Ahmet Talimciler

07 Aralık 2017

İçerde ve dışarda gerilim tırmanırken

Özgürlükler, demokrasi, tek adamlık veyahut rüşvet, dini bir takım uygulamalar vb. gibi onlarca konu üzerinde yazan, çizen, konuşan, tartışan çok sayıda insan var

Hem ülke içerisinde hem de dışarısında haberlere konu olacak olay sayısında müthiş bir artışın yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bir anlamda gerçekten tarihe tanıklık edilen ama öte yandan bu tanıklığın ‘keşke hiç olmasaydı’ dediği dönemlerden. Çünkü giderek gerilim yükseliyor ve bunun karşısında durabilme olasılığı da zayıflıyor. İşte böyle bir gündem içerisinde, neyi nereden görebilmemiz gerektiğinden tutun da derinlikli analizlere kadar uzanan bir çizgi de yayınlar yapabilen bir gazeteciliğe tam da şu anda ihtiyacımız var.

Bir zamanlar yanında bulunmaktan çok keyif aldığımız ama son dönemlerde aramızın limoni olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin başında, söyleyecekleri ve yapacakları ile tüm dünyayı alt üst edebilecek olan bir başkan yer alıyor. Son çıkışı ile birlikte zaten allak bullak olan Orta Doğu coğrafyası açısından, olabilecekler konusunda biraz makul ve mantıklı olan hiç kimse olumlu görüş bildirmiyor. Ama buna karşın adım adım gerilimi tırmandıran ve bunu adeta pazarlayan bir anlayış hızla ilerlemeyi de sürdürüyor.

Bu kriz konusunda ülkemizden ‘Kudüs’ün Kırmızı Çizgimiz’ olduğu açıklaması yapıldı, Avrupa Birliğinden tutun da çeşitli Avrupa ülkelerinin liderlerine kadar bunun oluşturacağı sıkıntıları dile getirenler oldu. Bazı İslam ülkelerinden münferit açıklamalar gördük ancak asıl üzerinde durulması gereken, ülkemizde de sık sık karşılık bulan ‘ümmetin’ pek çok konuda olduğu gibi bu son derece önemli konuda bile bir araya gelememe halinin devam ediyor olmasıydı.

Kendimizi uzun bir süreden bu yana tüm olup bitenler karşısında tarihten gelen sorumluluklarla hareket ettiğini ileri süren bir ülke konumuna koyuyoruz ancak bizim bu tavrımız kabul ve destek görüyor mu? Sorusu orta yerde durmaya devam ediyor. İslam ülkelerinin son elli yıl içerisinde İsrail devleti ile yaşadığı gelişmeler ve ardından ortaya çıkan süreçteki tavırları hiç de düşündüğümüz gibi olmadı!

Bu coğrafya içerisinde sürekli olarak kan ve gözyaşının dinmediği arkası hiç dinmeyen bir oyun oynanmaya devam ediliyor. Ve bu oyunun ana aktörleri de beklediğiniz gibi Müslüman ülkeler de değil. Hatta tam tersine giderek çemberin daraltılmasına yol açacak olan gelişmelerin Arap Baharı adı altında başlatıldığı süreçten bu yana, giderek daha da zor zamanlar bu coğrafyayı bekliyor. Çünkü yine burada ortaya konulan ve kitlelere sunulan görüntü tüm dünyayı tehdit edebilecek olan bir anlayışın burada filizlendiği yolunda.

Çok değil bir altı ay öncesine dönüş yapalım ve Amerika Birleşik Devletlerinin bazı İslam ülkelerine yönelik vize uygulamalarını hatırlayalım. Aslında adım adım geleceğe ilişkin uygulamalar şekillendiriliyor ve biz ülke olarak kendimizi ‘oyun kurucu’ veya ‘asli unsur’ olarak nitelesek bile durum böyle gerçekleşmiyor! Hatta dengeler hızla değiştiği için, kendimizi nerede ve ne şekilde konumlayacağımız meselesi de giderek daha karmaşık bir hal alıyor.

‘Coğrafya Kaderdir’ diyordu İbn-i Haldun ve herhalde bu sözün ülkemiz kadar kendisini hissettirdiği, dünya üzerinde çok az ülke vardır. Bir tarafınız sürekli olarak karışıklıkla iç içe geçmiş iken bunun sizin ülkenizin iç işlerine yansımaması mümkün değildir. Bu açıdan ülkemizin dışında olup bitenleri çoğu kez içine aksettiği ve içerideki siyaseti de etkilediği bir süreçten geçiyoruz.

Özgürlükler, demokrasi, tek adamlık veyahut rüşvet, dini bir takım uygulamalar vb. gibi onlarca konu üzerinde yazan, çizen, konuşan, tartışan çok sayıda insan var. Buna ek olarak sık sık yapılan anketlere de yansıyan bir karşılıklı kutuplaşma sorunu giderek daha yakıcı bir hale bürünmekte. Ve bu durum son dönemlerde siyasetin dilinin her geçen gün daha üst perdeden hakaret dozajı içeren ifadelerle iç içe geçmesine yol açmakta.

Hangi olay olursa olsun çok kısa bir zaman içerisinde ikili bir yapının tezahür ettiği bir durumla karşı karşıya bırakılıyoruz. İşin ilginç yanı ise bu zihinsel bölünme sürecinin tarafları arasındaki diyalog kadar, olan bitenler karşısında haberdar olma durumları da gittikçe tuhaf bir hale bürünüyor. Kökten bir reddediş ve kabulleniş ile karşı karşıyayız, ayrıca bu durum her alana sirayet etmeye başladı.

Dünya siyasi literatüründe göremeyeceğimiz örnekleri de yine ülkemiz örneği üzerinden görüyoruz. Örneğin bir muhalefet partisinin kayıtsız şartsız iktidar partisini her konuda desteklediği bir durum vaki değildir. Biz de ise son derece sıradan bir durummuş gibi görünüyor ve böyle lanse edilmeye devam edilebiliyor. Zaten karışıklığın her alanda böylesine normal olarak kabul görmesi de bir anlamda anormalliğin normal haline gelmesine ve bu şekilde benimsenebilmesine de yol açıyor.

Tuhaf zamanlardan geçiyoruz ve bu an’ların dışında nefeslenmek, durup sakin kalabilmek de giderek güçleşiyor. Gerilimli ortam bir anlamda hepimizi kendisinin içerisine çekip aklıselim davranışlardan uzaklaşmamıza ve kavgacı bir ruh halinin kabul görmesine neden olabiliyor. Oysa tam da bu zamanlarda gemi tartışmalarının ve kavgaların dışında birbirimize daha fazla ihtiyacımız bulunuyor. Bunun farkında olmadığımız gibi, tıpkı bizim gibi olan buna karşın aynı düşüncede bulunmayan insanlarla da aramızdaki mesafeyi açıyoruz.

Tüm dünyada yaşanan gerilim halinin bizim ülkemize yansıması daha da sıkıntılı oluyor. Zaten hazır kıta beklediğimiz ruh halimizle birleştiğinde, ortalığın toz duman haline dönüşmesi ve öfkenin patlaması kaçınılmaz oluyor. Buna karşın herkesle kavga etmek ve tabii kendi kendimizle de uğraşmak yerine biraz sakinleşmek, sükuneti muhafaza etmek ve konuştuklarımıza daha fazla özen göstermek durumundayız.

Gerilimin girdabı içerisine kendimizi kaptırmamız çok kolay olmakla birlikte o girdabın içerisinden kurtulmamız çok ama çok zor olacaktır. Duygularımızın peşine düşmek ve akıldan uzaklaşmak en son ihtiyacımız olan durumdur buna karşın karşılıklı tehditler savurmak ve tribünlere oynamak hiç kimseye huzur getirmeyecektir. Bu ülkenin ve bu ülkenin tüm insanlarının huzura, umuda, yarınlara tekrar güven duymaya ihtiyacı bulunmaktadır. Mutluluk hülyamızı çoğaltamazsak, zihinsel mesafelerin açılması sürecinin de hızlanmasının önünü açar ve gerilim filmini bu kez çok daha derinlerde iliklerimize kadar yaşamak zorunda kalabiliriz!