Bu ülkede hayat sanki her seferinde önümüze aynı filmi tekrar tekrar koyma konusunda bizlere oyun oynamaya devam ediyor. Yaşadığımız her büyük acının arkasından benzer görüntüler ile sarsılmaya ve olan bitenleri kısa bir süre sonra unutmaya devam ediyoruz. Sadece son birkaç yılda değil geriye doğru filmi başa sardığımızda kişileri aradan çıkartın maalesef söylenenlerin hep ama hep aynı olduğunu göreceksiniz: İhmali Olanlar Cezalandırılacaklar, Misliyle Karşılık Verilecek, Devletimiz Yaraları Saracaktır vb. gibi. Sadece siyasilerimiz değil vatandaşlarımız da yaşadıklarını hep aynı cümle ile açıklamak suretiyle kendisini rahatlatmayı tercih etmektedir: KADER.
Bu sihirli kelime sayesinde tüm yaşadıklarımız belirsizleşmekte ve yaşananlarda sorumlulukları olanlara hiçbir zaman dokunulmamaktadır. Kader ile sorumluluk arasındaki ilişkide kader ağır bastıkça ülkemizde analar ağlamaya devam edeceklerdir. Yaşadığımız ve sonucunda kimsenin sorumluluk almadığı olaylara bir yenisi daha eklendi. Uzun bir zamandan bu yana yapıla geldiği gibi yine yayın yasağı ile olan biten kamuoyunun önünden çekip alındı. 11 tane çocuğumuz ihmaller zincirinin kurbanı olarak yanarak can verdiler.
Farklı yerlerde yaşadığımız benzer acılarımız da olduğu gibi bakanlar, milletvekilleri olay yerine derhal intikal ettiler. Aileden sorumlu sayın bakan mikrofonlara tam beş kez ‘ailelerimizin acılarını paylaşmak için buradayız’ mesajını verdi. Ayrıca ‘ihmali olanlar sonuna kadar cezasını çekecekler’ cümlesini kurmak suretiyle kendisine sorulan yangın merdiveni kapısının kilitli olduğu yönündeki sorunun önünü de kapsamlı bir biçimde soruşturma sürdürülecektir ifadesiyle kesiverdi. Pamuk ipliğine bağlı hayatlar yaşayan ve ölümün bu kadar kolay olduğu bir ülkede, yaşananlar karşısında ihmali, kusuru olanların sanki hiçbir şey olmamış gibi davranması da kolaylaşıyor. Hiçbir sorumlunun sorumluluk almadığı, herkesin yaşananlar karşısında bir başkasının suçu olduğunu düşündüğü bir toplumsal cinnet hali içerisinde yaşamaya çalışıyoruz.
Ülkemizin yaşadığı en büyük depreminin ardından yıkılan devlet binalarına ruhsat veren yetkililer acaba şimdi neredeler? En son Soma’da yaşadığımız maden felaketi sonrasındaki görüntüleri hatırlıyor muyuz? O günden bugüne kömür çıkartma alanında çalışan işçilerimizin tıpkı yurtdışındaki meslektaşlarında olduğu gibi hayatta kalmalarını sağlayacak olan ‘yaşam odaları’ madenlerde zorunlu hale getirildi mi?
Soruları ve örnekleri çoğaltabiliriz ancak yanıtlarımızın değişmeyeceğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bunların hiçbirisi olmadı ve olmayacak da. Bir sonraki kaderimize kadar aynı gelişigüzel yaşamlarımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Bir hiç uğruna ölümler ve ocaklara ateşlerin düşmesi bitmeyecek! Olanların hemen akabinde devlet yetkilileri aynı yüz ifadeleri, aynı sözler ve aynı vaatlerle acılarımızı hafifletmek için çaba gösteriyormuş gibi yapacaklar. Tam sekiz yıl önce Konya’da yine bir kız öğrenci yurdunda göçük yaşanmış ve orada da çocuklarımız birer ikişer toprağa verilmişlerdi. O günden sonra eğer gerçek anlamda tedbirler alınmış ve hayata geçirilmiş olsaydı dün gece yaşanan ölümler olmayabilirdi.
Bu ülkenin kaderi ve geleceği, ülke insanlarının demokrasi ve hesap verilebilirlik düşüncesi ile olan ilişkisine bağlıdır. Demokrasiyi ve katılımı hayatının her alanına yayamadığımız sürece sorumsuz sorumlular hayatlarımızı karartmaya, analarımızı ağlatmaya devam edeceklerdir.
Afyon’da, Reyhanlı’da, Uludere’de, Soma’da ve son olarak Adana’da olanların üzerini sadece kader ile örtemeyiz. Bu ülkenin çocukları, gençleri, işçileri, askerleri, kadınları bir hiç uğruna ölüyorlar ve ölümler üzerinden her defasında biraz daha fazla ayrışıyoruz. Acının yürekleri kor gibi yakan, burnumuzun direğini sızlatan, göz pınarlarımızı boşaltan etkisi bile siyasal çekişmelere yenik düşüyor. İnsanın değerinin olmadığı yerde ölümün, ölümlerin de değeri düşük hale dönüşür.
Ülke olarak sorumsuzluk sarmalı içerisine gömüldükçe ölümlerimizi de normalleştirmek suretiyle ucuzlatıyoruz. Toplumsal belleğimiz unutma ve rahatlama ile huzur buluyor. Hızla unutuyoruz ve unuttuğumuz hızla birlikte yeniden unutacağımız ölümlerle karşılaşıyoruz. Her yeni kazanın ardından aynı cümleleri bir araya getirmeyi sürdürüyoruz. Aynı görüntüler, aynı sahneler ne acıdır ki aynı ölümler!
Her kazanın arkasından olay yerini incelemeye gelenler ve onlar için alınan ama ölenlere çok görülen güvenlik önlemleri ekranlardan hayatlarımıza sirayet ediyor. Bir yanılsama içerisinde yaşayıp gidiyoruz; her şey bizim için planlanmıştı, bizim mutluluğumuz, güvenliğimiz, geleceğimiz, hayatımız önemliydi diyebilmeliydik.
Vicdanlarımızı kişisel ihtiras ve çıkarlarımızın önüne geçirmekten alı koyabilmeliydik oysa bütün bunları yapmaktan çok ama çok uzağız. Kendi içimizde öylesine büyük fırtınalar yaşıyoruz ki dünyanın sadece bizim etrafımızda döndüğü algısını hemen kabullenip nerede bulunduğumuz unutuveriyoruz. Dilerim Adana’da yaşananlar gerçekten hepimiz için ders olur, kaderden önce sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gerektiğini bize öğretir!