Ahmet Talimciler

24 Kasım 2022

Öğretmenlerin mi sınavı, yoksa ülkenin mi?

Eğitim alanındaki sendikaların itirazlarına karşın bu sınav yapıldı ve sonuçları önümüzdeki günlerde öğretmen odalarında daha fazla kendisini hissettirecek. Çünkü bu ülkenin unvanlar üzerinden kendisini başka bir yere oturtmayı maharet zanneden bir anlayışı her daim beslemekte olduğunu da unutmamalıyız

 

Geçtiğimiz hafta sonu öğretmenlik meslek hayatında on yılını dolduran öğretmenlere yönelik olarak uzman öğretmenlik ve baş öğretmenlik sınavları gerçekleştirildi. Yapılan sınavın sorularına şöyle hızla bir baktığınızda bile "Bu nasıl bir sınav? Veyahut böyle sorularla nasıl bir ölçüm yapabileceksiniz?" şeklinde soruları sormamanız tuhaf olacaktır. Çünkü daha en başından yapılması ile ilgili olarak çok ama çok tartışılan bir sınavın sonucunda ortaya çıkan sınav soruları, gerçekten de hayretler uyandıracak kadar kolay hazırlanmıştı. 12 Aralık tarihinde belli olacak sonuçlar üzerinden 70 puan ve üstü alan adayların maaşlarına ek ücretin eklenmesi söz konusu olacakmış!

Aslında işin çetrefil hale dönüştüğü nokta da tam olarak maaş kısmı gibi algılanıyor ve bunun üzerinden değerlendirmeler birbiri ardına yapılıveriyor. Eğitim kurumunun yapıp ettiklerinden ziyade ne kadar tatil yapıp yapmadıkları, yapılan işin verilen ücret ile kıyaslandığında çok bile olduğu şeklinde tuhaf ve bir o kadar da aşağılayıcı yorumlar içermekte olduğu bir ortamdan söz ediyoruz. İşte böylesi bir yapı içerisinde öğretmenlik denilen mesleğin kendisinin de yıllar içerisinde toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olduğu gibi erezyona uğraması kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat burada yaşananların sadece orada okuyan kitle ile sınırlı kalmayacağı gerçeğini de göz ardı ettiğimizi eklemek durumundayım. Yani çevresinde gördüğü öğretmenler üzerinden bir meslek grubuna dair çıkarsamalarda bulunanların diğer meslek dalları ile kıyaslandığında belirli bir alanı etkileyebilecek bir iş kolunun çok ötesinde bir alandan söz ettiklerinin farkında olmaları gerekiyor. Çünkü bu alanın kendisi beraberinde daha sonraki pek çok alana yönelik olarak etkilerde bulunabilecek o geniş kitlenin yetiştirilmesini ve yönlendirilmesini sağlıyor. Bir başka ifadeyle burada yaşanan olumsuzluklar ve sıkıntılar sadece burayı etkilemekle kalmıyor, ülkenin diğer bütün sektörlerine de yansıyacak bir durumun oluşmasına yol açıyorlar.

Öğretmenliği uzun yıllar boyunca 'kutsal' bir meslek olarak görüp anlatmanın ve bunun üzerinden bir anlayış yaratmanın etkilerini şimdi şimdi daha farklı biçimlerde görüyoruz. Evet bu ülkede bir zamanlar öğretmen olmak 'aydın, entelektüel olmakla' eşleştirilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren özel bir konuma yükseltilmiş ve eğitimin önemi doğrultusunda toplumsal hayatın içerisinde kendilerine büyük önem arz edilmiştir. Ancak kurumların birbirleriyle olan bağlantıları gerçeğini göz ardı etmeyi sürdürdüğümüz için öğretmenlik mesleğinin bağlı olduğu eğitim kurumunun diğer toplumsal kurumlarla olan bağını da çoğu kez anlamlandıramadık!

Eğitim kurumunun, ekonomi kurumuyla olan bağının önemini tıpkı siyaset kurumuyla olan bağının önemi gibi görmezden geldik! Sivil toplumun güçlü ol(a)madığı ülkelerde siyasetin belirleyici hamlelerinin toplumsal hayatın bütünü üzerinde çok daha ağır etkiler yarattığı gerçeğini bizzat yaşadık. Belki de bu yüzden olsa gerek Millî Eğitim Bakanlığı üzerinde en çok tartışılan bakanlıklardan biri olma özelliğini her iktidar döneminde sürdürmeyi başardı. Buna karşın öğretmene atfedilen değer ve toplumsal statüsü de yıllar içerisinde gerileme eğilimi içerisine girdi. Bir zamanların gözde mesleklerden bir tanesi olan öğretmenliğin gelmiş olduğumuz noktada tercih edilebilmesinin arkasındaki saiklerin başında artık idealler gelmiyor!

Öğretmenlik mesleği kan kaybediyor aslında bu alan değerlerini yitirirken ülke olarak hepimiz kaybediyoruz çünkü eğitim kurumunun kendisi içten içe çöküşe doğru hızla yol alıyor ve burada öğretmenler, en çok göz önünde bulunanlar oldukları için daha fazla tartışılanlar olma durumunda kalıyorlar. Oysa yaşananların arka planında onların değil var olan toplumsal bakış açısının ve bu anlayışın yansımalarının etkileri söz konusu.

Binlerce öğretmenin yapılacak olan bir sınav üzerinden uzmanlıkla veyahut baş öğretmenlik mertebesi ile konumlandırılması kadar abes bir durum söz konusu olamazdı! Bütün itirazlara rağmen bu sınav gerçekleştirildi ve bu kez ortaya daha büyük bir garabet çıktı: Aralık ayının on ikisinde açıklanacak olan sonuçlar beraberinde öğretmenlere dair olmayan bir kanaatin daha da perçinlenmesine yol açıverecek. Böylesi kolay bir sınavdan alınacak olan sonuçlar üzerinden bile yeniden değerlendirmeler başlayacak ki bu işin sadece bir yanını oluşturacaktır. Ancak asıl önemli soru bu sınavla ölçtüğünüz daha doğrusu ölçmediğiniz öğrencilerin yetiştirdiği öğrencilere yönelik olarak gerçekleştirilen lise ve üniversite sınavlarında kendisini göstermektedir ki burası zaten tam anlamıyla bir felaketi bünyesinde barındırmaktadır. Her iki gruba da aynı soruların soruluyor olmasını mı söyleyeyim yoksa farklı branşlarda öğretmenlik yapanlara yönelik olarak seçilen birkaç alan üzerinden sorularla yetkinliğin saptanmaya çalışılıyor olmasına mı yanayım açıkçası bilemedim! Örneğin liselerde seçmeli ders olarak okuttuğunuz coğrafya alanına ilişkin soruları sormakta herhangi bir beis görmeyeceksiniz ancak bu alanı yok saymayı da sürdüreceksiniz.

Eğitim alanındaki sendikaların itirazlarına karşın bu sınav yapıldı ve sonuçları önümüzdeki günlerde öğretmen odalarında daha fazla kendisini hissettirecek. Çünkü bu ülkenin unvanlar üzerinden kendisini başka bir yere oturtmayı maharet zanneden bir anlayışı her daim beslemekte olduğunu da unutmamalıyız.

Bir başka ifadeyle yarın bir gün bu unvanlar, öğretmenler arasında da ayrışma nedeni olabileceği gibi velilerin çocuklarının okutulması konusunda tercihlerini dile getirme veyahut bu konuda okul idarelerine talepte bulunmalarına dahi yol açabilecektir. Halbuki ortada neyi ölçtüğü belli olmayan bir sınav söz konusu ve bu sınav bile bundan sonra yapılacak olan sınavlarla birlikte alana ilişkin ayrışmayı ve bir araya gelememeyi hızlandıracaktır.

Bir meslek dalının yıllar içerisinde uzmanlaşması veyahut daha üst bir unvanı alabilmesinin yollarının ne olduğu belli iken bunu görmezden gelmek ve öğretmenliğin kendisini de tıpkı öğrencilerin girdikleri lise, üniversite veyahut benzeri sınavlar gibi bir sektöre indirgemek son derece sıkıntı verici bir süreci tetikleyecektir.

Devletin kendi onayladığı diplomalarını ve daha sonra gerçekleştirdiği sınavlarla memur olarak atadığı kişileri böylesi bir yapı içerisine sokuyor olması kabul edilebilir bir anlayış değildir. Aslında son yıllarda diğer pek çok alanda olduğu gibi öğretmenlerin yaşamakta oldukları da içinden geçmekte olduğumuz vasatlaşma sürecinin yansımalarıdır ve bunun etkilerini ilerleyen yıllarda daha fazla hissedeceğiz.

Öğretmenler günü vesilesi ile bu satırları yazmayı başta beni yetiştiren öğretmenlerime borç olarak biliyorum çünkü gerçekten bu ülkede eğitim olgusunun her kademesinde görev yapan özverili insanlar sayesinde cumhuriyet, yol kat edebilmiştir.

Öğretmenlerimizi hem maaşla hem de statü ile ayrıştırmak yerine onları daha iyi koşullarla eğitimi düşünebilecekleri ve daha iyi öğrencileri yetiştirebilecekleri bir ortamın içerisine konumlandırabilmek durumundayız. Aksi halde öğretmenlerin mutsuz ve kırgın olduğu bir ortamda öğrencilerimiz de huzurlu bir eğitim süreci yaşayamayacaklardır.

Başta kendi öğretmenlerim olmak üzere, tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyor ve onlara sevgi, şükran ve minnetlerimi iletiyorum.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı.

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı.

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı.

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır.

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor)

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)