Kimlik kavramı yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren daha fazla başvurduğumuz ve içinde bulunduğumuz dönem itibariyle de her vesileyle dokunageldiğimiz bir yere işaret etmeyi sürdürmektedir. Bu konuda başvurulabilecek pek çok isim olmakla birlikte kanımca en dikkat çekici olanı Zygmunt Bauman’dır. Bauman’ın geçtiğimiz aylarda basılan ve Benedotto Vecchi ile söyleşilerini içeren 'Kimlik' isimli çalışması, bu açıdan doyurucu olduğu kadar, ufuk açıcı ve okuyucuları yeni sorgulamalara götüren cinsten bilgileri içeriyor.
Bir taraftan küreselleşme sürecinin yaratmış olduğu müthiş olanakları ve tabii ki olanaksızlıkları da yaşarken öte yanda ulus devletin yurttaşları olma durumu yer alıyor. İşte bu ikisi arasındaki çekişmenin ve teknolojinin getirdiği hızın sonucunda kimlik kavramı da hepimiz açısından üzerinde yeniden durmamız gereken bir duruma dönüşüyor. İşte tam bu noktada Bauman, kendisinin hayat hikayesinin de bu açıdan çetrefilli bir süreç içerisinden geçmiş olmasının da etkisiyle birlikte sosyoloji penceresinden bizlerin olanı biteni farklı bir gözle görebilmemize katkıda bulunuyor.
Bauman, ulus devlet öncesi dönemde insanları bir arada tutan şeyin ne/neler olduğu ile başladıktan sonra ulus devletin vatandaşı olmanın, kimlik kartları ve pasaportlarda otoritelerce onaylanan yegane özellik olduğu ifadesi ile devam eder. “Onaylanmamış bir kimlik sahtekarlık, taşıyıcısı da sahtekar ve dolandırıcı demektir” (s.33) cümlelerini kullanır. Bu cemaatin üyesi olmanın hem avantajları hem de dezavantajları bulunmaktadır.
Peki ya günümüzde olup bitenler artık hayali cemaatlerin ötesinde bir yerlerde bambaşka pozisyonlar içerisinde sürekli olarak savrulduğumuz ve her defasında kendisi olmak zorunda olmadığımız sanal cemaatlerdeki durumumuz? “Biz kimliklerimizin komünal referanslarını hareket halindeyken arıyor, inşa ediyor ve bir arada tutuyoruz-benzer şekilde mobil ve hızla hareket eden gruplarla eşleşmeye çabalıyor, onlarla fazla uzun sermeyen anlık birliktelikler peşinde koşup, bu tür ilişkiler kurmaya ve onları hayatta tutmaya çalışıyoruz-.”(s.38)
Bauman, küreselleşmeyi devletin taş gibi sağlam ve dayanıklı olan ulus ile olan evliliğini sürdürme isteğinin veya ulus üzerindeki nüfuzunun artık ortadan kalkması anlamına geldiğini belirtir. Burada artık evlilik dışı flörtler ve hatta zina hadiselere hem kaçınılmaz hem de mubahtır ve çok zaman içtenlikle ve hevesle gerçekleştirilir (s.39-40). Çünkü artık burada sunulan bağlılıklardaki bolluk bireylerden, bir grup ya da örgüte karşı mütekabiliyet esasına göre sadakat beklemek için hiçbir neden bırakmamaktadır. Geri ödenme ihtimali olmayan böylesi bir sadakati peşinen sunmak adil değildir(irrasyoneldir).(s.42)
Bu durum gündelik hayatlarımızın her alanını alt üst etmiş ve alışıldık sadakat temelinde yürümesi hasebiyle bireye güven veren bütün ilişki kalıplarının da çöküntüye uğramasına yol açmıştır. Bir yastıkta tam kırk yıl geçirilecek evlilikler de, ömür boyu aynı iş yerinde çalışmak suretiyle emekli olma hayalleri de artık hepimizden oldukça uzaklaşmaya başlamıştır. Bauman bu duruma yönelik olarak vestiyer cemaatleri olarak adlandırılabilecek bir kavrama göndermede bulunmaktadır.
“Tıpkı tiyatroya gidenlerin kabanların astıkları vestiyelerler gibi, insanların en azından görünürde bireysel gailelerini astıkları ‘vestiyer cemaatler’…Vestiyer cemaatler gösteri için geçici olarak bir araya getirilir ve izleyiciler kabanlarını vestiyerdeki askılardan alır almaz dağılırlar. Onların ‘hakiki mamuller’ karşısındaki avantajı tam anlamıyla kısa yaşam sürelerinde ve onlara katılmak ve (ne kadar kısa olsa da) hoşlanmak için gerekli olan taahhüdün zayıflığında gizlidir”(s.43). Hareket halinde olmanın bir zorunluluk olması beraberinde yine Bauman’ın yerinde saptamasıyla “hız sayesinde üzerinizden atmayı umduğunuz şu iğrenç belirsizlik ve can sıkıcı kafa karışıklığı da sizi bir türlü terk etmez. İlişkiyi kesme ve isteğe bağlı olarak bitirme imkanı riskleri azaltmayıp, sadece o risklerle birlikte ortaya çıkan endişeleri de risklerin içine katıp farklı bir şekilde dağıtır”.(s.44)
Çağımız insanının sürekli olarak geçmeyen iç sıkıntısı ve kendi kendisine halledemediği sorunları, belirsizlikleri düşündüğümüz anda dezavantajların, avantajlardan çok daha fazla hale dönüştüğü gerçeği ile karşılaşırız. Kaçışın mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyor olmanın farkına varmak ve riskleri azaltmak uğruna hayatınızı yaşayamama riskleri üzerinden var kılmaya çalışmak, en büyük çelişkilerimizden bir tanesi haline dönüşür. Bir taraftan sistemin içerisinde kalabilmek için var gücünüzle tüketme yoluna gitmek zorunda bırakılırsınız öte taraftan ise sürekli güncellemek zorunda olduğunuz ajandanıza yeni bir meziyet eklemekle uğraşıp didinmeye çabalarsınız.
Hayatınızı kolaylaştırması gereken unsurlar tam tersine daha da zorlaştıracak, zamanınızı azaltacak biçimde işlemeye başlarlar. “Toplumsal huzursuzluk durumunda sığınılabilecek bir yuva görünürde yok…Her yetersiz zümre artık kendi başına olup kendi kaynaklarına ve hünerlerine terk edilmiştir” (s.48) İçinde yaşadığımız zamanın trajedisi de işte burada gizlidir. Bir taraftan da acımasız bir savaş hızla sürmeye devam etmektedir. Dünya nüfusunun sürekli olarak bir yerden bir yere göç etmesi ve yersiz yurtsuz olması gerçeği bu durumu daha da can acıtıcı bir hale sokmaktadır.
Göçmenlerin yaşadığı yerler “yer olmayan yerler’, geri kalan ‘normal’ ve ‘tam’ insanların yaşayıp hareket ettiği alanlardan ayırt edilmeleri için, mülteci veya sığınmacı kampları olarak etiketlenirler”(s.53). Bauman sınıf altı kimliğin anlamını, kimliğin yokluğu olarak nitelendirir. Bir zamanlar vatandaşlığın ve buradan sosyal devletin ortaya koyduğu hakların yerini bambaşka değerler almaya başlamıştır. Fakat bu durum aynı zamanda milyonlarca kadın ve erkeğin dışlanma hayaleti tarafından lanetlenmesi anlamına da gelmektedir.
“Artık sesleri duyulmayacaktır ve kelimenin tam anlamıyla dona kalmışlardır. Dolayısıyla ufukta sevgi dolu bir kalp ve yardım eli olmaksızın yalnız bırakılmaktan ve birlikteliğin sıcaklığını, rahatlığını ve güvenini özlemekten korkarlar”. Bu insanlar “Köktenci terapiden başka bir şeyi tercih edebilirlerdi fakat onlara böyle bir güvenlik sunulmuş değil”(s.61). Eşitsizliğin ve sömürünün her geçen gün biraz daha fazla arttığı ve milyonlarca insanın yerinden edildiği bir dünyada, radikal örgütlerin elaman devşirmesi çok da zor olmayacaktır.
Geçmişte kendini gerçekleştirme yolculuğu sırasında toplumun hakemliğine ihtiyaç duyan ve buna inanan insana karşın günümüzde toplumun hakem olduğuna kimsenin inanmadığı bir dönemin içerisinde yaşıyoruz. “Toplum, bizden oyunda masada kalıp masanın üstünde oyuna devam etmemize yetecek kadar fiş bulundurmamız dışında bir şey beklemiyor”. (s.66) Bauman bu yeni durum karşısında kimliği, hayata karşı doğru, ihtiyatlı ve başarı garantili bir tutuma karşı koymak anlamına gelen ve bu yüzden titizlikle kaçınılması ve tetikte olunması neredeyse ittifakla tavsiye edilen bir esneksizlik reçetesi olarak niteliyor.(s.68)
Bauman, buradan sonra asıl içinde yaşadığımız dünyadaki nizam verme uygulamalarının devletler ve insanlar nezdindeki değişimini ortaya koymaktadır. “Aşina olunan dünya parçalanınca en rahatsız edici ve huzur kaçırıcı sonuçlardan birisi, sınırların üzerini örten moloz yığınları ve düşerken işaret levhalarını kuran hurda ve döküntülerdir. Muhtemel kurbanlardan farklı oldukları için değil, yeterince farklı olmadıkları ve kalabalığa kolayca karıştıkları için korkulup nefret edilir. Onları gözle görülür, kolay tanınır ve aşikar hale getirmek için şiddete ihtiyaç duyulur. Onları tahrip etmek ya da yok etmek suretiyle saygınlıkları lekeleyen kirler umutla bertaraf edilebilir ve böylelikle herkesin kim olduğunu bildiği ve kimliklerin artık kırılgan, belirsiz ve istikrarsız olmadığı düzenli bir dünya yaratılabilir. Dolayısıyla modernliğin yapısına uygun biçimde buradaki her türlü yıkım yaratıcı bir yıkımdır. Kaosa karşı kutsal düzen savaşı, amacı olan bir eylem ve düzen inşa etme çabası”. (73-74)
Bauman kitabında sevginin, aşkın yanı sıra hayvan besleme alışkanlıklarımızın da nasıl tüketim nesnesi haline dönüştüğüne dönük ilginç örnekler vermektedir. “Hepsi aynı amaç için buradadır. Memnun etmek için. Şayet bizi memnun edemezlerse o zaman hiçbir faydaları yoktur ve dolayısıyla burada olmalarının da bir anlamı yoktur”.(s.81) Küresel düşün yerel hareket et sloganının yanıltıcı hatta zararlı olduğunu belirtir. “Küresel olarak üretilmiş sorunların yerel çözümleri yoktur. Küresel sorunlar ancak küresel eylemler yoluyla tam anlamıyla çözülebilir… Küreselleşme halen lanetten lütfa dönüşebilir”. (s.107-108)
Kitabın son kısmında internet ve medya ile olan ilişkilerimize de değinilmektedir. “Kimlikler artık giyip göstermek içindir; elde tutmak veya saklamak için değil… Onulmaz biçimde kimlikleri eğip bükmeye ve onlara şekil vermeye zorlanıyoruz ve istesek de tek bir kimliğe bağlanıp kalamıyoruz”. (s.109) İşte medya ve sanal dünya tam burada devreye giriyor. “Hepimizin korktuğu şey terk edilme, dışlanma, reddedilme, oy birliğiyle atılma, sahipsiz kalma, düşkün sayılma, olduğumuz şeylerden mahrum bırakılma ve olmak istediğimiz şeye izin verilmemesidir”.(s.113) Bir zamanlar güvenlik içerisinde ve rahatça yaşadığımız dönemleri bu kadar çok özlememiz bu açıdan tesadüf değildir. Öngörebilme ihtimalimizin ortadan kalktığı bir dönemde yaşıyor ve risklerin bize uğramaması, teğet geçmesi için sadece bekliyoruz.
Bauman’ın sözleri ile devam edelim; “Geçmiş iki yüz yılın hiçbir evresinde eğitimli ve varlıklı elitlerle ‘insanların’ geri kalanı tarafından konuşulan diller arasındaki fark böylesine büyümemiş, bu diller vasıtasıyla aktarılan deneyimler böylesine farklılıklar arz etmemişti”(s. 117). Modernitenin insanlığın önüne koyduğu hedeflerin çok dışında ve çok farklı bir yere ulaştık. Buna karşın 19.yüzyılın sonunda başta Marx ve takipçileri olmak üzere ortaya koydukları sömürü ve eşitsizlik meselesi, düşünülenin de ötesinde bir yere ulaştı. Bu açıdan kimlik labiretinde kaybolan insanlar olarak, her geçen gün biraz daha fazla birbirimize ihtiyaç duymamıza karşın birbirimizden uzaklaşmamız da artıyor.
Bauman, bize bambaşka bir bakış açısı sunarak, içinden geçilen dönem sonrasında nasıl bir geleceğe doğru gitmekte olduğumuz hususunda da bazı ipuçları sunuyor. Puzzle’ı birleştirmek ve bunlar üzerinden yeni tahliller geliştirmek yine bizim elimizde. Son olarak çalışmanın gerçekten nefis bir Türkçe ile dilimize kazandırdığı için sevgili dostum Mesut Hazır’a da bir kez daha teşekkür ederim. Edebi bir dil ile zenginleştirilmiş ve akıcılığı olan bir metin okumak büyük bir keyif, Bauman’ı bu şekilde okumak isteyenlere tavsiye ederim.
-Kimlik-Zygmunt Bauman, Türkçe Söyleyen Mesut Hazır, Heretik Yayıncılık, Ankara 2017