Ahmet Talimciler

02 Kasım 2017

Kaderimiz, sözlerimiz aynı fakat…

Kafir-Gerici ikilemi içerisine hapsedilen bütün toplumsal tarihimizi ve oradan uçup giden hoşgörü edebiyatımızı, yaşantımızı görebiliriz

Batılılaşma sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ile birlikte bu topraklar ikili bir yapının birbirleriyle olan ilişkilerindeki gidip gelmelere sahne olmaya başlamıştır. Adeta bir kader haline dönüşen bu ikilik, zaman içerisinde ortadan kalkmamış hatta tam tersine daha da derinlere sirayet eden bir görünüm arz eder hale dönüşmüştür. Önce Osmanlı’da ardından Cumhuriyet’te devam eden karşılıklı atışmalar, uzun bir süre boyunca her iki cenahın da kendisine özgü bir yaşam alanı oluşturması ile birlikte daha farklı bir boyuta taşınmıştır.

İttihatçıların başlattığı cumhuriyeti kuran kadronun devam ettirdiği gelişmelerin ardından modern hayatın ve onu çevreleyen kurumların etkisinin daha yoğun bir biçimde hissedildiği bir döneme geçilmiştir. Tepeden inme gerçekleştirilen uygulamalar sonrasında evrensel değerlerin savunuculuğunu yapanların yanı sıra bütün bu olup bitenlere zinhar karşı çıkan bir kesim de, alttan alta kendi düşüncelerini yaymaya devam etmiştir.

Burada asıl belirleyici olan idareci zihniyet anlayışının son derece pragmatist yaklaşımlarla bulunduğu konumu muhafaza etme arzusu olacaktır ki, bu durum tüm yaşadıklarımızda büyük bir etkide bulunacaktır. Aynı zamanda yönetsel zihniyet açısından da bu ikiliğin var olan iktidarın sürdürülmesinde büyük bir katkısı bulunmaktadır. Klişeleşmiş yaklaşımlar sadece söylemleri değil aynı zamanda hayatın akışı içerisindeki uygulamalarımızı da belirleyecektir.

Kafir-Gerici ikilemi içerisine hapsedilen bütün toplumsal tarihimizi ve oradan uçup giden hoşgörü edebiyatımızı, yaşantımızı görebiliriz. Eski ile Yeni arasındaki uzlaşmaz çelişkiler temelinde hayatı kompartımanlara bölmeyi bu denli sevmemiz sonucunda, maalesef birbirine hep dışarıdan bakan ve böyle yargılayarak kendini temize çıkaran yapılara sahip olduk. Oysa bu iki kavramın birbirleri olmadan bir anlam ifade etmeyeceği gerçeğini ve oradan da hayatın farklı zaman dilimlerinde farklı şekillerde değerler yarattığını göremeyecek kadar körleştik.

Bugün yaşadığımız bütün bu gerilimlerin, kabusların, karşılıklı salvoların arkasında koskoca bir geçmiş yatıyor ve orada bulunanlar giderek bize daha yabancı bir hale dönüşüyor. Geleneğine de değerlerine de sahip çıkamayan buna karşın içinde yaşadığı dünyanın ortaya çıkarttıklarını da melez bir halde yaşamaya çalışan çelişkilerle dolu bir ülke burası. Burada akıl da gelenek de tökezleye tökezleye ilerlemek zorunda bırakılıyor. Hayatı kendi ritmi içerisinde olduğu gibi değil her defasında tepeden inmeci müdahalelerle kesintiye uğratılması sonucunda bütün insanlarımız ve insanlığımız eksik kalıyor.

Çok fazla söze gerek yok aslında birbirlerinin adeta ikizi gibi olan aynı dili farklı amaçlar için kullanan kardeşlerden söz ediyoruz. Bunun örneği hele şu son yıllarda istemediğiniz kadar öylesine çok ki. Maalesef burada asıl konu hep kadınlar üzerinden tarif ediliyor ve kadınlar her iki kesim açısından da karşı tarafı rencide etmek, aşağılamak hatta ayıplamak için kullanılıyor.

Örneğin bir ilahiyatçı çıkıp kadınların kot pantolon giymelerini, sokağa dar kıyafetlerle çıkmasını, kaş-bıyık aldırmasını eleştiren laflar ediyor. Bir başkası başı kapalı olmayan kadınları soyulmuş elma-portakal gibi niteliyor. Bunun karşısında yer alan kesimden bir eski televizyoncu, cadılar bayramı kutlu olsun mesajında çarşaflı kadınların fotoğrafını paylaşıyor. Benzer şekilde başı kapalı, çarşaflı kadınlar üzerinden açıklamalar yapanlar görülüyor.

Dikkat çekici olan husus özellikle sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlarda hangi tarafta olursa olsun aynı cümlelerin(siz insan mısınız?, iğrençsiniz bunlardan sadece iki tanesi) kullanılıyor olmasıdır. Tek fark birbirlerini itham ederken kullandıkları gerici veyahut kafir ifadesidir. Aynı toplumsal yaşamın içerisinde birbirinden giderek ayrışmaya başlayan ve bunu gittikçe de ön plana çıkartmaya başlayan bir kitle ile karşı karşıya kalıyoruz. Burada siyasetin dilinin her geçen gün biraz daha fazla itham edici ve karşı tarafı suçlayıcı bir hal almış olmasının da büyük bir etkisi bulunmaktadır.

Siyasetin dili gerildikçe, bu sadece orada kalmıyor aynı zamanda tüm toplumsal hayatın da gerilmesinin önünü açıyor. Zaten iki farklı dünya görüşü ve iki farklı anlayış ile olup bitenleri anlamaya çalışan kitleler var, bir de buna bu ikiliği arttırmak için elinden geleni yapan siyasetin dilini eklediğimiz de, işler daha da içinden çıkılamaz bir hale dönüşmektedir.

Edebi cümleler olarak birlik ifadelerinin kullanılması ve sık sık seferberlik, ikinci kurtuluş savaşı laflarının kullanılması, böylesi bir toplumsal iklimde gerçekçi bir durumu ortaya koymaktan uzaktır. Bu ülkenin hepimizin yurdu ve parçası olduğu gerçeğini, ayrım yapmadan ve şarta bağlamadan kabul etmek durumundayız. Elimizde var olan ve daha iyi hale getirmemiz gereken bir devlet bulunuyor, bunu ne dersek diyelim veyahut nereden bakarsak bakalım önce içinde yaşayan insanlarımızı, iyi yaşatmayı kendimize amaç edinmeliyiz.

Ardından ideallerimiz kadar gerçeklerimizi de hayata geçirebilecek adımları fark gözetmeden atabilmeliyiz. Bu ülke ne gidenlerin ne kalanların gerçek anlamda ülkesidir, kalanlar da en az gidenler kadar bu ülke sevdalılarıdır. Buna karşın gidenler veya gitmeyi düşünenler de sadece kendilerini düşündükleri için gitmeyi arzu etmemektedirler. Hayatlarımızı birbirine temas ettirerek, buna karşın birbirimizi kırmadan, dökmeden ve asgari müştereklerde bir araya gelerek sürdürebilmeyi öğrenmek durumundayız. Tıpkı büyük ozanımız Aşık Veysel’in dediği gibi;

Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?

Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?

Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum?

Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk, kardaşık.
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım?

Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesinden sevgili dostum Prof.Dr. Canan Koca Arıtan hocamız İstanbul maratonunda öğrencilere burs sağlayabilmek için koşacağını iletti, ben de sizlere aktarıyorum.