok daha ötesinde bir yaklaşımı hak etmektedir.

Bu konudaki son örneğimiz geçtiğimiz günlerde hayata veda eden Ercan Yazgan oldu. Yazgan’ın ardından Bizimkiler dizisinin kapıcı Cafer’i aramızdan ayrıldı başlıkları atıldı. Sosyal medya üzerinden yazanlar ise Katil’e (Aykut Oray) selamlarımızı ilet diyerek işi daha da ileri boyutlara taşıdılar. Münir Özkul’un namı diğer Kel Mahmut hoca’nın ardından Damat Ferit’e(Tarık Akan), İnek Şaban’a(Kemal Sunal), Hafize Ana’ya(Adile Naşit) ve Güdük Necmi’ye(Halit Akçatepe) benzer dilekler iletilmişti.

Her şeyin kısa zaman içerisinde unutulup yerini yeni olanlara terk etmeye başladığı bir dönemde şöhretler ile kurmuş olduğumuz ilişkinin boyutları da yeniden tanımlanmaktadır. Bir zamanlar varlıklarıyla bizim yolumuzu aydınlatanlar, içinden geçtiğimiz dönemde hızla kaybolmaları ile yine bize yol göstermeye devam etmektedirler. İşte bu ince çizgi içerisinde oynanan rolün, üzerine yapışmanın ötesinde bir yaklaşımı hak etmekte olan bu kişilere hak ettikleri saygıyı gösterebilmek en doğru yaklaşım olacaktır.

Tabii burada ünlülerin ölümlerinin özellikle medya üzerinden nasıl bir şekilde haberleştirilmekte olduğu meselesini de göz ardı etmemeliyiz. Şöhretlerin yaşamları boyunca medyatik birer nesne haline dönüştürülmesi kadar ölümlerinin de benzer bir duruma kurban edilmekte olduğu gerçeğini unutmamamız gerekiyor. Çünkü yaşadıkları dönem içerisinde yaptıkları ile haberleştirilenler bu kez öldükten sonra yine geçmişlerindeki iz bıraktıkları rollere vurgu yapılarak gündeme taşınmaya devam edilmektedirler.

Özellikle görsel ve yazılı medyanın bıraktığı yerden bu kez sosyal medya başlamakta ve içinden geçtiğimiz dönem itibariyle yaşamlar kadar ölümler de didik didik edilmek suretiyle başka bir boyutun ortaya çıkmasına yol açılmaktadır. Bundan sonra ölen her ünlü ile birlikte çocukluğumuza dönük hikayeler, şarkılar, mahalle hayatımıza dönük özlemlerimiz, sıcak aile yuvalarımız vb. pek çok şeyi öne sürmeye başlıyoruz. Tabii bu arada ölen kişilerde kendi kimlikleri ile değil bizlerin çoğu kez onları tanıdığımız veyahut sevdiğimiz kimlikleri ile yeniden diriltiliyorlar.

Fakat belki de en fazla saygı görmeyi hak ettikleri anda onları yine kendi seçimlerimiz üzerinden saygısızca anmayı sürdürmüş oluyoruz. Ölüm her ne kadar yaşamın tersi gibi sunulmuş olsa da, bir yandan da eşitleyici ve adildir. Ölümünü bilen tek canlı olan insanoğlu açısından, her kim olursa olsun öleceğini bilmek hem ürperti veren hem de yaşama anlam katan bir durumdur. Hayatı yaşanabilir kılmak için kendimizi gördüğümüz aynadaki diğerleri ile kurduğumuz ilişkideki saygı ve dürüstlük hali son derece önem arz ediyor.

Hayatı da ölümü de anlamlı ve anlaşılabilir kılabilmek için hem kendimize hem de bizim dışımızdaki bütün varlıklara karşın saygıyı, karşılıksız ve umarsız şekilde gösterebilmeyi başarmalıyız. Edip Cansever’in sözünde olduğu gibi: Kimsenin Öldüğü Yok, Yaşadığı da. Herkes Biraz Var, O kadar. İşte o birazı hem kendimiz hem de bizimle nefes alıp verenler için daha güzel hale getirebilmek için, her şeye kendimizden başlamalıyız.