Doğa ile olan birlikteliğimizi uyumlu ve işlevsel bir hale büründüremediğimiz için geçmişte de büyük sıkıntılar çekiyorduk! Buna karşın son yıllarda inşaat hamlelerinin artmasıyla birlikte bu durum çok daha can yakıcı bir hal almaya başladı. Artık her yağmur, fırtına sonrası aynı görüntüler üzerinden çıkarsamalar yapıyoruz. Oysa bu yaşadıklarımız daha başlangıç çünkü sürekli olarak attığımız adımlarda tersi uygulamaları hayata geçirmekte ısrar ediyoruz.
Bütün büyük kentlerimizde aynı sorunların olması ve bu sorunların çözülme yönüne gitmek yerine daha da içinden çıkılmaz bir hale doğru yol alması tesadüf değil. Ulaşım, yerleşim ve tüketim anlamında yaptıklarımız sonucunda doğaya zarar veriyor, bir anlamda kendi ellerimizle kendi sonumuzu hazırlıyoruz. Bu öylesine bir kısırdöngünün içerisine sokulmamıza yol açıyor ki, daha fazla konut yapıyor bununla birlikte daha çok insani belirli alanlara sıkıştırıyor ve başta trafik yoğunluğu olmak üzere, hayatımızın her alanını yaşanmaz kılıyoruz.
Su kaynaklarının yapılaşmaya açılmasından tutun da, ağaçların yok edilmesine kadar bir dizi etkinlik yüzünden iklimsel değişiklikleri tetikliyoruz. Betonsever bir anlayışa sahip olduğumuz için bütün her yeri beton yaptığımız takdirde modern, çağdaş olacağımız gibi bir takıntıyla hareket ediyoruz. Böyle olunca da bir zamanlar doğayla uyumlu olan ve yağan yağmurların, karların toprakla buluşmasını sağlayacak olan mekanizmaları da yok ediyoruz.
İstediğiniz kadar yeni yollar yapın, kanallar açın söz konusu olan bu sorunu ortadan kaldıramadığınız müddetçe bütün yollarınız özellikle de denize kıyısı bulunan kentlerinizde su ile birleşmeye başlıyor. Her yağmur sonrası görüntüler daha da tuhaflaşıyor ve canını kurtarmak için yüzmek zorunda kalandan, otobüsün tepesinde kurtarılmayı bekleyenlere kadar farklı ama aynı dertten muzdarip olanların durumları değişmiyor.
Tabii bir de yaşanan afatın boyutlarına vurgu yaparak işin içerisindeki sorumluluklarını hiçbir şekilde kabul etmeyen yetkililer meselesi var. Bu öyle garip bir durum ki benim belediyem senin belediyen ayrımı üzerinden giderek sosyal medya kanalı ile rakibini gömmeyi matah bir şey sananları da beraberinde getirebiliyor. Kendi kapısının önündekileri süpürmekten aciz olanların, zevahiri kurtarmak için diğerlerine laf etmesi alışık olduğumuz bir durumdur. Ama bu davranış, yaşadığımız sıkıntıları gidermediği gibi sorunları da çözmemektedir.
Bu ülkede iktidarlar değişse de taşa toprağa para gömme ve sürekli olarak kaldırım yapma, yol düzenlemelerinde bulunma anlayışı değişmemektedir. Bu kadar çok yollarla oynanan buna karşın yollarının her yağmur sonrasında sular altında kaldığı başka bir yer var mıdır acaba? Son model arabalar kullanıyor, son teknoloji cihazları bulundurabiliyor ve çok hızla binalar yapabiliyoruz. Buna karşın kentlerimizi bir türlü yaşanabilir mekanlar haline dönüştürmeyi başaramıyoruz.
Yaptığımız binalarımız, inşa ettiğimiz kentlerimiz, yollarımız doğa ile uyum içerisinde olmadıkları için bütün doğa olaylarında yüreğimiz ağzımızda yaşıyoruz. Depreme dayanıksız, heyelan riskini taşımayan veyahut sel tehlikesine karşın dere yataklarında bulunmayan evler inşa etmek yerine bizler, tam tersini yapmayı ‘normal’ görüyoruz! Başımıza felaket geldiğinde, can ve mal kayıpları yaşadığımız zamanlarda ise bu kez devletin bize yardım elini uzatmasını istiyoruz.
Rant uğruna yeşil alanlarımızı, ekilebilir verimli topraklarımızı, endemik bitkilerin bulunduğu ormanlarımızı imara açıyor ve dönüşü olmayan bir yola, hep birlikte ‘son kararımız’ diyerek giriyoruz. Kentlerimizin ödediği bedeli aslında hepimizin ödemekte olduğunu ve ilerleyen aşamada ödemek zorunda olacağımız bedellerin çok daha fazla olacağını göremiyoruz.
Akıllı binalar yapmakla, metroya veya ulaşım araçlarına beş dakikalık mesafelerde binalar inşa etmekle iş bitmiyor. Bütün ülkeyi büyük kentlere toplama düşüncesinin bir faturası olacaktı ve işte o fatura şimdi önümüze yağan yağmurlarla birlikte çıkıveriyor. Son model binalar ve arabalar buna karşın karşıdan karşıya geçilemeyen sular altında kalmış sokaklar, yürünemeyen kaldırımlar kısacası doğanın yaptıklarımızı geri püskürtmesi.
Son bir nokta içinde yaşadığınız kentin sıkıntıları ve yanlışlarını eleştirdiğiniz takdirde iktidar veyahut muhalefet yanlısı olmazsınız. Daha iyi bir kent ve daha yaşanabilir organizasyonlar için gördüğümüz yanlışlıkları eleştirmek en doğal vatandaşlık hakkımızdır. Kentlerimizin ödediği bedellerin AKP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi veya HDP’lisi yoktur. Yaşanabilir çevresel ortamlara sahip olunabilen, rahatça ulaşım sağlanan ve yeşil alanlarıyla hemşerilerinin boş zamanlarında nefes alabildiği kentlere ihtiyacımız var.
Daha yaşanılabilir kentler için göstermelik değil gerçek anlamda demokratik katılımın sağlanabildiği yerel yönetim anlayışını hayata geçirmek durumundayız. Aksi halde denizi olduğu halde deniz kenti olamayan, doğal güzelliklerini tahrip etmek suretiyle hem bugününü hem de yarınlarını yok eden kentleri konuşmayı sürdürürüz. Bu arada her yağmur sonrası aynı görüntüler üzerinden ahlar-vahlar ederek, ömürlerimizi tüketmeyi ve boyutları her defasında daha da katlanacak olan bedelleri ödemeye de devam ederiz.