Ahmet Talimciler

14 Ağustos 2024

Olimpiyat oyunlarının ardından

Sporun faydası, gelişmiş bedenler ile görünür hale gelse de en büyük farkını değerler sisteminde ve karakterde yaratır. Sporda kullanılan fiziksel beceriler bir gün yok olup gider ancak karakter yapıları, varlıklarını ömür boyu sürdürürler


Paris 2024 geçtiğimiz pazar günü sona erdi ve bu kez de olimpiyat oyunlarında elde edilen madalya sayıları üzerinden bir tartışmanın fitili, ülkemiz açısından ateşlenmiş oldu. Birbirinden farklı değerlendirmelerin yapıldığı sosyal medya mecralarında en dikkat çekici olan hususun 1984 Los Angeles Olimpiyatları’ndan bu yana yani tam kırk yıl sonra yine altın madalyasız bir organizasyonu tamamlamamız olması ve buradan hareketle var olan iktidara yönelik eleştirilerdi. Olimpiyatlarda ve genel olarak sporun bütün branşlarında başarıyı sadece ve sadece kazanma kültürüne indirgediğiniz anda ne yazık ki asıl meseleyi ıskalamaya başlarsınız. Ülkemizde olanın ise her daim bu minval üzerinde gerçekleşmesi ise var olan durumun ne teşhisini ne de tedavisine dönük bir adım atabilmemize olanak sunmamaktadır. Bu yüzden de bu kez maddeler halinde olan biteni ve üzerinde düşünülmesi gerekenleri sıralamayı tercih ediyorum.

İlk olarak sporu tüm ülke sathına yaymak zorunda olduğumuzu artık anlamak durumundayız. Aksi halde sporun kitleselleşmesini sağlayamadığınız gibi elit sporun kaynağını oluşturacak havuzu da derinleştiremiyorsunuz. Ve tabii ki bu madde ile bağlantılı olan ikinci maddedeki spor kültürünün yaygınlaşmasına ve başta atletizm olmak üzere diğer tüm spor dallarında başarılı sonuçların gelebilmesinin de önünü daha en baştan tıkamış oluyorsunuz. Son yıllarda izlediğim en fazla katılımın olduğu ve tribünlerin müthiş bir coşku ile sporcuları desteklediği bir organizasyonu geride bıraktık. 2036 yılına talip olan İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu girişimi son derece kıymetli olmakla birlikte 2005 yılında olimpiyatlardan sonraki en büyük organizasyon olan Dünya Üniversite Oyunları Universiade’ye İzmir kentinin ev sahipliği yaptığını ve buradaki seyirci sayılarındaki hayal kırıklığını hatırlatmak isterim. Başarı endeksli bir spor kültürüne sahip olduğumuzu ve bunun ülkemizdeki en çok izlenen futbolda da farklı bir görünüm arz etmediğini aklımızdan çıkarmamak durumundayız. Bu yüzden de spor kültürü oluşturma meselesinin beraberinde sporla barışma ve sporu kitleselleştirme anlayışları ile yürümek durumunda olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.

Üçüncü olarak olimpiyatlar farklı branşlarda yarışacak olan sporcuların yetiştirilmesi meselesidir de aynı zamanda. Yıllar içerisinde kazanmış olduğumuz madalya sayılarına baktığımızda ise en çok madalya kazandığımız branşımızın ata sporumuz olarak adlandırdığımız güreş. Güreşin yanı sıra bugüne kadar madalya kazandığımız diğer branşlar ise şöyle sıralanmaktadır: Halter, Taekwondo, Judo, Boks, Karate, Atletizm, Okçuluk, Jimnastik, Atıcılık. Takım halinde yapılan spor dallarında listede olmadığımızı ve pek çok dalda ise neredeyse hiç olmadığımızı da eklemek durumundayız. Bu madde ile ilgili asıl üzerinde durmamız gereken husus ise bu sporcuların yetiştirilme meselesinde neden veyahut niçin bir türlü mesafe kat edemediğimiz hususudur ki bu noktada ülkemizin spor bilimcilerinin de biraz suya sabuna dokunmaları gerekiyor. Bir başka ifade ile devletin kendileri için sunduğu konfor alanlarından çıkmak suretiyle bu ülkenin spor kültürünün oluşturulması için somut önerileri ortaya koymalarının tam zamanıdır. Bu noktada bilgi mahiyetinde çeşitli olimpiyatlardaki madalya sayılarımıza ilişkin küçük bir bilgiyi de bu maddeye ekliyorum: 1960 Roma olimpiyatları altın madalya açısından yedi altın madalya ile en başarılı olduğumuz olimpiyattır, İkinci sırada altı altın madalya ile 1948 Londra ve üçüncü sırada da dört altın madalya ile 1996 Atlanta olimpiyatları yer almaktadır. 1956 Melbourne, 2000 Sidney ve 2004 Atina olimpiyatları da üçer altın madalya kazandığımız organizasyonlardır.

Dördüncü nokta olimpiyatların ardından hesap sorulacaktır diyen spor bakanımızın açıklamalarına ilişkin olarak öne çıkıyor. Liyakatlı kadroları işbaşına getirmediğiniz her alanda olduğu gibi spor alanında da sonuç benzer bir şekilde noktalanıyor. Oysa Nisa suresi 58. Ayette ‘Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor’. Yine bu madde ile bağlantılı olarak beşinci maddede sayın bakanımızın başarısızlık karşısında hesap sorulacağını belirtmiş olduğu federasyonlar acaba nasıl iş başına geliyorlar? Söz konusu bu federasyonların başarısızlığı için gereği yapılacaktır diyen bakanımızın, tüm bu yaşanan gelişmelerdeki sorumluğu nedir? Sorumsuz sorumlular ülkesinde yaşanan gelişmeler karşısında sürekli olarak belirli günah keçilerinin üzerine yüklenen cezalar ile durum kotarılamaz!

Altıncı olarak bu ülkenin iktidara talip olduğunu belirten muhalefetinin spor alanında nasıl bir politika izleyeceğine ilişkin ortaya hiçbir şey koymaması tuhaf değil mi? Paris’e gidip 2036 yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunmak ve Filenin Sultanlarının karşılaşmasına gitmek de bir şey elbette ancak bahsettiğim bunların çok ötesinde bir bütünlük içermektedir ve ne yazık ki burada da ana muhalefet partisi sınıfta kalmaktadır.

Asıl üzerinde durmamız gereken hususlar ise buradan sonra başlıyor ve yedinci başlığımız da başarıyı nasıl tanımlamamız gerektiği ile ilgili? Sevgili dostum Ahmet Ak’ın Dünden Bugüne Olimpiyatlar kitabının kapağında şu cümle dikkat çekici olarak yer almaktadır: Olimpiyatlar Ülkelerin Spordaki Başarı Terazisidir. Olimpiyat oyunları dünya tarihin en kitlesel organizasyonlarıdır ve olimpiyatlara katılmak, madalya kazanmanın ötesinde bir anlamı ifade etmektedir. Ancak zaman içerisinde olimpiyat oyunlarının ideolojik bir alana dönüştüğü gerçeğini ve buranın aynı zamanda ekonomik ve medyatik bir yapıyı da barındırmakta olduğunu da göz ardı etmemek durumundayız. İşte tam bu noktada seksen beş milyonluk ülkenin ‘dünya bizi kıskanıyor’ sözlerini gerçek olarak gösterebilmesi adına olimpiyatlara da ayrı bir anlam atfedildiğini de unutmamak zorundayız. Yani var olan iktidarın bu madde ile yakından bağlantılı olan sekizinci maddedeki toplumsal ayrışma konusundaki yarattığı ortamın burada da karşılık bulduğunu ve özellikle Filenin Sultanlarına ilişkin ayrıştırıcı söylemlerin her fırsatta daha fazla yüzümüze vurulduğunu da bir kez daha görmüş olduk. Bu vesile ile bizim en büyük düşmanımızın yine kendimiz olduğu saptamasının bir kez daha hayata geçtiğini de grup karşılaşmasından bronz madalya karşılaşmasına kadar sosyal medya paylaşımlarında iliklerimize kadar hissettik.

Dokuzuncu madde popüler kültür ürünü yaklaşımların milli sporcularımızın bir kısmını öne çıkartırken ne yazık ki diğer bir kısmını adeta görmezden gelecek bir algıyı oluşturması ile ilgili. Bütün bu sporcularımızın ülkemizi temsil ettiğini ve milli forma için ter döktükleri gerçeğini idrak etmeli ve sporcuları ayrıştırmak yerine bir bütünün parçaları olduklarını anlamak durumundayız. Oysa tüm organizasyon süresince ve tabii ki öncesinde reklamlardan başlayarak sporcular arasında net bir ayrışmayı hayata soktuk. Ne yazık ki bu medyatiklik onları kötü etkiledi ve gerçek performanslarının sahaya yansımasını da engelledi.

Onuncu ve son maddemiz ise faturayı kime ya da kimlere kesmeliyiz? Ya da soruyu şöyle değiştirmeliyiz, neden bir türlü istikrarlı bir ülke olabilme yolunda ilerleyemiyoruz? Asıl sorunun doğru şeklinin bu olduğu kanaatindeyim. Çünkü bir ülkenin ekonomik ve toplumsal istikrarı sağlayamadığı noktalarda bu durumdan bütün diğer alanların olduğu gibi spor alanının da etkilendiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Milli forma taşımanın gururu ve büyüklüğünü maddi ödüller ile sınırlamanın ötesinde spor kültürünü tüm ülkeye yaymaya dönük kısa, orta ve uzun vadeli politikaları hayata geçirmeli ve bu doğrultuda topyekûn bir duruşu hayata geçirmeliyiz. Sporun göründüğünden çok daha derin ve etkili bir alan olduğunu anlamalı ve bu doğrultuda önce ülke insanımıza spor yaptırmanın yollarını aramalıyız. Ardından sporcu yetiştirme ve spor kültürünü yaygınlaştırmanın adımlarını atmalı ve son olarak sporun bir boş vakit eğlencesi olmanın ötesinde derinlikli bir yaşam kültürünü bünyesinde barındırdığının ayırdına varmalıyız. Tabii bunun için ilkokuldan başlayarak lise son sınıfa kadar boş ders olarak kabul edilen ve zor zamanlarda ilk feda edilen olarak değerlendirilen beden eğitimi derslerini de kaale almak durumunda olduğumuzu görmeliyiz. Asıl üzerinde durmamız gereken madalya sayıları veyahut altın madalya alıp almamış olmamız değildir. Her olimpiyat oyunları ile biraz daha fazla bu ülke insanlarının kendilerine olan güvenlerine ilişkin sorgulamanın bu vesile ile biraz daha fazla yaygınlık kazanması halidir. Son iki olimpiyatta kadın sporcularımızın erkek sporcularımızdan daha başarılı bir görünüm sergilediklerine şahit olduk. Ülke içerisinde sporun yaygınlaşması adına özellikle kız çocuklarının daha fazla spor ile buluşturulmasına ve tabii burada dezavantajlı bireylerin de spor ile temas ettirilmesine ihtiyacımız var. Önceliği farklı spor dallarına odaklanan, temsil edilebilen ve tabii ki yaygın bir şekilde spor yapan bir ülke olmaya vermek durumundayız. Başarı ve madalyaların bunlar sonrasında gelme ihtimali tüm bu yaptıklarımızdan çok daha fazla olacaktır.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)