Türkiye her geçen gün biraz daha fazla terörün yarattığı korkuya ve bu korku sonrasında tüm ülkeye yayılmaya başlayan ümitsizliğe teslim olmaya başladı. Yaşadığımız can kayıpları sonrasında insanların sokağa çıkmaya tereddüt ettikleri ve yaşamlarını olabildiğince evlerine kapatmaya başladıkları bir döneme girdik. Ülkemiz içerisinde olası patlamalar konusunda yurtdışı elçiliklerinin açıklamalar yapmaları ve kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamaları ise durumu daha da tuhaf bir hale soktu. Ankara’da yaşanan bombalamanın ardından hedef olarak gösterilen dört ilden birisi olan İstanbul’un kalbinde Taksim’de patlama gerçekleşti.
Hedefte son bir haftadır Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanacak olan karşılaşmanın olduğunu da yine sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulan fısıltı gazetesinden öğrendik. Nevruz kutlamalarının gerginliğinin bulunduğu bir gün içerisinde elli bin taraftarın bulunduğu bir mekanı kontrol altında tutmak cesaret isteyen bir karardı. Ancak işin tuhaf yanı ısrarla bu durumun bile bile karşılaşmanın oynatılmak istenmesiydi.
Güçlü istihbarat açıklaması adı altında derbinin önce seyircisiz oynanacağı ardından da ileri bir tarihe ertelendiği kamuoyuna duyuruldu. Tabii arada kulüpler arasındaki federasyonla yapılan görüşmeler, maça çıkmama tehditleri gibi hadiseler de durumu nasıl gördüğümüz konusunda ileriye dönük tarihe notlar düşmemize vesile oldu. Dünyanın her yerinde böylesi büyük tehditler karşısında insan hayatını öne alan anlayışlar devreye girer ve gereken önlemleri almak suretiyle tartışmaya mahal vermez. Bizde ise her alanda olduğu gibi bu alanda da tartışılacak ve olanların arkasında onlarca komplo teorisi uyduracak bir zihniyet dünyası devreye girer.
Fransa’da yaşanan saldırının ardından Avrupa’daki milli takımlar arasında oynanacak olan bazı hazırlık karşılaşmalarının başta Berlin olmak üzere ertelendiğini gördük. Hiç kimse alınan karar sonrasında işin güvenlik boyutunu tartışmaya açmadı ya da yaşananlar üzerinden kendi hükümetlerine dönük eleştiriler sıralamadı. Bu ülkelerde siyasetin sürekli olarak ‘birlik ve beraberlik’ edebiyatı üzerinden yapılmadığını ve farklılıklar temelinde demokratik bir yaşamın öne çıkartıldığını da unutmayalım. Aynı durumu kendi ülkemize uyarladığımızda ise tüm politik söylemlere rağmen her geçen gün biraz daha fazla ayrışan ve ayrıştıkça da yaşadığı sorunlar üzerinden birbirine mesafeli yaklaşan insanlara dönüştük. Sokağa çıkmaktan korkan, alışveriş merkezlerine gitmekten sakınan ve gündelik hayatını terör korkusu ile ertelemek zorunda kalan bir ülkenin insanları olarak bundan sonra futbol karşılaşmaları da yasaklar listesine eklenmiştir. Ankara’daki bombalamanın ardından tüm liglere bir hafta ara verilmiştir açıklaması yapılabilir ve bu sayede insanların kafalarında uyanacak olan soru işaretleri baştan giderilebilirdi. Taksim saldırısı sonrası maçı seyretmek için stadyuma giden insanların stadyumdaki skor board üzerinden karşılaşmanın seyircisiz oynanacağını öğrenmeleri en hafifinden aymazlıktır.
Sürekli olarak olağanüstü hal ortamında yaşayan ve bir türlü normalleşmeyen bir ülkede ister iç mihraklar isterse de dış mihraklar üzerinden komploların hayata geçirilmesi çok kolaydır. Terör masum insanların şiddete uğramasını, korkutulmasını ve kendilerini korumasız hissetmelerini amaçlar. Şiddet yoluyla topluma sembolik mesajlar ulaştırılmaya çalışır. Sağduyulu ve demokratik toplumlarda terör ve terörün oluşmasına katkıda bulunanlar ile masum insanlar birbirlerinden ayrı değerlendirilirler. Kendi haklılıklarının yanı sıra çektikleri acıların intikamını almak için sadece etnik kimlik benzerlikleri dolayısıyla insan avına çıkılmaz. Aksine böylesi bir ruh hali tam da terörün ve teröristin istediği bulunmaz bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunacağı için hiç istenilmeyen davranış şeklidir. Dikkat çekme, korku yaratma ve mağduriyet psikolojisinin üretilmesinde böylesi havalar çok ama çok etkilidir.
Protesto hakkını bile tuhaf bir şekilde kullanan ve terörü protesto ederken bile ortamı terörize eden kitle ile birlikte ortak bir yaşam idealinden biraz daha fazla uzaklaşmaya başladık. Her gün şehit haberlerinin verildiği, patlamaların, yol kesmelerin normalleştiği bir ortamda aklın yerini duygular biraz daha fazla almaya başlar. Yanı başındaki komşusu ile herhangi bir sorun yaşamayanlar bir anda tüm yaşadıklarının sorumlusu olarak sırf etnik/dinsel/cinsel/ideolojik kimliğinden ötürü o komşuyu görmeye başlarlar. Kalabalıkların arasında sağduyu, aklı selim yitirilirken intikam alma, yaşananların hesabını sorma duyguları öne doğru çıkar.
Artık kral çıplak ve bu ülkede bir arada barış içerisinde yaşamak istiyorsak, hepimizin görüş ve istekleri doğrultusunda oluşturulacak yeni değerlere ihtiyacımız var. Kendi kimliklerinin dışında bu ülke insanının bir üst kimlik olarak ülke yurttaşlığını sözde değil özde bir biçimde içselleştirmesini sağlamak zorundayız. Eğer bunu başaramazsak ülke içerisinde şu ana kadar yaşadıklarımızdan çok daha sıkıntı dolu günler hepimizi biraz daha fazla içine çekmeye başlayacak. Hayatı ertelemek en çok terörün işine yarar, yaptıkları sonucunda insanların daha fazla sinmesine, korkmasına vesile olduğunu görür ve bunun üzerinden propaganda üretir. Olan bitenler sonrasında korkan, dışarı çıkmaktan imtina eden insanlar ise açıkça söylemeseler de yaşananlardan öncelikle çocukları adına ürkerler ve hayatlarını ertelemeye başlarlar. Bu bir ülkenin başına gelebilecek en kötü davranış şeklidir çünkü terörün yarattığı ruh halinin girdabında süreklenmeye başlamıştır.
T24’e daha iyi koşullarda merhaba demek isterdim ancak yine de spor-toplum ilişkilerini eleştirel bir perspektif üzerinden değerlendirmek için burada yazma fırsatına sahip olduğum için çok mutluyum.