Ahmet Talimciler

29 Eylül 2018

Olmadı ve yine aynı yerdeyiz

Sporun temsil gücünü organizasyonları düzenleyerek kendi lehimize çevirmeye uğraşıyoruz oysa bir yol daha var

EURO 2024 oylaması için çok umutluyduk fakat yine olmadı ve maalesef kendi içimizdeki tartışmalara yeniden dönmüş olduk. Her şeyden önce söz konusu organizasyonu düzenleyen UEFA’nın sütten çıkmış ak kaşık olmadığı gerçeğini ve bu kurumun tamamen maddiyat temelli bir anlayış üzerinden olup bitenleri değerlendirmekte olduğu gerçeğini hala idrak edebilmiş değiliz. Başta bilet fiyatları ve vergi kolaylıkları olmak üzere bir takım devlet güvenceleri ile durumu kontrol edebileceğimizi sandık. Oysa bahis ve alkollü içecek sponsorluklarından gelecek paraların bizim sunmuş olduğumuz miktarın çok üzerinde olduğunu fark bile edemedik. Yani bir başka deyişle paranın oyunun ruhunu ve isteğinin çok ötesinde bir yerde durduğunu bir kez daha görmüş olduk.

Aslında mesele ne söylendiği gibi siyaset, ekonomi, güvenlik ne de stadyumların hazır olup olmaması ve konaklamanın yetersizliği falan değil. Tabii ki bütün bunları öne çıkartabilirsiniz hatta bunlar üzerinden olup bitenin sonuçlarını ortaya koyabilirsiniz. Ancak her olay sonrasında yapmış olduğumuzu yine yapmak durumunda kaldığımız gerçeğini değiştirmediğini artık görmek durumundayız. Evet ülke olarak büyük organizasyonları almak suretiyle kendi adımızı tüm dünyaya göstermek ve onlara aslında ne kadar büyük bir ülke olduğumuzu ispat etmeyi arzu ediyoruz. Sürekli aday oluyor ve kaybettikçe aynı cümleleri kullanıyoruz; ‘aslında biz değil onlar kaybetti/bizim ne kadar misafirperver ve dost canlısı bir ülke olduğumuz görme olanağını yitirdiler’.

Sporun temsil gücünü organizasyonları düzenleyerek kendi lehimize çevirmeye uğraşıyoruz oysa bir yol daha var ve bu yolu kullanmak çok ama çok daha etkili olacaktır. Gerçek anlamda bir spor ülkesi haline dönüşmek ve bu doğrultuda sporcular yetiştirmek. Eğer bu anlayışı hayata geçirebilirsek, beraberinde o çok arzuladığımız madalyaları, kupaları, şampiyonlukları kazanabilir ve ardından söz konusu organizasyonları çok daha kolay alabiliriz. Hem zor olanı seçiyoruz hem de bu yolda uğradığımız her başarısızlık sonrasında içe dönüp kendi kısır çekişmelerimizle hemhal olmayı sürdürüyoruz.

Bu içe dönme meselesini biraz açmakta fayda var çünkü içeride yaşanan gerilim ve kutuplaşmayı, yurt dışına taşıyarak ülkemize bu tip organizasyonların verilmemesi gerektiğini düşünen ve bunu dile getirenlerin her seferinde karşı tarafı da beslediği gerçeğini belirtmeliyim. İnsan hakları, ekonomi, demokrasi üzerinden yapılacak olan şikayetler, orada değil burada karşılık bulmakta ve var olan kutuplaşmayı daha da keskinleştirecek bir anlayışın dolaşıma sokulmasına yol açmaktadır. Bir başka deyişle karşı tribünlere oynayanlar, içerideki tribünlerde daha fazla küfür yemekte ve mesafe her geçen gün biraz daha fazla açılmaktadır.

Biraz daha olup biteni somut olarak değerlendirmeye girişirsek ise karşımıza çıkan ilk husus hiç kuşkusuz tanıtım filmlerindeki farklılık üzerinden kendisini göstermektedir. Bir tarafta dünya kupasını kaldıran takımın kaptanı Philipp Lahm ile başlayan ve her aşamada eski Alman milli takımı futbolcularının işin içerisinde yer aldığı bir tanıtım filmi ve bu toplantıya eşlik eden Alman kafilesi yer alıyordu. Buna karşın bizim tanıtım filmimizde ise ülkemizdeki yabancı futbolcuların öne çıkartıldığı net bir biçimde hissediliyordu. Ayrıca ampüte milli takım ile kadın milli takımımızın futbolcuları dışında toplantıya katılan ekip içerisinde A milli takımımızda halen futbol oynayan veya daha önce oynamış olan ünlü isimlerden hiçbirisi yer almıyordu. Bir tarafta Alman milli takımının teknik direktörü Löw ile birlikte eski futbolcular yer alırken diğer tarafta sanayici ve iş adamlarından oluşan Türkiye ekibi yer alıyordu. Bu tablo bile artık ülkemizde futbol alanında yeni bir şeyler söylemenin zamanının geldiğini fazlasıyla ortaya koymaktadır.

İkinci olarak yine tanıtım filminde seçilen dokuz kent ve on stadyuma karşın öne çıkartılanların sadece İstanbul ve Antalya olması da gözlerden kaçmıyordu. Almanya’nın filminde fanzone anlayışının öne çıkartılması ve taraftarlık vurgusu yer alırken biz ise ısrarla yaptığımız havaalanı, yol, ulaşım ve konaklamayı göstermeyi seçtik. Tabii bir de kimsenin anlamadığı Nusret’in tuzlama sahnesinin de burada yer alma durumu var ki, filmi hazırlayanlar hangi akla hizmet böyle bir film arası reklam alma yoluna gitmişler, inanılır gibi değil. Almanların bir arada bira içen taraftarları filme koymaları tesadüf olmasa gerektir. Alkollü içecek sponsorlarının büyük paralar ödedikleri ve bunun etkisini de göz ardı bırakılmadığı bir kez daha anlaşılmış oldu. Sosyal medya tartışmalarında şayet Türkiye kazanmış olsaydı, ülkemize gelen taraftarların başta Konya ve Trabzon olmak üzere nasıl içki içeceklerinin öne çıkartılması bile, ülke olarak nasıl tuhaf bir yerde ve garip bir bakış açısıyla olaylara bakmakta olduğumuzu bir kez daha ortaya koymaktadır.

Üçüncü olarak seçilen kentler ve stadyumlar konusunda bir kafa karışıklığı olduğunu söylemek durumundayım. Çünkü eğer siz on stadyumdan iki tanesini yeniden yapacağınızı ve bir tanesini revize edeceğinizi taahhüt edebiliyorsanız, o stadyumların arasında İzmir kentinin de yer alıyor olması gerekirdi. Bu ülkede futbolun ilk başladığı ve seçilen kentler içerisinde gerek tarihi ve turistik yapısı gerekse ulaşım ve konaklama hizmetleri ile en fazla en plana çıkabilecek olan bir kenti göz ardı etmek anlaşılır bir durum değildir. Ülkemize bu organizasyonun siyasi nedenlerle verilmediğini söyleyenlerin, İzmir kentinin bu listeye neden alınmadığı konusundaki siyasi olmayan yanıtlarını ortaya koymaları gerekmektedir.

Yine bu kentlerin birbirleri ile aralarındaki mesafe ve ulaşımın yanı sıra konaklama sorunları da birer sıkıntı olarak listeye eklenmiş gibi duruyor. Fakat tüm bunlar aşılamayacak sorunlar değildi. Olup biteni kumpas ve ırkçılık kazandı olarak yorumlayanların yanı sıra tarihten gelen husumete dikkat çekenlerin yorumları da ortalıkta dolaşmaya devam ediyor. Ancak bu ve buna benzer anlayışlar ülkemizde zaten çok yaygın bir kabul bulan komplo teorileri yaklaşımları için güzel malzemeler sunmaya devam etmektedir. İddia edildiği gibi düşünceye sahip olan UEFA’nın 2019 yılındaki süper kupa finali ile 2020 Şampiyonlar ligi finalini Türkiye’ye neden verdiğini açıklayamazlar. Evet siyaset ve siyasetin yarattığı etki, futbolu ve sporu dün etkilediği gibi bugün ve yarın da etkileyecektir. Ancak sadece bunun üzerinden gitmek suretiyle yaşananları ne açıklayabilir ne de anlamlandırabiliriz.

Toplumlar belleklerinde geçmişin izlerini taşırlar, bu açıdan baktığınızda Avrupa’nın pek çok ülkesi ve o ülkelerin insanları açısından izlerimiz çok da olumlu değildir. Benzer şekilde onların da bizde bıraktıkları izler olumsuzdur. Bütün bunlar bir oylamanın sonuçlarına etkide bulunabilir mi? Yanıtım hem evet hem de hayır olacaktır. Evet çünkü geçmiş bugünü ve geleceği de şekillendirecek güce sahiptir. Hayır çünkü geçmişte olup bitenler sonsuza dek yaşananları biçimlendirebilme gücüne sahip değildir. İşte bu noktada Türkiye ve bu ülkenin insanları olarak komplo mantığından sıyrılmanın yanı sıra insani ve evrensel demokratik değerleri öne çıkartmak durumundayız. Bizi ne kadar isteyip istemedikleri ile veyahut bizi aralarına almazlar nidaları ile hayatımızı sürdürmemeliyiz. Önümüze bakmalı, zamanın getirdiklerini hem ülkemiz hem de insanlarımız için en iyi şekilde hayata geçirmeliyiz. Biz bunları yapalım, gerisi gelecektir.