Ahmet Talimciler

29 Mart 2017

‘Saçma’nın iktidarı

Saçmanın iktidarı beraberinde gücün akıl almaz boyutlardaki davranışlarını da getirmektedir

Her geçen gün medya/sosyal medya ile gündelik yaşantılarımız arasında kurulan bağın biraz daha fazla aleyhimize işlemeye başladığı ve Sadık Güneş’in ‘Medya ve Kültür’1 isimli çalışmasındaki yerinde tespiti ile ‘kendimiz gibi olamamanın çaresizliğinin, bizleri genelleştirilmiş bir başkası gibi olmaya ittiği’ bir süreci yaşıyoruz. Kültür sanayi ürünlerinin oluşturulması ve toplumsal hayat içerisinde yerleştirilmesinde medya ön planda yer almaktadır. Birtakım rol modelleri topluma önce medya aracılığı ile önerilmekte,  medyada gösterilmekte ve zaman içerisinde kabul görmesinin yolları tekrarlara dayanan format içerisinde gerçekleşmektedir.

Çocuklar için hazırlanan dizilerde ilkokula giden çocukların kız ve erkek arkadaşlarının olması ve bu durumdan ailelerin haberdar olmaları, bu arkadaşların birbirlerinin evlerine gidip gelmeleri şeklinde televizyondan evlerimize aktarılan görüntüler sonrasında, bu tip ilişkilerin hızla yaygınlaşma süreci içerisine girdiğini görüyoruz. Bir başka çarpıcı örnek 2002 dünya kupası döneminde Türk milli takımının kalecisi Rüştü Rençber gözlerinin altına siyah boya sürerek maça çıkıyordu, Ümit Davala saçlarını Kızılderililer gibi kestirmişti. Bu iki rol modeli de minik futbolcular arasında hızlı bir şekilde kabul gördü ve aynı dönemde katıldığım Karşıyaka futbol takımının alt yapı seçmelerinde bütün kalecilerin gözlerinin altında siyah boya sürüldüğünü ve çok sayıda çocuğun saçlarının da Ümit Davala gibi kesilmiş olduğunu görmüştüm.

Medya üzerinden kurulan bağ, reel yaşam üzerinden kurulandan çok daha fazla ve ezici bir biçimde kendisini hissettirmektedir. Televizyon gündelik yaşama çok sayıda sloganlar, sözler, deyimler göndermektedir ve bu sözlerin kitle içerisinde kabulü sonrasında medyanın yapısı pekiştirilmiş olmaktadır. Kıyafetlerden, konuşma tarzlarına kadar çok geniş bir yelpaze üzerinde etkide bulunan bir alandan söz ediyoruz. Bir örnek giyinenlerin sayısındaki artışı bu açıdan dikkate almak durumundayız. Markalar üzerinden gerçekleştirilen bu yeni sürecin içerisinde ekranlardaki modeller son derece etkili olmaktadır.

Zamanın hız kazanması ve fragmanlara bölünmesi sonrasında insanoğlunun zamanın esiri haline gelmesinin yanı sıra belleksiz toplum yapısının oluşumu da hızlanmıştır. “Tarihsel belleği amnezi(unutma) yöntemleriyle boşaltılan toplum, birbirine yapay olarak eklemlenmiş kalabalıkların ortak duyguları peşinde sürüklenirken yalnız imajları umursamaktadır”. Bu yeni dönem içinde artık isimlerin/yüzlerin herhangi bir önemi kalmamıştır. Bu yüzden giderek medya aracılığı ile tanıdığımız insan sayısı gündelik hayatımızda tanıdığımız insan sayısından daha fazla hale gelmektedir. Şöhret endüstrisi televizyonda yayınlanan programlar ve reklamlar aracılığı ile yeni imajların ya da yeni gerçekliklerin oluşturulması sürecini hızlandırırken; aynı zamanda belleklerimizin de hızla silinmesini, hafızanın gücünün yerini imajların almasını sağlamaktadırlar.

Aslında tüm yaşadıklarımız ya da bir başka deyişle bize yaşatılanlar ortak bir noktada birleşmektedir: saçmanın iktidarı. Birbirinden farklı gibi gözüken ama son tahlilde birbirini tamamlayan öğelerle karşı karşıyayız: 15 Temmuz tarihinin en önemli figürü olan şehit Hacı Ömer Halisdemir’in adı daha önce bir inşaat şirketi tarafından kullanılmak istenmişti. Bu yetmiyormuş gibi birkaç gün önce ise bu kez pastası yapıldı.

Bir başka örnek Salavat-ı Şerif eşliğinde transparan defile yapılmasıdır. Son dönemde etrafımızda olan biten her şeyin aslında olmaması gerektiği şeklinde gerçekleşmekte olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Bir bakıyorsunuz yedi sezondur süren ve çok izlenen bir yarışmada daha on dokuz yaşındaki bir kız çocuğu üzerinden yaratılan figür sizi içine çekiveriyor. Ortada ne olduğu belli olmayan ağlama krizleri ile sürüp giden neresine dokunsanız elinizde kalan bir format var.

Sokaktaki hayatla örtüşmeyen buna karşın giydikleri elbiselerin fiyatlarının ne kadar uygun olduğunu söyleyen yarışmacıların ağız münakaşaları rating getiriyor. Yapıntının gerçeklik olduğu buna karşılık gerçekliğin de yapıntı olduğu vurgusu her geçen gün biraz daha fazla birbirine karışıyor. Tıpkı ülkemizin en önemli spor kulüplerinden birisinin genel kurulunda beş üyenin kulüple ilişkilerine son verilirken iki tanesinin ilişkisinin devamı yönünde karar veriliyor. Bir anda İzmir Marşı eşliğinde bir hava boşalmış genel kurulu dolduruyor.

Ekranları başında kendi söylemek istediklerini söyleyemeyenler kadar bu söylenenlere karşı tepki duyanlar da aynı noktaya kilitleniyorlar. Ardından olan biten çok daha ilginç bir hal alıyor, fetöcü kulübe kayyum atanmasından, illuminatiye kadar uzanan bir yelpaze içerisinde adeta havanda su dövülüyor. Olan bitenin ne olduğunu bırakın anlamayı, yaşananların ne olduğunu bile fark edemiyoruz.

Her şey toz duman içerisinde gün geçtikçe biraz daha fazla anlamını yitiriyor. Anlamı kaybettiğiniz her dakika ise ‘saçma’ bizi biraz daha fazla avuçlarının içerisine hapsediyor. Bundan sonra artık hiç birimiz yaşadıklarımızın nedenlerini/niçinlerini ya da keşkelerini konuşabilme yetkinliğine sahip değilizdir. Ekranlardaki yorumcuların komplo teorisyeni kesilmeleri ve kitapçı raflarında her geçen yıl biraz daha fazla komplo kitaplarının daha fazla satılması tesadüf değildir.

Bilginin, öğrenmenin, emek vermenin yerini kısa yoldan bir yerlere ulaşma gayreti almakta ve bu arada özellikle okuma/okuyanlar tehlikeli olarak görülmekte/gösterilmektedirler.

Görüntünün her şey olduğu bir dönemde ısrarla hatırlamayı ön plana çıkartabilecek olan her türlü anlayış tehdit olarak gösterilmekte ve bu şekilde de etiketlendirilebilmektedir.

Saçmanın gerçeklik yerine kullanıldığı bir ortamda sadece akıl dışılık normalleştirilmez aynı zamanda anti demokratik bir takım düşünceler, ırk ayrımını içeren görüşler, ataerkil ideolojiyi besleyen unsurlar da yeniden hayat bulurlar. İktidarların uzun zaman zora dayalı baskıcı uygulamaları ile gerçekleştiremediği bastırma ve unutma edimleri, medya’da kullanılan irrasyonel(saçma) aracılığı ile daha kolay ve sıkıntısız bir şekilde gerçekleştirilebilmektedir.

Saçmanın iktidarı hepimize bir örnekleştirilmiş yaşamlar sunar. Sorun şuradadır ki bu anlayış bir kez gerçekleştirildiği takdirde artık kaçış imkanı ortadan kalkmaktadır. Saçmanın iktidarı beraberinde gücün akıl almaz boyutlardaki davranışlarını da getirmektedir. Hakkın ve haklının karşısında değil gücün karşısında ezilen insan sayısının artması saçmanın ‘normal’ buna karşın ‘normal’ olanın giderek daha fazla ‘anormal’ olması ile sonuçlanmaktadır. Ölçüsünü yitiren toplumlar farkına bile varamadan ellerinde kalan her şeyi de kaybetmeye başlarlar!


1 Sadık Güneş, Medya ve Kültür Vadi Yayınları