Ahmet Talimciler

08 Mayıs 2017

İvedikleşiyoruz!!!

Bağlamın olmadığı, konunun bir karakterin yapıp ettikleri üzerinden yürütüldüğü bir seriden söz ediyoruz...

Son yazımda televizyon ekranlarından hayatımıza transfer edilen bir ‘erkek tipinden’ söz etmiştim. Muktedir olan ve yeni dönemdeki erkeğin tarifini yapan ya da bir başka deyişle erkekliğin kitabını yazan bir tip. Güçlü, yetkin, iyi arabalara binen, lüks evlerde oturan ve istediği her şeyi yapabilen bir erkek tipi. Televizyonlarda gördüğümüz bu erkeğin farklı bir varyasyonunu oluşturmakla birlikte aslında erkek imgemizi tamamlayan bir figürümüz daha var. Recep İvedik olarak adlandırılan serinin ortaya çıkarttığı ve her yeni filmle birlikte biraz daha fazla eleştirilen buna karşın her seferinde biraz daha fazla gişe hasılatı yapan bir film ile onun hayatımıza soktuğu karakter. 2017 yılının ilk dört ayında sinema salonlarımızda Recep İvedik 5 filminin rüzgarı esti ve film 372 milyonluk gişe hasılatının %22’lik kısmını 85 milyon lirayla birlikte 7.3 milyon izleyiciye ulaşma başarısı ile bir ilke imza attı. 1989 yılından bugüne kadar en çok izlenen 100 yerli film içerisinde ilk onda dört tane Recep İvedik filmi yer alıyor. Nereden bakarsanız bakın bu hakikaten büyük bir başarı olarak görülür ve filmin oyuncularına, yapımcılarına büyük paralar kazandırtan bir proje olarak takdirleri üzerine toplar.

Peki gerçekten böyle mi? Yoksa bütün bu seyirci sayılarına ve elde edilen gişe hasılatlarına karşın bu seriyi göklere mi çıkarmamıza engel olan başka noktalar var mı? Öncelikle bu projenin ülkemizdeki bütün eleştirilere karşın izlendiği gerçeğini teslim etmek durumundayız. Yani lafa geldiğinde ben izlemiyorum, kesinlikle takip etmiyorum diyenlere karşın beş film yirmi altı milyon beş yüz bin kişi tarafından sinemalarda izlenmiş ve iki yüz elli milyonluk bir gişe hasılatına ulaşmış. Rakamsal boyutlarda sinema tarihimiz içerisindeki diğer rakiplerini fersah fersah gerilerde bırakan bir yapım serisi ile karşı karşıyayız. Buraya kadar işin gişe ve hasılat boyutlarıyla her şey istenebilecek olanların en iyisi şeklinde gerçekleşiyor. Ancak geriye neler kalacak sorusunu sormaya başladığımız anda işler tam tersi bir şekle bürünüp bambaşka bir hale dönüşüyor. Popüler kültürün hızla tükettiği ürünler yelpazesi içerisinde bu serinin yıllar sonraya ne kadarının kalabileceği tartışmalı! Bununla birlikte asıl üzerinde durmamız gereken ise hiç şüphesiz bu karakterin içinden çıktığı toplumsal hayat ile kurduğu bağlantının etkileri olmalı. Çünkü daha şimdiden sokaklarda tıpkı Recep İvedik gibi sakalları ile dolaşan ve bu halinden son derece memnun, mesut olan tipler görmeye başladık bile. Yakın bir zamanda sokakta yürürken ben de böyle bir kişiyi gördüğüm de açıkçası çok şaşırdım ancak etraftaki insanların tıpkı benim yaptığım gibi aynı kişiye baktıklarını ve onun hakkında konuştuklarını gördüğümde olan biteni daha farklı bir şekilde anlamaya gayret ettim. Sokaklarımızda, trafikte, spor sahalarında, apartmanlarımızda, kısacası hayatlarımızın her alanında Recep İvedik karakterinin sinema ekranlarına abartılı bir biçimde taşıdığı tiplerle karşılaşıyoruz.

Duruşlarıyla, konuşmalarıyla, tavırlarıyla çoğu zaman korku uyandıran hatta bu kadar da olmaz dedirten bu tipleri sinema ekranlarında gördüğümüz zaman normal hayatlarımızda onlara karşı yapamadığımız gülme edimini gerçekleştiriyoruz. Öte yandan on yıldır Recep İvedik karakteri sinema aracılığıyla toplumsal hayatımızda ete kemiğe bürünmüş bir hale dönüştü. İvedik karakteri yaratıcısı olan Şahan Gökbakar’ın bile önüne geçmek suretiyle bambaşka bir hale bürünüverdi. Aslında yakından bakıldığında Recep İvedik karakterinin yaptığı pek çok hareketin benzerlerinin gündelik hayatın içinde pek çok insan tarafından yapıldığını ancak İvedik ile birlikte bütün bunların da normalleştirildiğine şahit oluyoruz. Daha önce kalabalıkların arasında yapılmayan davranışlar sinema ekranları üzerinden toplumsal hayatımıza transfer ediliyor ve ‘yapılabilirliği’ kabul görüyor. Sokağın hayatımızdaki etkisi geçmişle kıyaslanmayacak kadar azalmakla birlikte çocuklarımızın, gençlerimizin özellikle de genç kızlarımızın bu kadar çok küfür etmeleri üzerinde düşünmek durumundayız. Ve çok ilginç bir şekilde söz konusu olan bu seri filmlerin hepsinde bolca küfür olmasına karşın, bu küfürlere gülen bir kitle var. Küfre gülüyor ve edilen küfürleri kısa bir süre sonra kendi konuşmaları içerisine serpiştiriyorlar.

Devekuşu Kabare geleneğinin Türkiye’de tiyatro ve sinema alanında çok büyük etkileri olmuştur. Zeki Alasya, Metin Akpınar ve Kemal Sunal’ın oynadıkları bütün filmlerde bu etkiyi fazlasıyla hissedersiniz. ‘Eşşeoğlu Eşek’ lafını Sunal’ın filmlerinde sık sık duyarız ancak ne onun filmlerinde ne de Zeki-Metin ikilisinin filmlerinde şimdiki İvedik filmlerinde olduğu gibi küfürler işitmezsiniz. Eskiden daha mı az küfür ediyorduk? Hayır ancak küfrün kullanıldığı yerlerin ve ne şekilde icra edilebileceğinin bir yeri ve zamanı vardı. Şimdi ise konuşma haznemiz içerisinde küfrün gündelik kelimelerin arasına serpiştirildiği bir dönemden geçiyoruz. Hiç abartmıyorum genç kızlar ve genç erkeklerin konuşmalarında bol bol küfür ediliyor ve sürekli olarak yapılan esprilerin içerisinde küfürlü konuşmalara yer veriliyor.

Bağlamın olmadığı, konunun bir karakterin yapıp ettikleri üzerinden yürütüldüğü bir seriden söz ediyoruz buna karşın bu seri şimdiye kadar ülke nüfusunun üçte birlik rakamından fazlası tarafından izlenmiş vaziyette. Burada yapıp edilenleri göz ardı etmek ya da aşağılayıcı anlayışlar içerisine girmek bir çıkar yol olarak görülemez. Tam aksine bu ve benzer elitist yaklaşımların bakış açıları sayesinde toplumsal hayatımız içerisinde olan biten pek çok konu ve alanda olduğu gibi burada da yaşananları okuyamama durumu ile karşı karşıya kalırız. İvedikleşme diye niteleyebileceğimiz bir anlayışın emarelerini doğru şekilde yakalamak ve bunun üzerinden olup bitenlerin farkına varmamız gerekiyor. İvedik bir prototip ve bunu sadece bir film karakteri olarak değerlendirdiğimiz takdirde yaşadığımız pek çok olaydaki etkileri eksik kalmış olacaktır. Siyasetten, medyaya, eğitimden sokaklarımızda yaşadıklarımıza kadar pek çok alanda İvedikleşmenin etkileri ile karşılaşmaktayız.

Giderek daha fazla cehaletin prim yaptığı ya da yaptırıldığı bir ülke haline dönüşüyoruz. Ölçünün kalmadığı, insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde sınırların alt üst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bütün değerlerimizin erezyona uğraması ile birlikte sözel şiddet biçimi olarak adlandırdığımız küfür bile gündelik olan söz ile yer değiştirmeye başlıyor. Bir dil olarak ‘erkekçe’ sadece erkekler tarafından değil kızlar tarafından da kabul görmeye başladığı andan itibaren edilen küfürlerin cinsiyeti ortadan kalkmış oluyor. Bütün gençlerin birbirinin kankaları olduğu ve hepsinin birbirlerine aynı şekilde hitap ettiği bir ortamda, bir argo enstrümanı olarak küfrün yeri bambaşka bir hale bürünüyor. İvedikleşme üzerinde durmaya başladığımız her an aslında bu ülkenin siyaset yapılanması içerisindeki bozulma kadar siyasetimizin popülist damarla kurduğu ilişki üzerinde de yeniden durmamız gerekecektir. Eğitim sisteminde yaşanan yozlaşmadan başlayarak, siyasetteki, gündelik hayattaki ve medyadaki bozulmaya kadar her alanda karşılığı olan bir anlayış üzerinde kafa yormalıyız.

Şahan Gökbakar’a ve onun yarattığı Recep İvedik karakterine yönelik küçümseyici eleştirilerden ziyade bize tuttuğu ayna için kendisine bilakis teşekkür etmemiz gerektiği kanaatindeyim. İvedikleşmemiz Gökbakar ve onun İvedik serisinin sonucunda gerçekleşmedi bu seri yaşadıklarımızın adının konmasına vesile oldu. Biz sosyologlara düşen ise konulan bu karakterin yarattığı etkilerin toplumsal hayattaki karşılıklarının neler olduğu ve nerelerden beslendiğini ortaya koymak olmalıdır.